Zevk Sürûru

Zevk sürûru ki; sâlikin, Envâr-ı Hak'tan uzak kalma ve O'ndan kopup gitme endişesine, marifetsizlik zulmetlerine yenik düşme korkusuna ve yalnızlık vahşetine maruz kalma telâşına karşı, bir teselli soluğu ve şifâ-bahş bir ilâhî iksirdir. Avâmın, Envâr-ı Hak'tan uzak kalma ve Hak'tan kopup gitme endişesi daha çok, Cennet'i çepeçevre sarmış bulunan mekârihi aşamaması, Cehennem'i ihâta eden şehevâta takılıp kalması; havâssın yalnızlığa maruz kalma korkusu, mehâsine ve maruf olan şeylere iştiha duymaması, mesâvî ve sû-i ahvâli de kerih görmemesi; haslar üstü hasların yalnızlık ve gurbet telâşı ise, dünya ve ukbâ, bura ve öteler arasındaki tercihte duraklama, âhesterevlik etme şeklinde kendini gösterir. Bütün bu hususlar derecesine göre herkes için birer tasaya sebeptir. Ve sebeplerinin rüçhâniyetiyle gönül ufkunda doğan sürûr da bu tasaya karşı ilâhî bir inşirah vesilesidir. Evet, ister bilgi ve marifetin zıddı olan cehalet, ister yanlış davranış ve taşkınlıkların esası olan bilgisizlik olsun, bunlar, birer birer veya hepsi birden ruhlarda keder ve tasa kaynağıdırlar. Yer yer sînelerde sürûr tecellisiyle Hazreti Enîs-i Mutlak, zaman zaman insan ruhunu saran ilhad, inkâr ve dalâlet zulmetlerini giderir ve dostlarının gönüllerini kendi nûrâniyetiyle aydınlatarak, onları Nur Âyeti'nin mazharı birer ışık kaynağı haline getirir. Buna, Cenâb-ı Hakk'ın sevdiklerini karanlıklardan ışığa çıkarması; çıkarıp onların gönüllerini marifet nurlarıyla ihyâ etmesi ve nefha-yı sübhâniyesiyle onları ebediyete namzet kılması da diyebiliriz ki,

"Allah imân edenlerin dostudur; onları (inkâr, ilhad ve dalâlet) karanlıklarından kurtarıp (imânın, İslâm'ın, ihsanın) nuruna kavuşturur" (Bakara, 257) âyet-i pürenvârı..

"Ölü iken îmân ile diriltip kendisini nurlandırdığımız, o ışıkla yürüyen, hiç (inkâr) karanlıkları içinde kalıp ondan çıkamayan kimse gibi olur mu?" (En'âm, 122) beyan-ı sübhânî gibi pek çok Kur'ân âyeti bu ilâhî teveccühün belli buudlarına işaret eder.

İnsan ruhunun, hakikî menba-ı feyzi olan lâhut âleminden cüdâ düşerek dağınıklıklara dûçâr olmasına, vahşet duymasına, tatminsizliklere maruz kalmasına, başka arayış ve başka beklentilere sürüklenmesine karşılık "Biliniz ki kalbler ancak Allah'ı anmakla huzur ve itminâna kavuşur" (Ra'd, 28) ufkunun şuâlarıyla beslenen kalb, sürûr-u ilâhî mevhibesini zevk ederek her türlü olumsuzluğun hakkından gelebilecek bir aşkınlığa ulaşır.