Bir Damla Ülke Kalmış Zaten, Yazık Etmeyelim

Sosyal bir konu; bizi de alakadar eden bir konu, bölgeyi de alakadar eden bir konu. Daralan bir dünyada hadiseler, cereyan ettiği coğrafya itibariyle oraya münhasır kalmıyor. Şayet o istikamette ifade caizse, hadiselerin alfa tesiri var, beta tesiri var, gamma tesiri var. Daralan bir dünya, aynı zamanda problemlerin çok hızlı yayılmasına da vesile oluyor. O bakımdan, sadece Türkiye'de olan hadiseler sadece Türkiye'yi alakadar etmiyor.

Silah Tüccarından Makam Tacirine...

O meselelerin iç ve dış yüzleri var: Türkiye de birileri silah satıyor; dolayısıyla üreticinin Türkiye'de o silahların kullanılmasına ihtiyacı var. O silahları satan insanlar 'Bizim de geçinme hakkımız' diye, onların da satma gibi bir dertleri var. O işin pazarlamasını yapanlar, 'Yaşamak bizim de hakkımız, geçinmek hakkımız' diye onlar da kendilerini o mevzularda haklı görüyorlar, onlar da var. Ve bu arada bir kaç tane deli-dolu insan varsa şayet; üç asır, dört asır, belki beş asır hiç problemsiz yaşadıkları bir ülkede, bir şey varmış gibi problem çıkarıyorlar. Ve bu türlü insanlar bulunup figüre edilebiliyorlar; bunlar provoke edilebiliyorlar, tahrik edilebiliyorlar. Bunları tahrik eden muharrikler var. Âlet olanlar var o mevzuda.

Bir de, belli şeyleri kontrol altına alabilmek için bazı kimselerin ve bazı bölgelerin -yine frenkçe tabirle- sürekli provoke edilmesi lazım; bazı şeyler adına hadise çıkarılması lazım. Öyle yapılınca ancak Türkiye de bazı şeyler kontrol altına alınmış olur. Siz onlara göre kanunlar çıkarırsınız; ağır, şedit kanunlar çıkarırsınız. Kanunlar ile önü alınmıyor gibi senaryolar oluşturursunuz, o türlü şeyleri sahnelendirirsiniz, altından kalkılmaz bir hal alır. Bu defa kanunları şiddetlendirirsiniz. Bu bir yönüyle Türkiye'de emniyet ve asayişi temine matuf iyi bir şey gibi olur. Fakat aynı zamanda dünyada sizin itibarınıza dokunur. Avrupa Birliğine alsınlar-almasınlar, ayrı bir mesele de; fakat 'Avrupa Birliği'ne girme süreci' diyorlar. Böyle bir mevsimde, böyle bir vetirenin yaşandığı bir dönemde, böyle eşedd-i zulüm, eşedd-i istibdat ifade eden kanunlar ile siz Avrupa Birliği'ne giremezsiniz. Adamlar zaten almayacaklarsa, bunları sizin karşınıza dikerler sizin. Şayet, sizin demokratlaşma adına bir kısım tasarılarınız varsa, dolayısıyla, o tasarıları gerçekleştirmekten de vazgeçersiniz. 'Nasıl olsa almayacaklar bizi' dersiniz. Kuvve-i maneviyeniz kırılır, sarsılırsınız.

Ayrıca, şayet bir sivil inisiyatif varsa ve onlar bu işin peşinde, onun yakın takipçileri ise, onlar da beceremediklerinden dolayı öyle bir falsonun altında kalır ezilirler. Yeni bir intihap meselesi söz konusu olduğunda bu karşılarına çıkar. Daha evvel kendileri hakkında tercihte bulunacak insan sayısı yüzde kırk, kırkbeş iken bakarsınız ki, böyle bir kredi kaybıyla birden bire yüzde otuzlara iner. Fasit daireler oluşur. Onlara karşı güven sarsıldıkça, Türkiye'de hadiseler de peşi peşine gelmeye başlar. Peşi peşine problemlerin zuhuru onlara kredi kaybettirir. Her kredi kaybettikçe toplum nezdinde de puan kaybederler. Bu da bir fasit dairenin, bir kısır döngünün oluşması demektir.

Hedef Dinî Duyguyu Mahkum Etmek mi?

