Vesveseden Kurtulmanın Pratik Ön Çareleri

a. Vesvese, imanın kuvvetindendir

Önce hemen şunu belirtelim ki, vesvese çok korkulacak bir şey değildir, çünkü iman var ki, vesvese geliyor. Sahabe-i kiramdan Efendimiz'e gelip, "Yâ Resûlallah, vesveseye mübtelâyım." diyen birine, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) cevabı, "Endişe edilecek bir şey yok; o mahz-ı imandır, imanın kuvvetindendir."[1] şeklinde olurdu. Şeytan, sizde de iman cevheri, ibadet hazinesi, namaz ve dine hizmet cevheri olduğunu bildiği içindir ki, korsanlık yapmakta ve size karşı taarruza geçmektedir. Korsanlık, belki denizlerde yapılan şekliyle tarihe gömülmüştür ama, şeytana bakan yönüyle Âdem (aleyhisselâm) ile başlamış olup, kıyamete kadar da devam edecektir.

Nasıl deniz korsanları, hazine taşıyan zengin gemilerine tecavüz eder ve define bulunan adalara saldırırlar, öyle de şeytan dahi, mü'minin iman cevheri taşıyan kalbine hücum eder. Zaten o, tamtakır, kupkuru ve bomboş kalblerle uğraşmaz; böylelerine vesvese okları göndermez. Hırsızlar bile zengin evleri kollarlar; Doğu'nun ve Batı'nın kâfir ve zalimleri de öyle değil mi?..

Vesveseye düşen mü'min, "Şeytan bütün cephelerde mağlup oldu; bu yüzden, şimdi de iman ve İslâm'a ait vesveselerle, şüphelerle beni meşgul etmek, hazineme el atmak istiyor; ama, benden bir şey koparamayacak. Bu, onun son çırpınışlarıdır; bir gün gelecek, benden bir şey koparamayacağını anlayınca çekip gidecektir.. kapıma haydut kılıklı birinin gelip, birkaç gün el açtıktan sonra çekip gitmesi gibi. Hoş, gitmese de kapılar ona sürmeli ve beni koruyan kale de çok sağlam; bana Allah'ın izniyle hiçbir şey yapamaz." diye düşünmelidir.

b. Vesvese, kalbin malı değildir

Kalb rahatsız olduğuna göre, vesvese kalbe mal edilemez; çünkü eğer o, kalbin malı olsaydı, kalb ondan rahatsız ve tedirgin olmayacaktı ve böyle bir kalble şeytan da uğraşmayacaktı...

Kalbin rahatsız ve tedirgin olması şundandır: Kalb, vesveseye razı değil, sahip de değil; vesvese ile arasında mânâ ve mahiyet bakımından bir münasebet olmadığı içindir ki, kalb vesveseden rahatsız olmaktadır. Kişinin gösterdiği reaksiyondan, ateşinin yükselmesi, kaşlarının çatılması, başının ağrıması, iştiha ve ağız tadının kaçmasından anlıyoruz bunu; tıpkı vücuda giren yabancı mikroplara ve bu mikropların fizyolojik yapıda açtığı rahnelere, meydana getirdiği arızalara karşı vücudun muharipler üretmesi, antikorları devreye sokması ve bu ciddî muharebenin meydana gelmesi neticesinde hararetin yükselmesi gibi. İşte, şeytanın da kalbimize gönderdiği bizim malımız olmayan yabancı hayal, düşünce ve vesveselere karşı mânevî yapımız, iman potansiyelimiz, âdeta antikor üreterek, bu şer ve şerareler ordusuna karşı kavga vermekte, bunun neticesinde de ateşimiz yükselip, kalbimiz sıkılmaktadır. Eğer, vücudumuz herhangi bir mukavemette bulunmuyor ve boğa yılanı görmüş bir keçi gibi hemen teslim oluyorsa, o zaman, AIDS virüsüne karşı antikorların teslim-i silah ettikleri gibi, bizde de iş bitmiş demektir. Gelen vesvese karşısında kalbimiz, imanımız mukavemet etmezse, o zaman vesvese de olmaz, hararet de yükselmez! Bu, "Gel, ne istersen yap!" demektir ki, şeytanın da istediği budur.

