Gerçek Mü’min İslam’ı Temsil Eden İnsandır
Aslında mü’min bir kalpte, hem İslâmiyet hem de başka inanç ve telâkkilerin yan yana bulunması mümkün değildir. İman, islâm bir kalbe girince, bütün yanlış kabulleri siler süpürür götürür; ibadet onun her yanına kendi rengini çalar ve ihsan şuuru, Hakk’ı görüyor ve Hak tarafından görülüyor olma seralarıyla onu sıyaneti altına alır ve orada sadece O’ndan gelen esintiler kalır.
Temeli imana ve islâma dayanan Allah’la böyle bir münasebet sayesindedir ki, insanın düşünce ve tavırlarında şaşmayan bir doğruluk, mütemâdî bir samimiyet, sürekli bir yardımlaşma duygusu, yürekten bir dayanışma gayreti ve bir uhrevîlik ahlâkı belirir. İşte bu ölçüde, insanın iç dünyasına nüfuz eden iman, mü’minin her halinde kendini hissettirir; memuriyetinde, ticaretinde, çarşı-pazardaki muamelelerinde ve diğer bütün sosyal aktivitelerinde onun davranışlarını tesir altına alır; ruhuna kendi mânâsının şeklini çizer ve zamanla bu resim onun tavırlarında okunan mânevî bir kaside haline gelir ki; "Görüldüğünde Allah hatırlanır." dedikleri de işte bu kıvamdaki bir mü’min olsa gerek...
Bize göre hakiki mânâda iman ve islâm düşüncesi işte budur ve "din" dediğimiz vaz’-ı ilâhî bunların mecmuunun unvanı, diyanet de bu yüce hakikatin hayata hayat olmasının adıdır. Mebdei, "kelime-i şehadet" veya "kelime-i tevhid" dediğimiz, sözlerin o en güzeline dayanır; müntehâsı da gider tâ Hak rü’yetine ulaşır. Onu bu çerçevede kabullenip yaşayan herkes –kalblerini Allah bilir– Kitap ve Sünnet açısından mü’min, Müslüman ve dindardır; bundan başka herhangi bir ad ve unvanla anılmaları da onlara karşı bir saygısızlıktır.
- tarihinde hazırlandı.