Birileri de vardır ki, aslında bu hadiseleri onlar planlıyordur; Fakat onlar da bu elim hadiselerden istifade ediyorlardır. Dini kontrol altına almak için, dinî duyguyu kontrol altına almak için, onu sadece münhasıran bir vicdan meselesi haline getirmek için... Öteden beri onunla bu şekilde oynanmıştır, bu şekilde istismar edilmiştir. Sözde, dine ilişmiyor gibi görünmüşlerdir; 'Biz ilişmiyoruz; kendi kendine namazını kıl, orucunu tut, bir şeye karışma sen; sana bir şey diyen mi var?' demişlerdir. Fakat hayatın her alanında, Allah'ın emri dinini yaşamana müsade etmezler. Şimdi bu türlü hadiseleri çıkarırlar; planlar ve sahnelendirirler bunları. Bu arada, önünü alamadıkları bir terör vardır ülkede; falana filana atfedilen ama temelde -ihtimal- birileri tarafından planlanıyor bunlar. Dolayısıyla, böyle kaos ortamında eşedd-i zulüm, eşedd-i istibdat ifade edebilecek kanunlar çıkarıyorlar; ezmek istedikleri insanları o kanunlarla eziyorlar.

Daha evvel de öyle yapmışlardı. Bir kanun vardı; Robes Pierre kanunu.. bununla Türkiye'de binlerce defa dava açıldı. Bazıları kısa süreli de olsa binlerce insan mahkum edildi. Ondan dolayı insanlar hep korku altında yaşadılar, belki belli ölçüde paranoya yaşadılar. Ellerine bir kitap alıp okudukları zaman tutuklanıp götürülmekten korktular. Çünkü, hangi kitabın suç sayıldığını bilmiyorlardı. İsm-i Kuddûs'ün cilvelerinden bahsetme bile, bir sıkıyönetim mahkemesinde, suç mu değil mi, diye üzerinde durulmuştu. 'Allah ismi, esmâ-i hüsnâyı bi'l-iltizam tazammun eder, aynı zamanda bi'l-mutabaka ifade eder' mülahazalarını ortaya attığınız zaman, 'Bu dinî terminoloji bize bilemediğimiz bazı şeyleri dikte ediyor gibi, bu gibi şeyler kafamızı karıştırıyor; hem bunların içinde Arapça kelimeler var, bunlar falan kanunun falan maddesinin filan yorumuna girer' türünden akla hayale gelmedik şeyler hep uygulanmıştı bu ülkede. Dolayısıyla, kaos ortamlarında esas terörü çıkaranlar değil, bunları tahrik edenler değil, silah tüccarları değil, uyuşturucu tüccarları değil, onları pazarlayanlar değil.. Fakat her zaman saf müslümanlar, bunlardan zarar görmüşlerdir.

Çok defa siz basiretli davransanız bile bir şey ifade etmeyebilir. Ama bunu söylerken de 'Basiretli davranmayın, davranmasanız da olur' demek istemiyorum. Her zaman basiretli davranmalı; kat'iyen bu türlü şeylere prim vermemeli. Aklımızın erdiği kadar, bu türlü meselelerin önlenme yollarını araştırılmalı ve önleyebilecek kimselere ulaştırılmalı. -Becerebiliyorsak- onlara alternatif çözüm yolları vermeliyiz.

Aslında Türkiye'de ne Türk-Kürt kavgası vardır ne de Alevî-Sünnî kavgası vardır. Bir Alevî-Sünnî ayrımı yapmanın âlemi yoktur; bir Kürt-Türk ayrımı yapmanın âlemi yoktur. Aynı kaderi paylaşan insanlar: Üzerimize gelip çullandıklarında hepimizi birden ezmişler; savaş ilan ettiklerinde hepimiz tek cephe olmuş onların karşısında savaşmışız. Çanakkale'deki şehitleri kaldırıp konuşturma imkânı olsa, çok farklı ağızlar kullanacaklar, farklı farklı lehçeler kullanacaklardır. Bazıları diyeceklerdir ki 'Ola ben burada şehid olmuşam!'; öbürü de Kürt şivesiyle konuşacaklardır. Fakat bir yerde karşılarına çıkan bir düşman birliği karşısında onlar müşterek savaş vermişlerdir... Ve biz onların hepsini şehit oldukları mülahazasıyla tebcil ediyoruz. Takdirle karşılıyoruz, kendilerine düşen vazifeyi yapmışlar diye alkışlıyoruz. Sizin geçmişiniz buysa şayet, kaderiniz buysa, bence bugün o kelimeleri telaffuz etmek doğru değil; öyle bir Kürt-Türk ayrımı hiç doğru değil... Bence bu tür meseleleri karıştırmamak lâzım.