c. Vesveseye maruz kalb, içine kötülerin çer-çöp attığı pınara benzer

Meseleyi bir de şöyle düşünebiliriz: Berrak, saf ve tertemiz bir su kaynağı var; bileşikleri, tadı ve takdim ettiği şifasıyla zemzem suyu gibi bir su kaynağı. Herkes tarafından malum ve meşhur hâle gelmiş, dünyaca da kabul edilmiş mübarek bir kaynak. Şimdi, hain biri geliyor, sinsice kaynağa yaklaşıp, su üzerine boya, toz, çer-çöp döküp kaçıyor. Siz bunu görünce, "Eyvah" diyorsunuz; "Pınarım kurudu, mahvoldu, pislendi ve ölüp gitti!" Oysa, hakikat böyle değildir. Akan su, üzerine atılan o çer çöpü götürecek ve safiyetini muhafaza edecektir. Sizin kalbiniz, imanınız berrak, pırıl pırıl bir pınar ise, o zaman bulandırmak için üzerine atılan tozun, toprağın ona hiçbir zararı olmayacaktır. O toz, toprak akıp gidecek ve sizin menbaınız her zaman temiz kalacaktır. Demek oluyor ki, o bulanıklık pınarın kendinden değil... Evet, işte vesveseye maruz kalb de böyledir...

d. Vesvese, iradî olmayıp, fiiliyata da dökülmüyorsa insanı mesul etmez

Bildiğiniz gibi, mükellef ve mesul olmada irade ve şuur şarttır. Hayvanatın yanı sıra mecnunlara, aklı, şuuru yerinde olmayanlara teklif yoktur. Bu itibarla, vesvese için irade devrede değilse ve plân, programı yapıp, "gel" diye kalb ve düşünce kapılarımızı bizzat kendimiz aralamıyorsak, mesul sayılmayız. Elverir ki, onu fiiliyata dökmeyelim, işlemeyelim. İrade, umumiyetle böyle kendi kendine gelen vesveseyi karşısında bulur ve ona mukavemet edemez, çünkü o davetsiz gelir. Ayrıca insan, tedai-i efkâr ile iradesi dahilinde olmadan gördüğü, duyduğu ve okuduğu şeylerle de birtakım hatıralara, hayallere ve düşüncelere maruz kalabilir. Aslında, çok defa bunlardan kurtulmak mümkün de değildir; çünkü insanın bu hâli, yaratılışının muktezasıdır.

e. Vesvese, insanın ilerlemesine mâni olmayan örümcek ağı gibidir

Vesvese, kendine has tutarsızlığıyla bilindiği zaman zararlı olmaz. Kur'ân, "Muhakkak, şeytanın hilesi zayıftır."[2] diye ferman etmektedir. Evet var ama, yok gibidir şeytanın hilesi. Meselâ, iki duvar arasından geçmek istiyorsunuz; bakıyorsunuz ki, bir örümcek, ağlarını gerip yolunuzu kapatmış; döner misiniz, devam mı edersiniz? Örümcek ağı sizin ilerlemenize mâni olabilir mi gerçekten? Şüphesiz hayır; onu bir engel olarak görmez ve hiçbir şey yokmuş gibi yolunuza devam edersiniz.

Efendimiz, şeytanın dalâleti, küfrü, küfranı, günahı ve kötülükleri yaptırmadığını ve elinden tutup da kimseye günah işletemeyeceğini beyan buyurur. Şeytanın yaptığı, ancak fenalıkları süsleyip-püslemek, allayıp-pullamak, cazip ve çekici göstermektir.[3] İyiyi de kötüyü de yaratan, dalâlete de hidayete de sevk eden Allah'tır (celle celâluhu). Rengârenk köpüklerle süslenip imar edilmiş bir saray gibidir şeytanın vesveseleri; fakat altında derin çukurlar bulunur, kilometrelere ulaşan derin çukurlar...

