İrade ve İmtihan İlişkisi

Şimdi bu kısa ve öz açıklamalardan sonra, irade ile imtihan olma meselesini incelemeye çalışalım:

1. Öncelikle biz irademizle imtihan oluyoruz. Bu kadar küçük bir şeyle (eğilim veya eğilimde tasarruf) nasıl böyle büyük neticeler elde edilebiliyor? Halbuki, sebeple müsebbeb arasındaki münasebetin, aklî ve mantıkî buudlarda olmaması, bize O'nun büyüklüğünü ve o mutlak büyüklüğün çok önemli bir buudunu gösteriyor. -Yalnız bu buud tabiri kemmiyet ve keyfiyet ifade ettiğinden, bunun Allah'a isnadı hata olabilir. Eğer hata ise Rabbim affetsin- Evet, Bediüzzaman Hazretleri'nin ısrarla üzerinde durduğu gibi bir çekirdekten koca bir çam ağacının meydana gelmesi, bir yumurtadan veya daha doğru bir ifadeyle yumurtanın içindeki küçücük bir "ukde-i hayatiye"den civcivin meydana gelmesi.. hepsi Allah'ın kudretinin, kuvvetinin birer tecellisidir. İşte bizim iradelerimiz de bu ölçüde bir şeydir. Yani o çekirdeğin veya o ukde-i hayatiyenin bir ağaç ve bir civcivdeki rolü ne ise, bizim iradelerimizin de yapageldiğimiz işler ve o işlerin neticelerindeki -ne kadar büyük olursa olsun- rolü odur. Aslında bütün bunlar "Allah-u Ekber" gerçeğinin birer göstergeleridir. Onun içindir ki günde beş defa ezan vesilesiyle minarelerde 30 defa Allah-u Ekber diyor veya dinliyoruz. Hatta "-Daha yok mu?" ufkunda dolaşan mü'minler, bunu kafi görmüyorlar da namazların sonunda 33 defa "Allahu Ekber" diyerek bu hakikatı bir kere daha ilân ediyorlar.

2. İradenin mahiyeti ne olursa olsun, madem ki Allah bazı şeyleri onun üzerine bina etmiştir; öyleyse ona itibar etmek lazımdır. Zira Allah, geleceğimizi, bizim iradelerimiz üzerine kurmuştur, yani geleceğimiz adına irade, bir bakıma plân ve proje gibidir. Onun için Ehl-i Sünnet olarak biz, ne Mu'tezilîler gibi ifrata, ne de Cebrîler gibi tefrite düşmeden, iradeye gerçek değerini vererek dengeyi korumuş oluyoruz. Evet, bazıları "doğduğumdan bu yana hep O'nun dediği oluyor" deyip iradenin hiçbir kıymeti olmadığını iddia ederek, bazıları da iradeyi her şey görüp, hatta "O'nun haricî vücudu bile vardır" diyerek imtihanı kaybediyorlar. Ehl-i Sünnet'e gelince onlar, "irade itibarî bir varlıktır. Madem Allah (cc), irade üzerine çok şeyleri bina etmiştir. Öyleyse iradenin küçüklüğüne veya yaratmanın, yaratı-lanın büyüklüğüne bakıp aldanmamalı" diyor ve böyle bir düşünce ile; veya düşüncede istikameti yakalamakla imtihanı kazanıyorlar.

İşte biz, bu çerçevede iradeye gerçek değerini verip Ehl-i Sünnet çizgisini yakalıyor, geleceğimize, hususiyle de işleyeceğimiz günahlara, hep bu açıdan bakıyoruz.

3. İradenin Allah'ın gösterdiği istikamette ve makul sınırlar içinde kullanılması da çok önemlidir. Meselâ sizler, savunageldiğiniz dava adına ölesiye koşturur ama iradenizin hakkını tam vermez, onu dengeli bir biçimde kullanmaz, kullanamaz veya iradenizi kuvvetlendirecek sair unsurlar ile onu besleyemezseniz birtakım önü alınmaz yanlışlıklar içine düşmeniz her zaman söz konusu olabilir. Yani Asr-ı Saadet şablonunu, içinde yaşanılan şartları, insan ve irade faktörünü hesaba katmadan, "hizmet için sokağa dökülecek, silahlı mücadele yapacak, siyasî yolları deneyecek, âlemle yaka-paça olacak ve hedefe bu yolla yürüyeceğiz" der, ayak diretirseniz, irade mevzuunda imtihanı kaybetmiş sayılırsınız. Halbuki irade, mantıkî ve hissî boşluklara çarpmamalı, çeşitli destekleyici unsurlarla daima beslenmelidir. Hatta bu bağlamda irade, mutlaka şuur ile birleştirilmelidir. Böylece o, daha bir derinliğe ulaşacak ve mehbit-i vahy-i İlâhî veya ilhâm-ı İlâhî olan lâtife-i Rabbaniye, irade hesabına harekete geçebilecektir. İşte o zaman vahyin veya ilhamın aydınlatıcı tayfları altında irade, ister ubudiyet isterse hizmet alanında çok farklı buudlara ulaşacaktır ki, Allah da yapılan ibadet ve hizmetlerin birini binlere yükseltecektir. Mantıkî ve hissî boşluklar içine düşülmeden yapılan böyle iradî hizmetler neticesi imtihan da kazanılmış olabilir.