Toplumumuzda Huzur ve Maneviyat Vardı

Yer yer muhalif esen rüzgârlarla bu gümüşten atmosferin delindiği, bu masmavi tabiatın renk attığı, çevrenin şöyle-böyle sarardığı da olurdu, ama, umumî havanın her zaman semavîliğe açık olması sayesinde, en şiddetli rüzgârlar bile hemen meltemlere dönüşür, renkler bahara boyanır ve her şey yeniden bir ledünnîliğe bürünürdü. Evet, bu dünyada, ne mütemâdî gaflet ve ondan kaynaklanan laubalîlik ne de sürekli sızı ve çığlık duyulurdu. Bu sihirli dünyada, ara-sıra huzur ve sükûnumuzu yırtıp geçen bir kısım münasebetsiz hadiseler cereyan etse de, devam etmez; başladığı gibi biter ve neticede gelir her şey bir kere daha yerli yerine otururdu; oturur ve millî, içtimaî atmosferimiz yeniden o esâtîrî hâlini alır, cennetlere ve cennetliklere açık sihirli bir uhrevî renge bürünürdü. Öyle ki, henüz göremediğimiz bütün gaybî âlemler, müşahede ettiğimiz varlık ve hâdiselerin önüne çıkıyor gibi olur ve ruhlarımıza ne bilinmedik şeyler fısıldardı. Derken, zamanla bu büyülü vârîdat iç dünyamızın bir derinliği haline gelir ve bizi kendi şivesiyle konuşturmaya başlardı. Bu derûnî hisler, tekerrür ettikçe zamanla ruhlarımıza, karakterlerimize uygun yeni bir bakış ufku kazandırır ve bize ruhaniliğin kapılarını aralardı. Öyle ki bazen bulunduğumuz mekânı semaların arz üzerine sarkmış bir yanı, kendimizi de o sihirli dünyanın sakinleri sanırdık.