Gelip geçiciliği bilindiği zaman vesvesenin zararı olmaz. Vesvese, üflemekle uçup giden tüy kadar zayıftır. Bir ara toplanıp sonra dağılıveren bulutlara benzer o; ardından ne yağmur gelir, ne de yel!.. O, uçak yolcularının bir anlığına içine düştüğü hava boşluğu gibidir; ne feryat etmeye değer, ne de dövünüp yakınmaya!..

f. Vesvese, üzerinde durulmadığı ve dert hâline getirilmediği takdirde hiçbir zarar vermez

Düşüncenize bulaşıp da onu kirletmeyeceğini bildiğiniz zaman vesvese zararlı olmaz. Vesvese, hayal aynasında sönüp gidecek derecede zayıf ve gelip geçici bir iz; leke ve pislik bulaştırmayacak bir görüntü ve çok hafif yansımalardan ibarettir. Akla ve hayale gelen şeyler, hayır kaynaklı ise akıl ve düşünceyi bir derece nurlandırır; fakat şer kaynaklı bir vesvese ise, o zaman da akla, düşünceye ve kalbe tesir etmez, kir bırakmaz ve zarar da vermez. Elinizde tuttuğunuz aynaya karşıdaki yılanın görüntüsü aksetse, aynadaki o yılanın elinize zararı olur mu? Ya da, aynaya akseden bir pislik elinizi kirletir mi? Veya elinizdeki aynaya akseden alevli ateş, elinizi yakar mı? Aynen bunun gibi, nasıl karnınızdaki pisliklerin namaza ve elmasın etrafındaki kömür tozlarının elmasa zararı yoksa, aynı şekilde, şeytanın da dışta ya da içte aslî ve zatî bir varlığı ve hüviyeti olsa bile, attığı okların, gönderdiği görüntülerin aslî hüviyeti ve hiçbir zararı yoktur.

Üzerinde durmadığınız, merakla üzerine varmadığınız, sahip çıkıp kabullenmediğiniz, küçük görerek şişmesine meydan vermediğiniz ve bir dert hâline getirmediğiniz zaman, vesvesenin hiçbir zararı olmaz. Ona hep tepeden bakacak ve "Allah'ın (celle celâluhu) izniyle bunun altından vurup, üstünden çıkarım." diyeceksiniz.

g. Vesvese, zararlı tevehhüm edildiği zaman zarar verir

Şimdiye kadar anlattıklarımızın hilâfına hareket edildiği takdirde vesvesenin zararı olabilir. Evet vesvese, zararsız olduğu bilinmeyip, zararlı tevehhüm edildiği zaman zararlıdır. Üzerinde durulup kurcalandığı ve merakla karıştırıldığı zaman zararlıdır o; büyük gördükçe, mühimsedikçe büyür ve bir balon gibi şişerek bizi yutacak hâle gelir. Bir arı kovanı içinde yüzlerce arı bulunur ama, siz önemsemeden kovanın önünden geçer gidersiniz.. vesvese karşısında da yapmamız gereken şey, bundan farklı olmamalıdır.

Şeytan, zayıf ve geçici bir görüntü karesini hayalimize atar; biz de cazip bulur ve onu işlettirirsek, o bir karelik manzara, hayal sinemamızda saatleri içine alan bir film şeridi hâline gelir de, farkına bile varamayız. Hususiyle yalnız kalınca, bilhassa gençlerde ve hele bu suretler, nefsanîliğe bakan, bedeni tesir altına alan suretler olursa... Evet, insan onu alır ve hayalinde maceralı bir film hâline getirir. Hâlbuki şeytana ait olan, o ilk sahnedir. Öyleyse, o ilk oltaya sahip çıkmamak, takılmamak ve onu işlettirmemek gerekir ki, şeytan da bizi işletmesin ve işlete işlete hayallerimizi gerçeğe dönüştürmesin; dönüştürmesin ki, biz de neticede o bir karelik görüntünün kurbanı olmayalım.

h. Hassas ve asabî ruhlar, şeytanın vesvesesine önem verip vehme kapılmamalıdırlar

