Kurb’un İki Türü

Evet, kurb-i umûmî, herkesi ve her şeyi şemsiyesi altına almasına mukâbil, kurb-i husûsî; imâna dayanır ve Allah’ın, iyi-güzel-doğru dediği hususların yaşanıp yerine getirilmesiyle gerçekleştirilir ki, bu da ancak, kurb yolunu bulmuş olan, sonsuza uzayan koridora girmiş bulunan, her gün ayrı bir iman derinliğiyle sabahlayan-akşamlayan ve "Şüphesiz Allah, takvaya sarılanlar ve ihsan şuuruyla iyiliği ve güzelliği tâkip edenlerle beraberdir" (Nahl/128) ufkunda seyahat eden bahtiyarlar için bahis mevzuudur. Bu mertebeyi yakalayanlar nefes alırken "Şüphesiz beraberimdedir Rabbim ve bana yol gösterecektir" (Şuarâ/62) derler; nefislerini verirken de "Şüphesiz Allah bizimle beraberdir" (Tevbe/40) der kurbet soluklarlar.

Kurb-i hususide îman şuuru ve ihsan hakikati, gözde ziyâ ve cesette can gibidir. Bu iki temel esasa bağlı olarak farz ve nâfilelerin yerine getirilmesi ise, nâmütenâhinin semâlarına açılmada iki nûrânî kanat mesâbesindedir. Evet, insanı Allah’a yaklaştırma yollarının en emini, en kestirmesi ve en makbûlü farzları edâ yoludur. Ve gerçek mahbubiyet ve dolayısıyla da kurbet ise, sınırlı ve kayıtlı olmayan nâfilelerin nâmütenâhî, engin ve vefâ tüten iklîminde tahakkuk eder. Hakk yolcusu, her an ayrı bir nâfilenin kanatları altında sonsuza uzanan yeni bir koridorda kendini bulur, yeni bir mazhariyete ulaştığını hisseder; farzları edâya daha bir iştihâlı [1] ve nâfilelere karşı da daha bir iştiyaklı [2] hâle gelir. Bu nokta ve bu manâya uyanan her ruh, Allah’ı sevdiği ölçüde, vicdanında Allah tarafından sevildiğini de duyar ve bir kudsî hadiste ifâde buyurulduğu gibi, artık onun işitmesi, görmesi, tutması, yürümesi doğrudan doğruya meşîet-i hâssa dairesinde cereyan etmeye başlar.

Diğer bir ifâde ile, farzlarla "kurbet" insanın makâm-ı mahbûbiyete ulaşmasının ve Hakk’ın sevip hoşnut olduğu kimseler arasında bulunmasının ayrı bir ünvânı, nâfilelerle kurbet ise, onun hareket ve davranışlarının Zât-ı Hakk’a izâfe edilmesi makamıdır ki, "Onları, siz öldürmediniz, bilakis onları Allah öldürdü, attığın vakit de sen atmadın ve lâkin Allah attı" (Enfâl/17) gölgesinde herkese husûsî bir iltifat ve teşriftir.

[1] Bkz. Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 1; Müsned, 3/129, 199, 285; Mecmau’z-Zevâid, 2/271.
[2] Buhârî, Rikak, 38; Müsned, 6/256.