Allah zamanla kayıtlı değildir

Allah zamanla kayıtlı değildir

Soru: Allah, kâinatı ve insanları yaratmadan önce ne ile meşgul oluyordu?

Bu, şeytanın tesiriyle her insanın aklına gelebilecek bir sorudur. Bu, Allah’ın da insanlar gibi zaman ve mekânla sınırlı olduğunu düşünenlerin bir düşünce virüsüdür. Oysaki Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir. “O, ne cisim, ne araz, ne cevher, ne de mütehayyizdir. Yemez-içmez, üzerinden zaman geçmez; tebeddülden, tagayyürden, elvân u eşkâlden münezzeh ve müberrâdır.” (İbrahim Hakkı). O’nu böyle düşünürsek, üzerinden zaman geçmediği bilinir ve sorunun da cevabı ortaya çıkar.

İnsanlar, Cenâb-ı Hakk’ın icraatları içinde belli bir yer tutarlar. Allah’ın icraatları sadece insandan ibaret değildir. İnsan ve insanın dünyası, kâinata nispetle mikroskobik bir varlık gibi kalır. Evet, eğer insan, nebulalar üstüne yükselip de yeryüzüne bakma imkânı bulsaydı, kendisinin ne kadar küçük bir varlık olduğunu görecek ve yaratıcı karşısında iki büklüm olacaktı.

İnsan, Cenâb-ı Hakk’ın sıfât ve esmâsına bir çeşit aynadır. Ancak ondan evvel de icraât-ı ilâhîye ve şe’n-i rubûbiyete aynalık yapan mahiyeti, yapı taşları farklı varlıklar vardı. Cinler ve şeytanlar vardı; Allah da onlarda azamet ve icraatını seyrediyordu. Bunların yanında ruha benzeyen, kâinatta sistemlere hükmeden ve varlıkların ruhu mahiyetinde, câzibelerin-dâfiaların, nümüv (gelişme) kanunlarının, tohumdaki ukde-i hayatiyenin temsilcisi bir kısım kanunlar vardı ki bunlar şe’n-i rubûbiyete ve Cenâb-ı Hakk’ın icraatına ayna mahiyetindedirler. Allah onlarda da Kendi icraatını müşâhede ediyordur ve etmiştir. Ve bütün bunlar yalnız hâricî âlem itibariyle Allah’ın icraatıdır.

“Allah daha önce ne yapıyordu?” sorusu, Allah’a “önce” ve “sonra” isnat etme noktasından hareket edildiği için ortaya çıkıyor. Evveli olanın sonu, sonu olanın da bir başlangıcı vardır. Bir varlığın başlangıcı yoksa, onun için son da bahis mevzuu değildir. Bir şey ebedî ise onun evveli de yoktur. Trilyon defa evvellerin evveline, âhirlerin âhirine gidilse, bunlar Allah’a nispeten deryada katre kalır. Evvel ve âhir, Allah’ın sıfatları karşısında iç içe girmiştir; O’nun bidayeti ve nihayeti yoktur. Mazi ve müstakbel sadece varlıklar için geçerlidir.

Meselenin bir diğer yönüne gelince, Zât-ı Ulûhiyet’in azameti, büyüklüğü, Kendini bilmesi, Kudret ve İrade sıfatı ve bunların taalluk sahaları hakkında biz kat’iyen rahatlıkla söz söyleyemeyiz. Zira bunlar, Zât-ı Ulûhiyet’le alâkalı olduğundan bu noktada her zaman bize edepli olmak düşer. İnsan fânilerden olan bir mahbubundan söz ederken bile sözünde çok edepli hareket eder. Bizi yaratan, her şeyimize nigehbân olan, muhabbetiyle kalbimize taht kuran Hazreti Allah’tan bahsederken çok daha dikkatli olmalıyız. Binaenaleyh, “O, kudretiyle şunu, ilmiyle bunu yapıyordu.” derken bu dairenin nezahetini ihlâl edici sözler söylemekten kaçınmalıyız. Hem bütün kâinatlar, O’nun azamet ve ulûhiyetine nispeten bir ağacın yaprağı kadar bile değildir. Bir yaprak var olduğu andan itibaren, Allah (celle celâluhu) onda ayrı tasarruflarını, ayrı şe’nlerini müşâhede eder. Her bir varlık küçük bir aynadır. Cenâb-ı Allah, her şeyden evvel Kendi muhît ilmi, basarı ve sem’iyle Kendi şuunât-ı Zâtiyesini, sıfât ve esmâsını müşâhede eder.

Şayet, Allah’ın hâricî âlemde görünmesi bir ise, hâricî âleme intikal etmeden ilim âleminde, lâhut âleminde görülmesi belki milyon milyon… dur. Allah bizi yaratmadan evvel de Kendisini biliyordu; yani ilmi Kendisine taalluk ediyordu. kudretinin o saha içinde belli bir şe’ni vardı. Ve ona göre Allah biliniyor ve O, Kendi Kendini biliyordu. Ama başka bir kitapta daha bilinmek için, Allah maddeden de bir kitap yarattı. Kudret ve iradesiyle atom parçalarını bir araya getirip terkipler yaptı. İşte insan, Cenâb-ı Hakk’ın görünmesine vesile olan aynalardan sadece böyle biridir. Bu daire-i imkânın hâricinde başka aynalarda Allah yine biliniyordu. O’nun, كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ “O, her gün (bî kem u keyf) ayrı bir şe’n ve hâldedir.” (Rahman sûresi, 55/29) vasfı için her hangi bir zaman söz konusu değildir. Şimdi biz, kalkmış, varlıkların sıraya dizilmesi sonucunda tuttuğumuz küçük yerimizle kendimizi tek ayna zannediyor ve “Biz olmadan önce Allah ne yapıyordu?” diyoruz.

Allah bu kâinatı, zamana ve mekâna bağlı şeyleri bizim anlayacağımız tarzda, zamanın içinde, daha doğrusu mekâna hareket vermek suretiyle izafi bir zamanda yarattığı andan itibaren kavrıyoruz. Varlık, bizim kavrama sahamıza zamanla giriyor; “ezeliyet”i ise tam ihata edemiyoruz. Edemiyoruz ama, sonradan meydana gelen her şeyle O’nun ezeliyetine intikal ediyoruz. Bütün bunlar Cenâb-ı Hakk’ın şuûnâtı ve icraatı karşısında çok cüz’i şeylerdir. Allah (celle celâluhu)’ın Zât’ına, şuûnâtına, esmâsına ve sıfâtlarına ait –tabiri caizse– meşgalesi ezeliyetiyle beraber devam etmektedir.

Esasen Allah, zaman ve mekânın ötesindedir. Biz zaman ve mekânla kayıtlı olduğumuzdan dolayı Allah’ın kâinatı yaratmadan önce ne yaptığı sorusu bazılarımızın aklına gelebiliyor...