Ülke ve Milletimizin Haline Ağlamak

Geçmişin şanlı ve ibret dolu sayfaları ve hâlin düşündürücü tabloları karşısında, kim bilir şimdiye kadar, içlerinde burkuntu, ruhlarında hüzün niceleri ağlayıp inledi. Niceleri; şanlı fakat gurûru rencide olmuş bir milletin; muhteşem, fakat hırpalanmış bir devletin; her tarafı "bağ-ı irem" ken, vîrânelere dönmüş bir ülkenin, yürekler acısı umumî manzarasıyla âh u efgân ederek iki büklüm olup gitti.

Kaç defa insanımız, Eyyûb (as) gibi hayat çeşmesinin çağıltılarını duyup sevindi, kaç defa Yakup'un (as) hasreti içinde, Mısır’dan gelen gömleğin kokusundan dem vurup avundu ve kaç defa, şafak sonrası, yıllar süren bir upuzun gecede, elinde ümitten meşale, gözleri dolu dolu "seniyye-i vedâ" türküleriyle güneşin yakında doğacağını mırıldanıp durdu... Aslında, bugüne kadar bir buhurdanlık gibi tütüp duran, gözlere aydınlık bu müjdeler olmasaydı, belki de biz ve ülkemiz bir bilinmez kara deliğe kapılarak zâyî olup gidecektik.! Evet, bin hasret ve iştiyak, bin ümit ve azimle, geleceğe açılanların ak ikliminde, birbirini kovalayan ışık tufanları sâyesindedir ki toplum, şu karmakarışık labirentlerde özünü koruyabildi ve millet, kendi orijiniyle bugünlere geldi ulaştı.