Hazreti Adem’de Vahdet ve Kesret Anlayışı

Hazreti Adem'in hilafet pâyesiyle şereflendirilmesinin arkasında, onun esmâ-i İlâhiye'ye vukufu ve o isimlerin müsemmâları da diyebileceğimiz eşyâyı iyi okuması, derken esmâdan Müsemmâ-i Akdes'e yönelmesi ve her şeyin mâhiyetini, hakikatini kavraması olsa gerek. O, kendisine talim edilen isimleri müsemmâlarıyla, müsemmâları da kendilerine ait hususiyetleriyle okumuş, değerlendirmiş ve her şeyin çehresinde vahdet gerçeğini temâşâ ederek kesret dağdağasından kurtulmuş ve bütün perdeleri aşıp gönlündeki kenz-i mahfînin ihsas ve ışığıyla Hazreti Zât'a yürümüştü. Başka bir yaklaşımla o, şeriat-ı fıtriye de diyeceğimiz tekvinî emirlerin suret-i cereyan ve televvünlerinin çehresinde ulûhiyete ait esrârı, hem de kusursuz olarak okumuş ve "Hakâiku'l-eşyâu sâbitetün" hakikatini duyduğu aynı anda, Hazreti İlim ve Vücud'un tesirlerini de ilan ederek, melekûtun dilrubâ kametleri meleklere "Münezzeh ve mukaddessin ya Rab! Biz, Senin bize bildirdiğinden başkasını bilemeyiz; her şeyi hakkıyla bilen Sen, hikmetle yaratan da Sensin..." dedirtmişti ki bu, Hakk'ın mükerrem ibadından daha mükerremlerin de bulunabileceğinin ilanı ve insanoğlunun hilafetine de ciddi bir vurgu demekti.