Tasavvuf Ehli ve Vahdet-i Vücud
Hulâsa; vahdet-i vücûd, bir makam değil, bir hâldir ve sâlikin marifet ufku itibarıyla duyup sezdiği, zevk edip yaşadığı bir vahdet bilgisinin ünvanıdır. Böyle bir seviyeye ulaşan bu meşrepteki bir sâlik, hakikî varlığın tek olduğunu, o da Hakk'ın varlığından ibaret bulunduğunu bir hiss-i bâtınla duyar.. ve her şeyi, o Mutlak Vücûd'un ziyası karşısında ya bir gölge olarak hisseder veya hayali bir mevcûd sayar. Ne var ki, sofiyeden vahdet-i vücûdçular böyle bir hissî marifeti, nazarî ve felsefî olarak değil; yaşayarak ve kalbî tecrübeleriyle test ederek vicdanlarının bir buudu haline getirir, sonra da, gerekiyorsa beyan güçleri ölçüsünde onu ifade etmeye çalışırlar. Onların, kesrette vahdet ve vahdette kesretle alâkalı ifadeleri, vahdetin esas, kesretin ise hayal olduğu mülâhazasıyla hep bu sübjektif ve vicdanî duyuşun sesleri ve yorumlarıdırlar. Zâten oturup kalkıp, her şeyde O'nun isim ve sıfatlarının tecellilerini müşahede eden bir hâl ve zevk erinin başka şekilde olması da düşünülemez. Evet onlar, akıl ve hayalin ulaşabildiği ufukların çok ötesinde, o Yüce Varlığın huzurunu duyarak "Sen" der kendilerinden geçer ve "Cemalin nice yüzden görem diyen dilber, şikeste aynalar gibi pâre pâre gerek" şeklinde hislerini mırıldanarak hep o Mevcûd-u Meçhule yönelirler.
- tarihinde hazırlandı.