İbadet ve Ubudiyet Hakkında Değişik Değerlendirmeler
Bazıları ibâdet ve ubûdiyete daha farklı manâlar da yüklemişlerdir:
Kulluğunu tam tekmil yerine getirirken bile, kusurlarının şuurunda olup onlarla ürperme.
Başlangıçta kusursuz bir teşebbüs ve iradenin hakkını verme, neticenin değerlendirilmesinde de kendi havl ve kuvvetinden teberrî etme. Allah'ın ezelî ve ebedî rubûbiyetine karşı hayatın bütün sâniye ve sâliselerini kulluk şuuru ile bezeme.
Bütün vücudî şeyleri, O'nun varlığının ziyasının gölgesi bilip onları gasp ve temellük edip övünmeme, yokluklarla da miskinleşmeme.
Her zaman vicdanda ona intisap şerefinin duyulması ve başka pâyelerle şeref ahz u atâsının da nisbetsizlik ve nesepsizlik sayılması.. gibi hususlar bunlardan bazılarıdır.
Bu itibarla, diyebiliriz ki, kulluktan daha yüksek bir pâye ve bir mansıp yoktur. Eğer varsa, o da yine kulluğun bir buudu olan hürriyettir. Mübtedîler için duyulup hissedilen, müntehîler için yaşanıp zevk alınan, Allah'la münasebetlerin ve O'nunla irtibatlanıp mukayyed bulunmanın dışında her şeyden kalben tecerrüd etme manâsına hürriyet. Zannediyorum insanın mücehhez bulunduğu değerler itibariyle de gerçek hürriyet, işte bu hürriyettir.
Bu ince hususa dikkati çeken bir Hakk dostu: "Ey oğul, zincirleri çöz ve âzad ol! Altın ve gümüş ağı içinde daha ne kadar zaman kalacaksın!" der.
Ayrıca Cüneyd-i Bağdadî de: "Kul, Allah'dan başkalarının esâretinden sıyrılmadıkça gerçek kulluğa eremez" [1] tembihinde bulunur.
Bir başkası, bir adım daha atarak, duygu, düşünce, tavır ve davranışların müstetbaatının bile ağyara kapalı olmasını salıklar ve şöyle seslenir: "Eğer nâmus davulunu çalmak istersen, yıldızlar çarkından geç; zira, bu zillerle mâlemâl çember, bir rüsvaylık defidir."
- tarihinde hazırlandı.