Ölümle Aralanan Kapı

Ne hülyâlarla gelir gelenler bu dünyaya,
Her gelme tıpkı bir bayram sihriyle duyulur;
Oysa ilk adımla yolculuk başlar ukbâya,
Birer birer gelenler bir bir yola koyulur...

Bahar kokuları tüterken doğum evinde,
Esiverir kapı komşuda acı bir hazan..
Ve ötelere yol görünür günün birinde,
Ötesiz rûhları sarar kapkara bir hicran:

Kararır aklın boşluğunda sınırsız gökler,
Ruhun ufkuna üst üste yıldırımlar iner;
Bir meçhule doğru insan, sürünür, emekler,
Ürperir duyduklarıyla ve çılgına döner.

Yaşadığı dünkü sahillerden açıldıkça,
Hayat içindeki elemleri duya duya;
Kör-topal rûhundaki boşluklara daldıkça,
Sürüklendiğini sanır bir karanlık koya...

Sonunda deliniverir o lezzetli uyku,
Görünür hayat dedikleri yalanın dibi,
Rüyâ biter, ağarır gerçek âlemin ufku,
Salar hislere ürperti bir sûr sesi gibi...

Durmaz yürür bakarak bir ileri, bir geri,
Eski dünyası yıkık, yenisi de belirsiz;
Aralar ölüm gerçeği bir bir perdeleri,
Tıpkı rüyada gördüğü şeyler gibi sessiz...

Hayrette kalır rûh, dehşetle irkilir insan,
Sürüklenir yol boyu takılmadan engele.
Hazanla sararmış yapraklar gibidir o an,
Savrulur kapılmışçasına bir deli yele...

Koşar hep gözleri mıhlanmış gibi ileriye;
Orda kopkoyudur zaman, ses vermez saatler;
İstese de artık dönemez aslâ geriye,
Değişmiştir yer-gök, yağar her yana âyetler...

İnanan rûhlara ibadet bir burak olur,
Ererler meleklerin uçuştuğu iklime.
Kalb huzûrla dolar, rûh aradığını bulur,
Duyar Hak iltifatını kelime kelime.

Neş’e şimşekleri çakar mü’min çehrelerde,
Köpürür geçerken ışıktan yollarda hisler;
Vuslat cümbüşleri duyulur biraz ilerde,
Hûri besteleriyle yükselir tın tın sesler...

Bu yerde çiçekler, nergisler gibi göz kırpar,
Nabızlar başka atar, kalbler bir başka vurur;
Burada sürekli gözlerden tebessüm yağar,
Durması mukadder olsa, kalb sevinçten durur.

Kâh gönüller firdevslerde tenezzühe koşar,
Renk, desen, âhenk bir büyüyle gözlere siner;
Kâh güzellikler Cennet sınırlarını aşar,
Bu şehrâyine mevkiblerle melekler iner...

Sızıntı, Eylül 1996, Cilt 18, Sayı 212