Zafer ve Geçmiş Milletler

Milletler, zaferleriyle tarihe girmişlerdir. Kültür ve medeniyet -ekşi, tatlı meyveleriyle- hep zafer kaideleri üzerinde gelişmiştir. Ümrânlar, fâtih ve muzaffer kumandanların geçtikleri yerlerde yeşermiş ve mevcudiyetlerini de, fetih ve zaferlerle devam ettirmişlerdir.

Roma, Romalı askerin sefer ve zaferleriyle ihtişâma erdi. Ve her gün yenilenen zafer tâklarıyla devlet diri ve ordu da disiplin içindeydi. Romalı asker sefer ve zaferi unutunca, devlet korkunç bir "migren"e, millet de onulmaz bir "miyokardit'e tutuldu. Bundan ötesi ise, dahilî kargaşa ve tıpkı kan kanserine müptela bir bünye gibi, içten içe eriyip tükenme.

Atina, kördüğümü çözen muzaffer askerin omuzlarında yükseldi ve yıldırım süratiyle, bir baştan bir başa bütün cihana sesini duyurdu ve kendini tanıttırdı. O da muzaffer askerini tarihin bağrına gömdüğü gün, bütün dünyaya karşı fermuarını kapatarak içten içe erimeye durdu...

Artık orada da, eski yiğitler, yerlerini bir kısım iğdişlere, hakikî kahramanlar da "mit"lere terk ediyorlardı. Alabildiğine sarsık ve zebûn olan bu dönemin Atinalısının perspektifinde, sadece eski metrûkâtın mozayiği vardır. Ne gariptir ki, batı da, onun bu jelatinli dönemine vurulmuş ve çaputlara sarılı "Helene"yi, ibrişim ve danteller içinde Rönesans mihrabına yerleştirmiştir. Bu hareket ise, fecrinde tek zafer yıldızı doğmamış batının, ustûrevî bir yıldızı popülarize ederek, gecesinde binlerce yıldızın kol gezdiği bir dünyaya yutturmasından başka bir şey değildir. Vâkıa batı, hep aynı akrobatlıklarla sahneye çıkmış ve aynı gözbağcılıkları yapmıştır. Evet, başkalarının zaferlerini, allayıp, pullayıp sahneye koymak dururken, ne gerek var zaferin yüksek ve meşakkatli tepelerini aşmağa!?.