Zuhur, Tecelli ve Allah’ın Yaratması
Varlığın Allah'tan olması, arz edildiği gibi, O'nun esmâ ve sıfâtının tecellisi demektir. Bunu, tek kelime ile "yaratma" olarak tarif ediyoruz. Yoksa bu, bir zuhur değildir. Zuhur, kâinatta gördüğümüz her şeyin O'nun varlığından ibaret olmasını gerektirir. Oysa burada bir Yaratıcı-yaratılan farklılığı söz konusudur. Allah Allah'tır, mahlûkat mahlûkattır. Mahlûkattaki noksanlıklar, ilim, hayat, görme, işitme, güç-kuvvet, ölme, acı çekme, ihtiyaç duyma, öncelik, sonralık gibi bütün hâl ve hususiyetlerde görülen kusur, eksiklik, zamana ve mekâna bağlılık... evet bunların hepsi, ortada bir zuhurun olmadığını gösterir. Meselâ, bir kitapta yazarın ilmini, kabiliyetlerini ve daha pek çok hususiyetlerini görürsünüz. O kitabın mânâsı, onun asıl varlığıdır ve yazara aittir. Fakat o kitap, ne yazarın zuhurudur, ne de aynısıdır. Onun sadece bir eseridir; tabir yerindeyse, ondaki kabiliyet, isim, sıfat veya hususiyetlerinin tecellilerinin toplamıdır. Yazarın yaratma kabiliyeti olsa ve kitaba can verebilse idi, o kitap yine yazarın zuhuru da, kendisi de olmayacaktı. İşte, tecelli ile zuhur arasındaki farkı, bir misal çerçevesinde böyle izah edebiliriz. Monizmin temelinde zuhur düşüncesi vardır. Oysa hakikatte, tecelli söz konusudur. Cenâb-ı Hakk'ın esmâ ve sıfatlarının tecellileri, eşyaya lûtfettiği hassalara göre oluyor. Eşyanın maddiyeti, bir bakıma o hassaları belirliyor ve esmâ ve sıfâtın tecellilerini sınırlıyor, kendi kalıbına döküyor. Eşyadaki bu hassalar da şüphesiz Cenâb-ı Hakk'ın iradesiyledir; fakat bu hassalardaki noksanlık, onların her bakımdan mükemmel olamaması, zaten onların birer mahlûk olduğunu gösteriyor ve onların 'ötesi'nde bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf bir Varlığa işaret ediyor. Yani eşya, hem varlığı ve sahip bulunduğu hususiyetlerle, varlığının ve hususiyetlerinin asıl kaynağı ve onların hepsine aynı anda ve kâmil derecede sahip Varlığı gösteriyor; hem de, bu hususiyetlerdeki noksanlıkla, onların asıl sahibinin kemâline işaret ediyor.
Kaldı ki, ortada bir de mükellefiyet durumu var. Bize irade verilmiş ve bunun karşılığında üzerimize birtakım sorumluluklar yüklenmiş. Bunları duyuyor ve yaşıyoruz. O halde, bu sorumlulukları nasıl bize tebliğ eden bir peygamber ve ona da o sorumlulukları yükleyen bir Zât varsa, demek ki bu sorumluluklarla yüklü olan bizi, onları yükleyen Zât'la aynı görmek veya bizi O'nun zuhuru görmek, tam bir dalâletten başka bir şey değildir.
- tarihinde hazırlandı.