İnsanın Değişebilen Davranış ve Tutumları

Aslında insanın ihtiyaçları, varlığı içine alacak kadar geniş ve ebedlere uzanacak kadar da derindir. Her şeyden evvel o ebed için yaratılmıştır; ebede namzettir. Arzuları, istekleri sınırsız, beklentileri de sonsuzdur. Bütün dünyalar ona verilse açlığı giderilemez ve emelleri de sona ermez.. o, açık-kapalı her zaman dünyanın ebediyetini temenni ettiği gibi, başka ebedi bir yurdun mevcudiyetini de beklemektedir. Azıcık kalbinin menfezleri açık olan herkes, cenneti ve cennet bütün ihtişam ve güzellikleri ile Cemâl'inin küçük bir gölgesi olan, o güzeller güzeli Yüce Yaratıcıyı görmeyi de arzu eder.

İnsanoğlu kendi sıfat ve tavırlarının çocuğudur. Onun iyi veya kötü vasıflarından hangisi galebe çalarsa o da, o türden vasıf ve davranışlar göstermeye başlar. Bazen canavar duygulu bir insan haline gelir; öz kardeşini bile dişler.. bazen ay yüzlü bir Yusuf'a dönüşür, zindanları aydınlatır ve cennet koridorlarına çevirir. Bazen öyle melekleşir ki, ruhanileri bile gıptaya sevk eder. Bazen de şeytanları utandıracak şirretlikler sergiler. Mevlâna: "Bazen melekler bizim nezahet ve inceliğimize imrenirler; bazen de şeytanlar küstahlığımızdan ürperirler" derken, zannediyorum, insanoğlunda birbirinden çok uzak bu iki yakanın, aynı zamanda ne kadar iç içe olduğunu vurgulamak istemişti.

Evet insan bazen semâvîleşir ve gökler kadar bir derinliğe ulaşır; bazen de o kadar bayağılaşır ki, yılanlara-çıyanlara rahmet okutturur. O, ne esnek ve eksantriği geniş bir varlıktır ki, çeşitli meziyetlerinin yanında bir sürü de rezileleri; sînesinde dünya kadar güzellikleri barındırdığı aynı anda dünyaları aşkın fenalıklara da açıktır.. iman, marifet, muhabbet, ruhanî zevkler ona kalbi kadar yakın; insanları sevme, herkesi kucaklama, iyilik duygusu ile oturup-kalkma, hayatını başkalarını yaşatmaya bağlama, kötülükleri iyiliklerle savma, sevgiyi sevip ruhundaki düşmanlık duygusuna karşı her zaman savaş vaziyetinde bulunma ona kendi ruhunun sesi-soluğu kadar sıcak; hırs, kin, nefret, şehvet, iftira, yalan, tezvir, riya, komploculuk, çıkarcılık, bencillik, korkaklık, şöhretpereslik.. gibi fena duygular da ona pusu kurmuş, zayıf anlarını kollamaktadırlar. O, iyi vasıf ve olumlu davranışlarıyla kâinatların efendisi olabilme kıvamında iken, bazen kötü duygu ve kötü tutkuların pençesine düşerek bayağılardan bayağı bir tutsak haline gelebilmektedir. İşte böyle bir insan zâhiren hür görünse de, hakikatte zavallılardan zavallı bir köledir. Aslında insan, kendi içinde sürdürdüğü savaşta -ki din buna "cihad-ı ekber" diyor- başarılı olduğu ölçüde hür ve faziletlidir. Onun, kendi mahiyetindeki potansiyel derinlikleri inkişaf ettirmesi ve Hak'la münasebete açık ikinci bir tabiata ulaşması, ruhunun derinliklerinde gerçekleştirdiği bu savaşı kazanmasına ve başı-ayakları aynı noktada birleşerek halka halini almışlık içinde bir tevazu ve mahviyetle bu zaferi duymasına bağlıdır.