Vesvese, hassas ve asabî ruhlarda daha da zararlı bir hastalık ve meleke hâline gelir. Böyle birisi, vesvese geldiğinde, zararlı olacağı endişesiyle telaşa ve vehme kapılır; sonra da bunu kalben, fikren ve im'ân-ı nazarla büyütüp, kendine mâl eder. Derken onu huy hâline getirir ve onunla bütünleşir. Bu ise, şeytan karşısında yeise düşüp, tam zarara uğramanın ifadesidir. Bu hâle mâruz kalmış biri, ümitsiz bir şekilde "Artık ben mahvoldum." deyip, mağlubiyeti kabul eder ve böylece önce merkezi şeytanın salvolarına açık hâle getirir, sonra da onu terk eder. Bir kumandan düşünün; ileride sağ tarafta birkaç madenî parlama görerek, düşman o taraftan saldırıya geçecek vehmine kapılır ve ordusunun sağ kanadını boşaltıp o tarafa sürer; sol tarafındaki dağlarda da ağaç yapraklarının kıpırdanmalarından, düşmanın saklandığı ve hücum edeceği düşüncesine kapılarak, ordusunun sol kanadını da oraya sevk eder. Neticede merkez, hasmın taarruz ve imha etmesine açık ve hazır hâle gelmiş olur. Esasen bu, taktik bilmemenin ve düşmanı tanımamanın ifadesidir. Görüyorsunuz ki, şeytanın yaptığının vesvese adına bir kibrit çöpü kadar önemi yokken, insan onu azmanlaştırıyor, azgınlaştırıyor ve kendi başına salıyor. Evet, dikkat edelim, onu hayalimizde ve düşüncemizde büyütmeyelim...

i. Vesvesenin manyetik alanından ibadet ile uzaklaşmalı ve psikolojik tesirinden çıkılmalıdır

Vesveseye karşı sizi vesvesenin manyetik alanından kurtaracak davranışlarda bulunun. Hadiste de ifade edildiği gibi, böyle bir şey arız olduğunda, söz gelimi gadaplandığınızda, ayakta iseniz oturun, oturuyorsanız uzanın veya kalkıp abdest alarak iki rekât namaz kılın ve iç dünyanızda değişiklik yapın; ayrıca o sisi dağıtacak daha başka meşru bir kısım davranışlarda bulunun!.. İradenizi devreye sokarak, psikolojinize tesir edebilecek, elinizde olmadan içine düştüğünüz hava boşluğundan sizi çıkaracak veya tutulduğunuz elektrik akımından sizi çekip alacak küçük de olsa bir vesile arayın.! Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir sefer dönüşü -bir defaya mahsus olmak üzere- yorgunluktan uyanamayıp sabah namazı kazaya kalınca, "Burayı derhal terk edin; şeytan burada hâkimiyet ve saltanat kurmuş."[4] buyurmuşlardı.

Evet, her zaman şeytanın manyetik alanına karşı dikkatli olunmalı ve bilmeyerek içine girilmişse, çarçabuk oradan uzaklaşılmalıdır. Gaflet ve dikkatsizlik, şeytan ve şeytanî şeylere birer hüsnü istikbalse, evrad u ezkâr, Allah'ı ilan ve O'nunla irtibatlanma, bütün şer kuvvetlere karşı bir müdafaa, hatta bir taarruzdur. Meselâ, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir yerde, şeytanın ezan sesinden nasıl kaçtığını anlatır.[5] Demek ki, onun ezana ve ezanın ihtiva ettiği mânâlara tahammülü yok. Öyle ise, şeytan vesveselerle taarruza geçtikçe, biz de Allah ve Resûlü'yle irtibatımızı kuvvetlendirmeli ve hep lâhûtî hâtıralara dalmalıyız. Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) miraç yolculuğunu hatırlamanın vesveseyi, hususiyle namazda akla gelenleri, hatta esnemeyi bıçak gibi kestiği ve keseceği söylenebilir. Keza bir yerde sol tarafınıza atacağınız üç tükürük,[6] bir de bakarsınız onun geldiği sisli perdeyi yırtıverir. Şeytanın harama teşvik adına gelen vesveselerine karşı bazen yumruğu sıkıp meydan okuma, bazen de hafife alma mânâsına tebessüm edip geçme, onun manyetik alanına karşı gerilimde bulunma ifadesidir.

Bir genç arkadaşımıza şöyle dediğimi hatırlıyorum: "Şeytan, karşına çıkıp da bir harama bakmanı istediğinde şöyle düşün: Bakmakla elime ne geçecek? Bakacaksın, o boş... Daha ileri götürsen, yine boş... Kaldı ki, imanının sana vereceği pişmanlık ve ızdırap da var. Sonu böylesine boş, ızdıraplı ve karanlık olacak bir bakışın ne mânâsı olabilir ki!" Esasen, insan kendini böyle ikna ederken, o haram manzara da çoktan kaybolup gitmiş olur.