Câzibe Merkezi Bir Türkiye

Yapılması gerekli olan şey, başta dünya konjonktüründe Türkiye'yi bir cazibe merkezi haline getirmektir. Yapılması gerekli olan birinci iş budur. Türkiye'de herkes dişini sıkmalı ve Türkiye'nin nasıl zenginleştirilebileceğini düşünüp bu istikamette gayret etmelidir. Elimizdeki imkanlar nasıl rantabl olarak değerlendirilebilir? Kamu müeesseleri var; özel teşebbüslerin elinde acaba bunlar katlanır mı? Dünyanın değişik yerlerinde liberal bir kısım hareketler oluyor; biz de böyle bir vetireye girsek, böyle bir süreç yaşasak, aynı avantajları elde eder miyiz? İşte buna bakmak ve Türkiye'yi bir cazibe merkezi haline getirmek lazım.

Herkes havadan mı gelir, denizden mi gelir, karadan mı gelir coğrafi konumu itibarıyla o ölçüde o ölçekte bir cazibe merkezi haline getirirseniz, meseleyi sadece turizme bağlanmak değil, kendi potansiyel imkanlarınızı değerlendirebilseniz orayı zenginleştirebilseniz her şeyiyle, el-âlem yol mehâlikine katlanarak onlar gelirler..

İkinci derecede Güneydoğu'nun cazibe merkezi haline getirilmesi lazım. Realiteleri görmezlikten gelemezsiniz. Şimdi, Kuzey Irak'ta şöyle böyle kendini sizden farklı hisseden insanlar olabilir. Bir dönemde sizinle beraber bulunmuş; Şeyh İdris'le yapılan anlaşmadan sonra dört asır seslerini çıkarmamış ve kabul etmişler. Bize hep yakındırlar, bize Avrupalılardan daha yakındırlar. Şimdi biz kendi bölgemizi cazip hale getirirsek başka yerlerde gıpta hissini uyarmış oluruz, imrenme hissini uyarmış oluruz, ülkemize imrenirler. Dolayısıyla bizde sistem nedir yani; siz 'üniter devlet' diyorsunuz, 'bölünmez bütünlük' filan diyorsunuz, siz öyle deyin. Fakat ülkeyi cazip hale getirince diğerleri de size benzemeye çalışacaklardır. Kim bilir belki orada, belki bölgeyle şöyle böyle bir ittifak akdine gideceklerdir. Irak'takiler, 'Güneydoğu Anadolu'yla şöyle bir ittifakımız olsun' diyeceklerdir.

Güneydoğu'nun Huzuru İçin...

Fakat, o bölgede çok eskiden başlamış bulunan GAP ve Harran projeleri gibi projeleri ahesterevlik eder hep aksatırsanız, oradaki insanlar bu durumdan rahatsız olursa, -ki bu ekonomik bir rahatsızlıktır- istismar etmek isteyen insanlar da istismar eder, meseleyi başka yana çeker ve ırkçılık mülahazasına bağlarlar bunu; bir taraftan da aynı zamanda bir şövenliği de tahrik ederler. Bunlar tepki hareketleridir. Yani, sen burada kendi kendine 'Ben şuyum; Altaylar'dan geldim' falan derseniz; öbürleri de kalkar 'Ben de Babil'den geldik' falan derler. Meryem Cemil'in yazdığı gibi, bir Türkçe kâmus meselesi olunca, öbür tarafta dürtüyorsunuz siz onu; belli duyguları tetikliyorsunuz. Bence bunlara hiç fırsat vermeden yapılması gerekli olan şey, başta bütün bir Türkiye'nin bir cazibe merkezi haline getirilmesi, sonra da Güneydoğu Anadolu'nun bir cazibe merkezi haline getirilmesi ve zenginleştirilmesidir.

