Buhran ve Kahramanlar

Bugün hemen bütün dünyada olduğu gibi, bizim toplumumuzda da iç içe bunalımlar yaşanmakta; inanç bunalımı, düşünce bunalımı, kıstas bunalımı, sistem bunalımı, ahlâk bunalımı, aile bunalımı, idare bunalımı, rejim bunalımı gibi... her biri tek başına en güçlü devletleri dahi sarsacak kadar derin, değişik ölçüde pek çok bunalım. Bazı yerlerde aşılabilecek seviyede hafif, bazı yerlerde ise daha başka buhranlar da doğuracak kadar kesif bu bunalımlar, bugünün ve yarının insanını tehdit eden en büyük problem olsa gerek. İdareciler, içtimâiyatçılar, terbiyeciler ve ilâhiyatçılar baş başa verip bu bunalımlardan sıyrılma yollarını mutlaka araştırmalıdırlar.

Millet ve ülkemizi tıpkı bir karabasan gibi saran bu bunalımların kökleri, Batı'da, manevî değerlerin tezyif gördüğü, geçmişin horlandığı, metafiziğin ilim yuvalarından kovulduğu, cismâniyetin putlaştırıldığı, insan bencilliğinin azdırıldığı, ruhun bedene, kalbin kursağa, düşüncenin demagojiye kurban edildiği ve insanların maddîleştirildiği Rönesans sonrası döneme dayanır. Bu, bir Rönesans mesâvisi değildir; onun ve onunla gelen hür düşüncenin sûiistimalinden doğmuştur.. doğmuştur ve o gün-bugün de ufuksuzlaştırılan ve ego merkezli yığınlar hâline getirilen kitleleri, sadece maddeye, konfora, fizikî dünyaya yönlendirmiş ve onları ruhtan, metafizikten ve insanî değerlerden uzaklaştırmıştır. Tabiî bu, aynı zamanda insanın kendi özünden de kopması demektir ki, bu kopuş, onu bütün bütün problem yığını hâline getirmiştir. Milletler, kıvrım kıvrım.. fertler ve aileler, çözülmenin ağında.. demokratik "kitle örgütleri" çaresiz ve panik içinde.. ölçüler alabora.. inanç, ahlâk, aile ve gençlik en ürpertici sarsıntıların merkez üssünde perişan.. ve çoklarınca ümitler inkisarlara yenik durumda.. bütün bunlara karşılık, bu üst üste olumsuzluklara tepki duyanların tavırları da sadece bir teşhir ve bâtılı tasvir, sadece bir karalama ve ümitleri karartma gayretinden ibaret...

Bu itibarla da, kötülükler ve levsiyât başıboş.. toplum iki büklüm ve sürekli kan kaybetmekte.. onu yönlendirme mevkiinde bulunanlar gaflet içinde..

"Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr
Nazarlardan taşan mânâ ibadullahı istihkâr." (Mehmet Akif)

Evet, toplum, dertlerine derman olacak usta eller beklemesine mukabil, onun dertleri, sıkıntıları, problemleri, bir yerlere varma ve belli şeyler elde etme mülâhazasına göre yorumlanmakta, birilerini karalamaya vesile yapılmakta, arzu edilmeyen iktidarları bertaraf etme yolunda kullanılmakta, hatta pek çok millî ızdırap politize edilmeye çalışılmaktadır. Bütün bunların yanında olumlu bir kısım gayretlerin söz konusu olduğu da söylenebilir; ne var ki onlar da, üç-beş münevverin perakende cehdine ve birkaç insanın pasif tepkisine münhasır kalmaktadır. Buna karşılık, büyük çoğunluk, ya her şeyi devletten beklemekte veya bu düzensizliğin harika bir inayet eliyle düzeleceği şeklinde hüsnükuruntular içinde bulunmakta.

Oysaki, devlet ve hükümet yanında, gönüllü kuruluşlara, hatta teker teker her ferde pek çok sorumluluklar düşmektedir. Bu cümleden olarak, cehaletle savaşmak, eğitimle çeşitli sapıklıkların üzerine yürümek, modern ilimlerle düşünceye ışık tutmak ve din hakikatini kendi orijiniyle telkin ve temsil ederek ruhların Allah'la irtibatını sağlamak öncelikle üzerinde durulması gerekli olan hayatî konulardandır. Şu anda Türkiye ve dünyadaki genel durum, böyle manevî bir kalkınma hareketinin bir an evvel başlatılması gerektiği istikametindedir.

