Ağlamaya Hasret Kaldık

Seccadeler kuruyalı yıllar oldu; seneler var kulaklarımız gönül çığlıklarına hasret.. çöller gibi kupkuru atmosferimiz.. hicranla yanan sinelerin nasıl yandığını hissetmiyor gibiyiz.. çehrelerimiz âdeta birer buz parçası, bakışlarımız anlamsız.. sinelerimizde kıvrandıran acıdan iz yok, simalarımız asla inandırıcı değil.. bu gafletle geleceğe yürümemiz, yürüyüp varlığımızı sürdürmemiz çok zor olsa gerek...

Gözlerimizin yaşı dindiği günden beri, göklerin bereket pınarları da bir mânâda kurudu. Artık yağmıyor ilham yağmurları; bitmiyor güller, lâleler; gökten gelen ışıklar aksak ve vakit vakit esen yeller de perişan.. sema sakinleri âh u efgâna susamış, bulutlaşacak rahmet durmuş gözyaşlarından imdat bekliyor.. Zihnî deyişiyle: "Gül ile sümbülü sanki hâr almış/Süleyman tahtını siyah mâr almış/Zevk u şevk ehlini âh u zâr almış/Gama tebdil olmuş ülfetin çağı..." Kim bilir belki ruhanîler de "iş başı" demek için bizden gözyaşı bekliyorlar. İhtimal biz dört bir yanımızı kuşatan dertlerden âh u vâh edip ağlayınca, melekût ufku da tül tül rahmet yüklü bulutlarla dolacak ve gözyaşlarımızın önünde sürüklenen günahlarımızı, isyanlarımızı, saygısızlıklarımızı, densizliklerimizi gördükçe onlar da sevinç neşideleriyle coşacak ve şefkatle üzerimize boşalacaklar..!

İhtimal bazen bizler, mevlid meclislerinde -şerefi mevlide ait- gül sularını yüzlerimize-gözlerimize sürdüğümüz gibi, gök ehli de, hicranla yanan sinelerin soluklanmaları sayılan gözyaşlarını yüzlerine-gözlerine sürüyor ve bunu kendilerine sunulmuş en değerli bir armağan sayıyorlardır..