İnbisât
Genişleme, yayılma, içte derinleşme ve kendi tabiatını aşma mânâlarına gelen inbisât; erbâbınca, şer'î hudutlar çerçevesinde, gönlün herkese açılması, tatlı dil ve güler yüzle hoşnut edilebilecek herkesin hoşnut edilmesi.. ve Allah'la münasebet açısından da havf ü recâ halîtası bir hâletin, insan benliğine hükmetmesinden ibarettir ki, bu seviyeye ulaşan kalbler, huzurda bulunmanın heybetiyle soluklarını yutar, huzur esintilerinin neşe ve sevinciyle de dışarıya çıkarırlar. Nefes alırken ürperir, verirken de inşirâh duyarlar.
Bu itibarla inbisâtı, halkla alâkalarımız ve Hak'la münasebetlerimiz içindeki inbisât olmak üzere ikiye ayırabiliriz:
1. Halkla alâkalı münasebetlerimiz içinde inbisât; Hak'la aramızdaki irtibâtı koruyup-kollama kaydıyla, insanlar arasında, insanlardan bir insan olarak, herkesi kabûl edip onlara kendi idrâk ve anlayışları içinde muâmelede bulunmaktan ibarettir. Hazret-i Rûh-u Seyyidi'l-Enâm (s.a.s.), çevresiyle münasebetlerinde, yer yer işi lâtîfeye vardıracak şekilde, tekellüfsüz, yumuşak ve rahat davranır; hikmet dolu nükteleriyle onların havsala ve idrâk seviyelerinde dolaşır ve o murâkabe insanlarına tebessüm eder, tebessüm ettirir ve nefes aldırırdı. "Kalb tıpkı bir ayna gibidir. Zaman zaman ciddilik o aynayı buğulandırabilir.. o buğuları da lâtîf lâtîfelerden başka bir şeyle silip aynayı cilâlamak mümkün değildir." (Az bir tasarrufla Minhâc)
2. Hak'la irtibâtımız içinde inbisât; hâller üstü bir hâlle, korku ve ümîdi birden ruhta yaşama ve "inbisât" halîtasını soluklamadan ibarettir. Havf ü recâ, nefsin hâllerinden olup, yolun başındakilerin Hak'la münasebetlerine bir unvan; tamamen âriflerin hâli olan inbisât ise, kalbî hayatın ayrı bir buudu ve gönül erlerine has bir hâlettir. İnbisât seviyesine ulaşamayanların inbisât gibi görünen halleri, çok defa kendilerinde hâsıl olan bir ülfet-i mârifetle, temkini tahrip ve insanı Allah'a karşı sû-i edep sayılabilecek lâubaliliklere sevk edebilir...
İnbisât; insanın cismânî arzulardan sıyrılarak ve bedenî tutkuların tesirinden kurtularak Hakk'ın isim ve sıfatlarına mücellâ (pırıl pırıl) bir ayna olma makamında zuhûr eder ki -bu makama ister "cem'" ister "mahv" mertebesi diyelim netice değişmez- şahsın, Hak'tan gelen esintilerle şekillendiği ve renkler üstü renklere büründüğü sırlı bir noktadır. Bu noktaya ulaşanların inbisâtı ketmetmeleri imkânsız, ulaşamayan mübtedîlerin inbisâttan dem vurmaları ise küstahlıktır. "Eğer şâhın nedîmi naz ve cilve yaparsa, sen de onu yapmaya kalkma! Çünkü sen, o senede mâlik değilsin! Ey bu fânî âlemin kayıtlarından kurtulamayan kimse, sen mahv u sekr ve inbisâtı ne bilirsin!" Ruhun şâd olsun Mevlânâ! Beden ve cesedin kulları rûhu ne bilir! Bedenin mahbûsu rûhâniyât ve ledünniyâtı ne bilir! Hak ateşi ile elli defa yanıp püryân olmuş gönüllere sormalı şâk şâk sînelerin derdini ve verâların rengiyle tüllenen inkıbâz ve inbisâtları..!
اَللَّهُمَّ حَبِّبْ إِلَيْنَا اْلإِيمَانَ وَزَيِّنْهُ فِي قُلُوبِنَا وَكَرِّهْ إِلَيْنَا الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ وَاجْعَلْنَا مِنَ الرَّاشِدِينَ وَصَلَّى اللهُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَأَصْحَابِهِ أَجْمَعِينَ
Sızıntı, Aralık 1990, Cilt 12, Sayı 143
- tarihinde hazırlandı.