Akla gelen her vesvese, her süslü manzara, gelecekte elde edilecek daha mükemmellerini düşünmekle izale olabilir. Kur'ân'ın pek çok yerinde, dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret bulunduğu ve gerçek hayatın ahiret hayatı, yaşanacak gerçek yurdun da ahiret yurdu olduğu ifade edilir.[7] Vesvese, sana ıspanak ve tere otunu mu teklif ediyor; ama Allah (celle celâluhu) diyor ki, orada peş peşe koparılmaya hazır meyveler var.[8] Hem, dünyadaki gibi hazımsızlık, karın ağrısı ve defekasyon lüzumu da duymayacaksın. Buradaki haramlara nazar noktasından gelen vesveseye de aynı şekilde mukabele edilebilir. Ama biz, dünyanın bütün güzelliklerine karşı "İsteyene ver Sen ânı, bana Seni gerek Seni." diyeceğiz. Yaz aylarının kavurucu sıcağını bahane ederek, şeytan sizi hizmetten ve irşad gayesiyle etrafa gidip gelmekten alıkoymak ve başkalarına yaptığı gibi sizi de deniz kıyılarına veya gölgesi serin mesire yerlerine çekmek mi istiyor? Ona Cehennem ateşinin çok daha sıcak olduğunu hatırlatıverin.[9] Öyle zannediyorum ki, kalbinize atmak istediği bu vesvese, kendi gırtlağına tıkanıp kalacaktır.

Hem "Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve O'nun sadık yârânı ve arkadan gelen salihler bizi bekleyip dururken, benim şurada burada avare ve bana yakışmayan bir vaziyette dolaşmam hiç doğru olur mu?" diyerek, bu mevzuda şeytanın telkin etmek istediği gaflet ve rehavet vesvesesini izale etmek mümkün olur kanaatindeyim.

j. Abdest ve namazda "Eksik mi yaptım?" şeklindeki vesveselere de önem verilmemelidir

"Abdest ve namazda yanlış ve kusurum oldu mu acaba?" şeklinde gelen vesveselere de aldırış etmemek gerekir. Böyle bir vesvese ilk defa vukû buluyorsa, o abdest veya namaz tekrar edilebilir. Ama mükerreren oluyorsa, sözgelimi bir abdest uzvunu yıkayıp yıkamadığından devamlı şüpheye düşen birisi, o zaman hiç vesveseye meydan vermeden, o uzvunu yıkadığını kabul ederek namaza durmalıdır. Ve yine namazı kaç rekât kıldığı mevzuunda vesveseye müptelâ olmuşsa, namazının tamam olduğu kanaatiyle hareket etmelidir.

Vesvesenin ilka ettiği şeyin üzerine üzerine gidilmelidir. Vesvesenin üzerinde durmak değil, aksine, tam tersi istikamette yürümek lâzımdır. Hiç kâle almadan, önem vermeden, yapılan yanlış bile olsa, "Mezheplerimizden birine uyar." deyip geçmek maslahata binaen daha muvafık olur kanaatindeyim. Gaye, şeytanın canına okuyup vesveseyi def etmektir.

[1] Müslim, iman 209, 211; Ebû Dâvut, edeb 109.
[2] Nisâ sûresi, 4/76.
[3] ed-Deylemî, el-Firdevs bime'sûri'l-hitab, 2/11-12; Ali el-Müttakî, Kenzu'l-ummâl, 1/116.
[4] Müslim, mesâcid 309; Ebû Dâvut, salât 11; Tirmizî, tefsîru sûre 20; İbn Mâce, salât 10; Muvatta, salât 25
[5] Buhârî, ezan 4; el-amel fi's-salât 18; sehv 6; bed'u'l-halk 11; Müslim, salât 19; mesâcid 83.
[6] Buhârî, tıbb 39; ta'bir 10; Müslim, rüya 2301.
[7] Bkz.: Âl-i İmrân sûresi, 3/185; En'âm sûresi, 6/32; Ankebût sûresi, 29/64; Muhammed sûresi, 47/36; Hadid sûresi, 57/20.
[8] Bkz.: Hâkka sûresi, 69/23; İnsan sûresi, 76/14.
[9] Tevbe sûresi, 9/81.