İslâm ve Beşeri Sistemler Açısından İnsan
Bir insan, hayatını İslâm dinine göre yaşadığı sürece, hem bu dünyanın meşru bütün nimetlerinden istifade eder hem de ötede tasavvurları aşkın sevap ve mükâfatlara nâiliyetiyle beraber, günü gelince, mutlaka Cenâb-ı Hakk’ın ekstra teveccühlerine mazhar olacağı mülâhazasıyla ömrünü hep Cennet’e götüren koridorlarda yürüme neşvesi içinde geçirir. Hele bir de hayatını, sürekli Hak rızasına bağlı yaşayabiliyorsa –ki diyânette esas olan da budur– böyle birinin, meleklerle atbaşı olduğunu söylemek mübalâğa olmasa gerek. Buna karşılık din-i hakkı tanımayıp akl-ı meâşın rehberliğinde hareket eden, din şeklindeki değişik organizasyon mensupları veya tamamen beşerî ve dünyevî (seküler) sistem taraftarları ise, insanoğlunun ne bugünü ne de yarınlarıyla alâkalı inandırıcı, itminan hasıl edici ciddi hiçbir şey söyleyememişlerdir, söyleyemezler de; çünkü bu din yeryüzünde Allah’ın nizamıdır. O yaratandır ve yaratan her şeyi en iyi bilendir. Beşerî her düşünce, her nizam, her sistem, birer sınırlı idrak mahsulü olduğundan, çok defa şahsî, ailevî, millî garaz ve çıkarlarla malûl olabilir; bundan dolayı da mutlak hayra kapalıdırlar ve katiyen ebedî saadet vaad edemezler. Evet şahsî garaz, ırkî mülâhaza ve sınıf çıkarlarıyla ufku daraltılmış değişik organizasyon ve sistemler ne kadar da mükemmel olsalar beşer idrakiyle sınırlı bulunduklarından ötürü insanın sınırsız arzu ve istekleri adına bir şey söylemeleri mümkün değildir. Zaten böylelerinin zihinleri kirli, akılları müşevveş, mantıkları kör, şuurları miyop, vicdan ve basiret ufukları da her zaman sis ve dumandır. Görmeleri gerekli olan şeyleri göremezler; görseler de yamuk-yumuk görürler ve dolayısıyla da yorumlarında hep yanılmalar yaşarlar.
Din-i hak, insanı yanıltmayan biricik nizam ve insana dünyevî-uhrevî yeni ufuklar açan enginlerden engin bir vaz’-ı ilâhîdir. Bu lâhûtî sisteme itikadî buudları itibarıyla din, amelî yönleri açısından şeriat, içtimaî fonksiyonları zaviyesinden de millet denir ki, biz "Millet-i İslâmiye" dediğimizde bu mânâları kastederiz. Aslında bir şeye ne şekilde inanılmışsa bütün hareket ve faaliyetler de o inancın ruhuna uygun cereyan eder ve hey’et-i içtimaiye de işte bu tür tavır, davranış ve aktivitelerle şekillenir. Bu itibarla da, sağlam iman eden ve imanını salih amellerle tabiatının bir derinliği haline getiren her mü’min, hakikat aşığı, hakperest, adil, dürüst, emin, güzel ahlâk örneği, ilim ve mârifet yolcusu, dinin cazibe-i kudsiyesine sımsıkı bağlı ve milletlerarası muvazenede hâkim bir unsur olma tutkusuyla oturup kalkar/oturup kalkmalıdır ve bu mefkûreyi gerçekleştirmeden de bir an geri durmamalıdır.
- tarihinde hazırlandı.