Biz daha o barajlardan bile tam istifade edemedik; yanlış sulamadan dolayı bazı yerlerin çoraklaştığından bahsediyorlar, bunlar bilgisizlikten oluyor. Sizin oralarda bir kısım sağlık ocakları gibi niye ziraat ocaklarınız yoktur? Neden yeraltı yerüstü servetinizle alakalı şeyleri araştırabilecek bir kısım jeologlarınız olmaz ve o merkezde çalışmaz? Neden okullarınızda sağlık derslerinizi tabipleriniz vermez? Neden halk ciddi aydınlatılmaz, neden eğitim ve kültür seviyeleri onların yüksek hale getirilmez; dünyanın her yerinde üniversite okuyabilecek seviyeye yükseltilmez? Neden karıştırılmaz bunlar birbirine. Yapılması gerekli olan şeyler bunlar.

Dine Tahammül Edemeyenler Var

İkincisi, tabii bunları biz yapamayız; bunlar devletin işi.. parlamentosuyla, değişik konularla alakalı bakanlarıyla, askeriyle, siviliyle, emniyet güçleriyle ve kolluk kuvvetleriyle devletin halledilecek şeyler. Fakat, vatandaş olarak biz orada bulunsak, bize düşen şey sükunet telkin etmektir. Nasıl orada bir müftü efendi çıkmış; halk, önlerini kesmiş onların akıllı bir müftü çıkmış halkın önüne ve güzel konuşmuş; 'Sevgili kardeşlerim, bunlara böyle yapmayın; asker var, devletin memuru var, polis var, emniyet güçleri var.. bir şey yapılacaksa onlar yaparlar. Siz insanları cezalandırmaya kalkmayın böyle!' demiş. Herkes kafasına göre cezalandırmaya kalkarsa kargaşa olur o zaman. Bir hukuk devletinde bunlar olmaz, olmamalı da esasen. İnsanlar birbirlerini cezalandırmaya kalkmamalılar. Seksenli yıllara doğru gelirken, o onu suçlu diye cezalandırıyordu, o da onu cezalandırıyordu ve ülke adeta kan gölüne dönmüştü. Ülkenin müdafaası heyecanlı gençlere kalmıştı. Herkes birbirini öldürüyordu; hadis-i şerifin ifade ettiği gibi, ölen niçin öldüğünü bilemiyordu, öldüren de niçin öldürdüğünü bilemiyordu; figüre edilmişlerdi, 'öldür' deniyordu, o da gidip öldürüyordu. Bir kargaşa, bir keşmekeş, yine hadis-i şerifin ifadesiyle, bir herc ü merc yaşanıyordu.

Bir zaman, rahmetlik Naim hoca, Erzurum'da varoşlarda bulunan insanların şehrin içinde problem çıkaracakları an, halkın önüne çıkıyor onları durduruyor. Fakat hiç unutmam, o gün kalemşörlerden bir tanesi aynen şöyle yazdı; 'Bu çok tehlikeli bir şey. Naim hocanın -sizin takdirle yad edeceğiniz- davranışı çok tehlikeli bir şey. Çünkü, şayet bir insan tahrik edilmiş bir toplumu böyle durduruyorsa, istediği zaman bu toplumu harakete de geçirebilir. İşte bu tehlikelidir.' demişti. Şimdi ben, bu kıymetli müftü efendi hakkında da böyle bir şey yazacaklarından endişe ederim. Bir kargaşanın, bir keşmekeşin, bir herc ü mercin önünü alıyor. İnsanlar vuruşmasınlar, düşmanlık şiddet kazanmasın, kökleşmesin; olduğu yerde lokal olarak kalsın bu mesele.. düşüncesiyle akıllıca bir davranışta bulunuyor. Fakat bunu yapan bir diyanet mensubu olduğundan dolayı, bir diyanet mensubu bugün bir kargaşanın, bir çeşit fanatik mülahazanın önünü alınca, yarın da aynı zamanda bu kredisini kullanarak birilerini ayaklandırabilir. Böyle bir şey var Türkiye'de.. dine karşı bir tavır var. Dinin ıslah etmesine karşı bile tahammül edemeyen insanlar var. Dinin ülkeyi imar etmesine karşı tahammülü olmayan insanlar var. Dinin birliği sağlamasına karşı tahammül edemeyen insanlar var.

