Sofiyenin Nefis ve Ruh Mütalaası

Nefis ve ruhu ayrı ayrı cevherler kabul edenler, nefsi, insanın derununda fena huy ve fena sıfatların merkezi, ruhu da ahlâk-ı hamîde ve insanî değerlerin kaynağı görmüş, akla ruhun lisanı, basirete de onun tercümanı nazarıyla bakmışlardır. Bu yaklaşıma göre, akıl, nefisle değil, ruhla irtibatlıdır. Bu görüşü benimseyenlerce ruh, ilim, irfan, firaset, ilham, yakîn ve vicdan mekanizmasıyla mahiyet-i insaniyenin özü, esası ve hakikatidir. Sağlam ve arızasız bir bedende ruh, gözde basar, lisanda zevk, kulakta duyma, ağızda tatma, burunda koklamanın -esbab plânında- biricik merciidir.

Ruhun bedenle şuuru aşkın bir aşk u alâka irtibatı da vardır; ama bu onun, her biri esmâyı ilâhiyenin ayrı bir tecellisi sayılan cismâniyete ait ahval ve hususiyetleri beden vasıtasıyla duyup zevk etmesi ve "hakka'l-yakîn" çerçevesinde maddenin mahiyetine nüfuz edebilmesi itibarıyladır. Tabiî bunların hiçbiri, ruhu ve nefsi aynı mânâda kullananlar için söz konusu değildir. Onlar ruhu nefis, nefsi de ruh kabul eder.. ve "ruh-u nebatî", "ruh-u hayvanî", "ruh-u insanî" dedikleri gibi, "nefs-i hayvanî", "nefs-i insanî" de demiş; sonra da bu nefsi -Kalbin Zümrüt Tepeleri'nde geçtiği üzere- "nefs-i emmâre", "nefs-i levvâme", "nefs-i mülhime", "nefs-i mutmainne"... şeklinde taksim etmiş ve itminan mertebesini de bir doruk saymışlardır. Erbab-ı hakikatin çoğunluğuna göre bu seviyeye yükselen bir nefis artık, mezmum işlerden bütün bütün uzaklaşır ve şer'an memduh amellerle bütünleşir; derken bir adım daha atarak hatırâtını dahi kontrol altına alır ki, işte böyle bir ufka ulaşan hak erinin üzerinde ruhanîlik âsârı nümayan olmaya başlar; ardından da ona "ilm-i gayb" kapıları aralanır ve zamanla böyle bir nefis mahz-ı ruh hâlini alır. İsterseniz buna, nefsin ruh kisvesine bürünmesi ve nefsanîliğin ruhanîlik hâline gelmesi de diyebilirsiniz. Bunu biraz daha açabiliriz: