İnsan-ı Kâmilin Temkinli Davranışları

İnsan-ı kâmil, her şeyin Hak'tan geldiği şuuruyla kendi mahlûkiyet ve kulluk sınırlarını korumada fevkalâde hassas hareket eder ve ne mazhariyetlerini şatahat vesilesi yapar, ne de âyinedarlığında ayniyet iltibasına düşer. Kendisindeki mevhibeleri kâmilâne aynadarlık yapma ölçüsünde, ilâhî sıfât ve zâtî şe'nlerin bir tecellisi ve ehadiyet-i ilâhiyenin de bir mazhar-ı tâmmı olarak duyar, zevk eder ve mehabetle iki büklüm olur. İnsan-ı kâmilde böyle bir hâl, onun nefis ve enaniyeti açısından yok olup, kalbî ve rûhî hayatı itibarıyla yeni bir mevcudiyete ermesi hâlidir ki; buna, bizzat var olmayan birinin, O'nun vücuduyla hakikî var olmayı zevk etmesi de diyebiliriz. Mevlâna, Divan-ı Kebir'inde, bu mazhariyet ve bu payenin kahramanlarıyla alâkalı olarak şöyle der: O makamda var olan bana yok göründü, yok olan da var. Bir cana benzeyen dünyanın ötesinde, O'nun sevdasıyla başları dönmüş varlıklar gördüm. Hepsi de, tertemiz vefa ve safâ içindeydiler."