Kur’an ve Peygamberimizin İfadelerinde Tevekkül

Sebeplere tevessül ile beraber onlara tesiri hakiki vermeme, derecesine göre hem bir tevekkül -herkes için- hem bir teslimiyet -eşyanın perde arkasına uyananlar için-, hem de bir tefviz ve sikadır -huzur erleri için-.. Allah Rasûlü (sav) irade ve cehd u gayreti, tefviz u tevekkül ile iç içe ne hoş ifade buyururlar: Eğer Cenâb-ı Hakk’a layıkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizi, sabah yuvasından aç ayrılıp, akşam tok olarak dönen kuşların beslendiği gibi rızıklandırırdı." Bu peygamberâne sözden herkes seviyesine göre bir şeyler anlar:

1. Avam, bundan Hz. Mevlana’nın hadis iktibaslı: Evet, tevekkül her ne kadar rehber ise de, sebeplere riayet de Peygamber sünnetidir. Hz. Peygamber (huzuruna girip de: "Devemi bağlayayım mı, yoksa tevekkül mü edeyim?" diyen bedeviye) yüksek sesle, "Devenin dizine ipini vur, öyle tevekkül eyle!" [2] beyanı çizgisinde herkese açık Allah’a itimat manâsına anlar ki: "Tevekkül edecekler başkasına değil, sadece ve sadece Allah’a güvenip dayansınlar" (İbrahim/12) ayeti buna işaret eder.

2. Hayatını kalp ve ruhun yamaçlarında sürdürenler ise bundan, kendi havl ve kuvvetlerinden teberri ile Allah’ın havl ve kuvvetine teslim olup, gassalin elinde meyyit haline gelmeyi anlarlar ki: "Gerçek mü’minler iseniz Allah’a itimad-ı tâmme içinde bulunun!" (Mâide/23) fermanı bunu ihtar eder.

3. Fenâfillah ve bekâbillah zirvelerinde dolaşanlara gelince, bunlar Hz. İbrahim gibi ateşe atılırken bile "Cenâb-ı Hakk’ın benim halimi bilmesi, benim bir şey istememe ihtiyaç bırakmamıştır" (Zümer/38) tefvizi veya İnsanlığın İftihar Tablosu gibi, düşman gölgelerinin mağaranın içine düştüğü ve herkese ürperti veren tehditlerinin Sevr’in duvarlarına çarpıp yankılandığı esnada bile, fevkalâde bir güven ve emniyet içinde: "Tasalanma, Allah bizimle beraberdir!" (Tevbe/40) sözleriyle ifade edilen sikayı anlarlar ki: "Kim Allah’a tefviz-i umûr ederse O, ona kâfidir" (Talâk/3) beyanı da bu gerçeği hatırlatır.

Tefviz en yüksek mertebe, sika en âlî makamdır. Bu mertebeyi tutan ve bu makamın hakkını veren, sadece aklıyla, mantığıyla, inançlarıyla değil, bütün zâhir ve bâtın duygularıyla Hakk’ın emir ve iş’arlarında erir ve O’na bir mir’ât-ı mücella olur. Mertebeler üstü bu mertebenin kendine göre bir kısım emareleri de vardır:

1. Tedbiri takdir içinde görüp sükûnet bulmak,
2. İradesini gerçek iradenin gölgesi bilip asla yönelmek,
3. Kahrı, lütfu aynı görüp bütün benliğiyle kazaya rıza göstermek bunlardan bazılarıdır.

Bu manâda tefvizi, Minhac sahibi şöyle resmeder:-Ben her işimi Sevgiliye bıraktım; artık o ister beni ihya eder, isterse itlaf." Bir güzel söz de Enderûnî Vâsıf’tan:

"Gelir elbet zuhûra ne ise hükm-i kader
Hakk’a tefviz-i umûr et ne elem çek, ne keder."

Tefvizle alâkalı sözlerin en güzellerinden birini de:

"Hakk şerleri hayreyler,
Sanma ki gayreyler,
Arif anı seyreyler
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler

Sen Hakk’a tevekkül kıl,
Tefviz et ve rahat bul,
Sabreyle ve razı ol
Mevla görelim neyler,
Neylerse güzel eyler."

matlaıyla başlayan tefviznamesinde İbrahim Hakkı söyler.

[2] Tirmizî, Kıyâme, 60.