Hazan

Yorgun gözlerle yaşanan bir solgun macera,
her yanda yaprak sesi;
Çarpar kulaklara poyraz gibi ara ara,
bir hazan mûsıkîsi.

Ağlar bütünüyle bahar şi’rinin gülleri,
renklere tasa yağar.
Sessiz bir melâl sarar koylarda bülbülleri,
mâtem söyler notalar.

Hüzünle buğu buğudur artık şadırvanlar,
sular rikkatle damlar.
Ve kısar nâzenin boyunlarını kuğular,
gezer baharı arar.

Ovalar yasla inler, dağlar hicranla ağlar;
her ses bir ölüm şi’ri..
Mavi, yeşil, pembe, turuncu karalar bağlar;
inim inim her biri..

Biten ömürlerin son dakikaları gibi,
her çığlık bir “elvedâ”!
Derince bakılsa görünür dünyanın dibi,
o ne ürperten edâ.!

Sonra yaz-bahar füsûnlu bir hâtıra olur,
gömülür hülyâlara;
Hülyâlar ümitleşir, vicdanlarda duyulur;
yol olur verâlara...

Bekâ, bu fânilik hissi içinde gelişir
ve gider sonsuzlaşır;
Mantık bu büyüyle âdeta uhrevîleşir,
ilhamlara ulaşır.

Duyar insan ölümün sihirli sükûtunu,
çözülür problemler;
Görünür herkese yürüdüğü yolun sonu,
irkilir ve emekler...

* * *

Gömülse de hisler yok olmanın melâline,
iman ufuklar açar;
Ve yutkunup ağlasa da kendi zevâline,
bekâ ışıklar saçar...

Düştüğünde tohumlar gibi düşer toprağa,
hazırlanır bahara..
Sonra koşar Firdevs’e ulaştıran durağa,
Cennet içinde Yâr’a...

Hissetmeden asla ne bir acı ne bir sızı,
gelinler gibi aziz;
Köpürür duygularında ötelerin hazzı,
sonsuzluk gibi leziz.

Sonbahar bir ak doğuşun şafak emaresi,
arkasında gündüz var;
O hazan boşluğunda tın tın ümidin sesi:
ve az ileride bahar..!

Sızıntı, Aralık 1995, Cilt 17, Sayı 203