İbadet Saatlerinde Uhrevi Düşünceler

Biz, dünden bugüne bu ülkede ibâdet saatlerini, ezan seslerini hep gök kapılarının gıcırtıları gibi duymuş, dinlemiş ve ötelere açıldığına inandığımız bu menfezlerden sonsuzluğu rasat etmeye koşuyor gibi mabede koşmuş, ibâdetle gerilime geçmiş ve ötelerin hülyalı âlemlerine açılmışızdır. Evet, hemen her zaman, ezan ve ibâdet dakikalarında güya öbür âlemin rengârenk güzellikleri ve meleklerin ruhlarımızı kanatlandıran nefesleri gönüllerimize doluyor gibi olmuş ve varlığın daha bir bayıltıcı hâl aldığı o sihirli zaman parçalarında daha esrarlı bir güzellik ruhlarımızı sarmıştır. Ülkemiz kadar güzel ve füsunlu ve biraz da gönüllerimize uhrevî rikkat salacak şekilde hüzünlü bir başka yer görmedim.. ve göreceğime de ihtimal vermiyorum.. bilhassa, göklerin yere tenezzül mevsimlerinde ve mabetlerden ışıkların boşaldığı günlerde o efsanevî güzellik âdeta tasavvurlar üstü bir hâl alır ve bize yerin-göğün füsûnunu birden yaşatır... Evet, bu büyülü günlerde mabetlerin çevrelerine serpiştirilmiş bulunan bütün evler ve bu evleri saran mahalleler bir bir silinir ve ortada sadece, şerefelerindeki kandilleriyle başını yıldızlar arasına sokan minâreler, minâreler arasındaki mahyalar ve bu ışık dantelası içinde o buğulu ve mehip görünüşleriyle mabetler kalır. Kalır da, günde birkaç defa minârelerinden boşalan lâhûtî sesler bütün çevreyi sarar, bütün sîneleri hoplatır, herkesi ve her şeyi kucaklar ve göklerin meçhul fakat aydınlık derinliklerinde gezdirir. Öyle ki, herkes kendini, ötelerin ışığıyla sarılmış ve sonsuza doğru kayıyor gibi hisseder, her an ayrı bir mârifet iklimiyle tanışır, her an ayrı bir ledünnî zevkin eşiğine kadar ulaşır.. ve şayet bu fikrî seyahatın şuurunda ise, her an ayrı bir irfan derinliğiyle başkalaşır ve bambaşka şeyler duyar ve yaşar.