Kültürel Açıdan “Eski ve Yeni” Karşılaştırması
Evet, nice rûha mal edilmiş ve şuur altında uyuyan inançlar, kabûller, örfler, âdetler vardır ki, zaman zaman aklın iç dinamikleri, belli sâik ve sebeplerle bu müktesebâtı uyarır, canlandırır, harekete geçirir ve inşâ edip şekillendirir; bazen, tıpkı eski haliyle olduğu gibi gayet net, bazen de biraz renk atıp matlaşmış olarak, ayniyet ölçüsünde bir misliyetle şekillendirip ortaya koyar. Ancak bu müktesebât ne ölçüde insan tabiatına mal olursa olsun, eskilerin ayniyle yeniden gündeme gelmeleri katiyen söz konusu değildir; söz konusu değildir, zira her yeni gün, başlı başına bir âlemdir. Ve gelirken de tamamen kendi husûsiyetleriyle gelir, kendi gurûbuyla da batar gider. Bu itibarla da biz, şuuraltı müktesebâtımızı, birer eski gibi tekrar etmekten daha çok, onlara şartların gerektirdiği bir kısım derinlikler ilâve ederek ortaya koyarız; daha doğrusu, onları, asla dayalı, nesebi sahih taptaze renkler ve derinlikler ilâvesiyle bir kere daha yaşarız. Burada milletçe her zaman tekrar ede geldiğimiz bir hatayı vurgulamakta da yarar görüyoruz. Eskilerin yeniye sağlam bir zemin oluşturması, yeninin de eskiyi daha da açıp geliştirmesi yerine, biz konuyu çok defa birbirinden ayrı iki zamana bağlayıp, bu iki zaman dilimini bazen birbiriyle vuruşturarak, bazen de karşı karşıya getirerek, hep temellerde bir kısım krizlere sebebiyet vermişizdir: Ya, "Yeniler koklanır, sonra çöpe atılır; eskilerse misk-ü amber gibidir, karıştırdıkça çevreye güzel kokular saçar" diyerek, zamanın bir parçasına ait vâridât hakkında ifrat etmiş ya da "Eskiyip gitmiş bu müktesebâttan ne olur ki; ne aranacaksa, yeninin rengârenk dünyasında aranmalıdır" mülâhazasıyla, bu defa da zamanın diğer yanına karşı bütün bütün alâkasız kalmışızdır; kalmış, hem millî zaman mefhumunu göz ardı etmiş, hem de konunun evrensel buudunu görmezlikten gelmişizdir.
- tarihinde hazırlandı.