Kendi Tarihi ve Milli Değerlerimizin Ehemmiyeti

Türk tarihinin altın çağları hep bu esprinin kavrandığı zamanlara rastlar. Şimdi eğer sesimizi tutarak, hafızalarımızı harekete geçirerek kendi tarihî perspektifimize sahip çıkabilirsek, bir zamanlar dalga dalga dünyanın dört bir yanına yayılmış kendi sesimizi, kendi sözümüzü derleyip-toparlayıp bir kere daha dinleyebilir; teneffüs ettiğimiz atmosferden ebediyetin enginliğini duyabilir ve onu duyabildiğimiz ölçüde de içlerimize sevinç olup akan talihimizin tebessümleşen emin ve âsûde dünyalarını, tıpkı ciğerlerimizi oksijenle doldurduğumuz gibi, huzur ve itminanla doldurabiliriz. Başka dünyalarda bin bir hesabın uyuşup bu yekûne varması, birbirinden farklı, ama birbirinin tamamlayıcısı, bütün vâridat kaynaklarının bütünleşerek aynı noktaya akması bile duygularımıza katiyen bu zenginliği veremez.

Bir zamanlar, bu değerler bize o kadar yabancılaşmıştı ki, bu ayrılığı hissetmeyecek kadar vahşileşen duygu ve düşüncelerimizle, bizden kopup giden şeyler karşısında "elveda" deme ölçüsünde olsun vefa hissimizi ortaya koyamamıştık. Evet, elveda yüksek mefkûremize! Elveda büyük millet olma şuuruna! Elveda dünya muvazenesindeki yerimize! Elveda tarihin ruhuna hürriyet, hak, adalet anlayışını üfleyen gönüllere! Elveda şefkat, merhamet ve istikamet atkıları üzerinde örgülenmiş esâtîrî millete! Elveda hayat felsefemize ve toplum telâkkilerimize! Elveda bütün değerlerimize ve değerler üstü değer taşıyan kriterlerimize diyememiştik.. diyememiş ve koskocaman bir tarihin yağmalanmasına ve şurada-burada çürümeye terk edilişine sessiz kalmıştık. Dahası, bu dünya en hoyrat tecavüzlerle sarsılırken, sarsılıp her gün kendi özüyle alâkalı yüzlerce cevherin sağa-sola saçılışını, her şeyin ürperten bir tükenişi haykırdığını duyamamıştık.