Şafaklar Tüllenirken

Gafletle gezen her rûh hicranla yanar-ağlar,
Bir bir göçerken dostlar hiç arkaya bakmadan;
Ölüm şarkılarıyla eser esince rüzgâr
Ve söndürür geçer, tek meş'ale bırakmadan...

Ne dost ne yoldaşı var, yapayalnız yollarda,
Zulmet zulmet üstüne tüm ufuklar kararmış;
Hazanla dökülen yapraklar gibi ard arda,
Düşenler uçup gitmiş, kalanlar da sararmış.

Bakınca rikkatle hasreti içimi sardı,
Dalgındı durduğu yerde, bakışları ürkek;
Bugünü-yarını andı, andı ve karardı,
Yaşamak bu ise tam kabir azabına denk...

Korkuyla kıvranır, telaşla etrafı gözler,
Zihni allak-bullak, kalbi hüzünle burkulu;
Doğduğuna bin pişman, ölüp gitmeyi özler,
Dokunsan ağlayacak, bahtsız o kadar dolu.

* * *

Bir başka duyar varlığı Hakk’a uyananlar,
Dünyaları tıpkı Cennetler gibi sımsıcak;
Sînelerinde göklerin sesini duyanlar,
Rûhları huzur içinde, ufukları apak.

Gel imanla kanatlan ve süzül enginlere;
Sakın rûhuna dar gelen eb'âda takılma!
Sendedir sığmayan sır göklere ve yerlere,
Yaraşmaz sana; göğe, yere sıkışıp kalma!.

Şahlan daha coşkun, daha canlı, daha gergin;
Hep hayat üfle etrafa rûhunun sesinden!
Artık meydanlar senin, dem senin, devran senin,
Haykır ve anlat mâzinin altın nefesinden...

Panjurlar açılmışken zümrütten tepelere,
Şafaklar pırıl pırıl ufukta tüllenirken;
Kalk ömrün ikbâlini duyur, duyur her yere!
En erken kalktığın gecelerden daha erken...

Sızıntı, Ocak 1990, Cilt 11, Sayı 132