Böyle mübarek bir harekete, toplumun elit kesimi, seçkin düşünce insanları, ilim adamları ve imkân sahipleri omuz verdikleri ölçüde, semere almak her zaman mümkün olacaktır. Tamamen dinî, millî ve ahlâkî değerlere yönelik böyle bir seçkinler hareketi, bugün olmasa da yarın mutlaka hedefine ulaşacak ve millet, bu iç içe bunalımlardan kurtulacaktır.

Mesele sadece, aydınımızın, eğitimden medyaya her vesileyi değerlendirerek, millet ruhu ve tarih şuurumuzun usârelerini toplumun bünyesine aşılamasına kalıyor. Evet, geleceğimizi yeniden inşa edecek düşünce mimarlarının maddeye ve makineye kilitlenmiş dünyamızı biraz da ruhî hayata, metafiziğe ve manevî değerlerimize yönlendirmeleri yetecektir. Onun gerçek ızdırabı, bu konudaki açlığıdır ve bu açlık, giderileceği âna kadar da onu tatmin etmek mümkün olmayacaktır. Bu açıdan da eğer o, tabiatından kaynaklanan ve geçmişinden gelen hakikatlerle doyurulmazsa, olumsuz arayışlarını sürdürecek ve olmadık yerlerde çareler arayacak, efsanelere, hurafelere girecek, derken bulduğu her şey onun buhranlarını bir kat daha artıracaktır.

Bu itibarladır ki, milletçe, aşırı maddîleşmeye, insanımıza maddeci düşüncenin hâkim olmasına, din hakikatinin aşındırılmasına ve kültür geleneklerimizin yok edilmesine kat'iyen fırsat vermemeliyiz. Bir yandan bu konuda ciddî ve sıkı dururken, diğer yandan da, beşerî münasebetleri hep canlı tutmalı ve önce kendi içimizde, daha sonra da bütün bir dünyaya karşı oturup-kalkıp hoşgörü soluklamalı ve diyalog çağrısında bulunmalıyız. Farklılıkları müsamaha ile karşılamalı, her düşünceye saygılı olmalı, eğitime olduğundan da fazla önem vermeli ve bu konuda hiçbir fedakârlıktan geri kalmamalıyız.. geri kalmamalı ve düşünce sistemimizi besleyen kaynakları bir kere daha gözden geçirip, çağımızı, akıl, tecrübe ve vahyin tayfları altında tekrar tekrar yorumlayarak, tekâmüle açık, ilme inanan ve vicdana saygı duyan yeni bir toplum inşa etmeliyiz.

Elbette ki böylesine hayatî bir oluşum, bir kısım kahramanlar isteyecektir; inandığı dâvâ uğrunda kendini feda edecek kadar seviyeli kahramanlar. Her "değişim" ve "dönüşüm" bir küreden diğer bir küreye geçmek ve aşılmaz bir uçurumu atlamak gibidir ki, böyle bir hamle kat'iyen tehlikesiz olamaz. Bu ölçüdeki bir hamle şöyle dursun, âdiyattan en küçük hareketlerin bile kendilerine göre bir kısım riskleri vardır. Zaten biz bu dünyaya kendi saâdetimizi yaşamak için gelmedik. Varsa böyle bir niyet mutlaka ondan kurtulmalı; çevremizdeki insanlara, hususiyle de gelecek nesillere mutluluk vadetme adına yaşama zevkine "elveda!" diyerek yaşatma aşkıyla gerilime geçmeliyiz. Bu bizim, burada bulunuşumuz adına en mukaddes bir hedeftir. Biz, az dahi olsa, bugün sahip bulunduğumuz bütün değerleri, kıymetleri, mukaddesleri, bizden evvel gelip-geçmiş ve bize böyle bir dünya inşa etmek için kendini tehlikelere atmış, hatta ölmüş ölmüş dirilmiş Allah inayetinin temsilcisi kahramanlara borçluyuz.. ve tabiî bizden evvelkilerden aldığımız bütün bu değerleri, hayatımız pahasına dahi olsa, bizden sonrakilere, emanette emin insanlar gibi devretme mecburiyetindeyiz.

Bugüne kadar her medeniyet birkaç düzine kahramanın eseri olmuştur. Bundan sonra hep böyle olacaktır. Günümüzde, değişik fırtınalar ve türlü türlü illetlerle sarsık bulunan bu dünyanın, o eski tül pembe günlere, mehtaplı gecelere, buğu buğu sevgiyle köpüren geleceklere ve dirilişleri dirilişlerin takip edeceği çağlara ulaşması da bu kahramanlar sayesinde gerçekleşecektir.

Sızıntı, Şubat 1997, Cilt 19, Sayı 217