Yoksa, din Türkiye'de, hangi ırktan gelirse gelsin, hangi boydan gelirse gelsin, Oğuz boyu mudur, Kayı boyu mudur, yörük müdür, Alevî midir, Sünnî midir, Asya'dan ne zaman gelmiş din çok önemli bir fasl-ı müşterektir. İnsanların dine saygısı vardır ve bu vicdanî bir saygıdır. Kanunla, kuralla, surî ve kolluk kuvvetleriyle uygulanabilecek veya ortaya konabilecek saygıdan çok öte, derince bir saygıdır. İnsanın elini koluyla beraber bağlar; kolunu ağzıyla, diliyle, dudağıyla beraber bağlar. Çok önemli bir şeydir. Bu fasl-ı müşterek, bu kıymetli esas, değerlendirildiği zaman, zannediyorum, akan sular durur.

Öyleyse, neyin mücadelesini veriyorsunuz? Allah bir, Peygamber bir, Kuran bir; mücadele cepheniz bir, düşmanınız bir.. gelince sizin hepinizin üzerine birden geliyorlar, birden çullanıyorlar, birden tepenize biniyorlar, birden Türkiye'de kargaşa çıkarıyorlar, birden birilerini tahrik ediyorlar, birden fitneyi tetikliyorlar, birden dünyada medyayı harekete geçiriyorlar.. birden... O kadar birden hareket sizin birden bir yerde olmanızı iktiza ediyor. Bunca birlikler bir olmanızı iktiza ediyor. Din bunu emrediyor; fakat din öyle bir öcü gibi gösteriliyor ki, dinden insanları Cennet'e götürme meselesi bile söz konusu olsa, kalkıp birisi yazı yazacak: 'Bir gün bir adam dinle insanları Cennet'e götürebiliyorsa, canı sıkıldığı bir başka gün de Cehennem'e götürebilir. Öyleyse, bu hareketi tasvip etmemek lazım.' İşte, böyle bir mantık var ve ben bunda kat'iyen mübalağa yapmıyorum. Böyle bir mantık var ve o hüsn-ü niyetli arkadaş kimse bilmiyorum, tanımıyorum, ben onun için de böyle bir şey yazılıp çizileceğinden endişe duyarım.

Bölge İnsanı Hoşgörüye ve Sevgiye Açıktır

Kuzey Irak'ta bile bakın siz okul açıyorsunuz. Askerin de bundan haberi var. Okullar açılıyor. Oradaki insanlar bile size bir şey demiyorlar. O eğitim faaliyetini memnuniyetle karşılıyorlar. Güneydoğu'nun değişik yerlerinde onca okul açıldı. Bazıları bunları istemeyebilirler; arz ettiğim gibi, Müslümanın yaptığını istemeyen, bir kısım muannid, mülhid bağnazlar istemeyebilirler. Müslümanın hiçbir başarısını görmek istemezler. Biraz evvelki mülahazaya bağlayabilirsiniz. Önemli değil onlar; Türk toplumu genelde tasvip eder bu meseleyi, kabullenir. Ve Güneydoğu insanının da hiç tepkisi olmamıştır. Ben de belli bir dönemde, o bölgede gezdiğim her yerde konferans verdim; hiç bir tepkiye rastlamadım. İstanbul'da ne konuşuyorsam, İzmir'de ne konuşuyorsam, Diyarbakır'da da onu konuştum, Urfa'da da onu konuştum, Elaziz'de de onu konuştum. Malatya'da da onu konuştum; hiç bir yerde tepkiye rastlamadım.

Aşağı yukarı seksenli yıllardan beri, yurtlar, pansiyonlar, üniversiteye hazırlık kursları... Anadolu insanı açıyor değişik yerlerde. Belki teşvik merkezi bir gibi görülebilir. Ondan dolayı da, mesele bir merkeze bağlanabilir, irca edilebilir. Merkezî bir organizasyon gibi gösterilebilir. Öyle değil, öyle olmadığını da her defasında ifade ettik. Sadece bir tavsiyedir bizim yaptığımız. Mesele, makul bir şeyde insanların ittifak ve ittihad etmesi meselesidir ve onun makuliyeti celbediyor, cezbediyor. İnsanlar da aynı şeyleri yapıyorlar; aynı şey yapılmal suretiyle sanki bir merkezden idare ediliyor gibi algılanıyor. Evet, ne o üniversiteye hazırlık kurslarına, ne okullara, ne de kültür lokallerine şimdiye kadar hiçbir şey olmadı. Hatta belli bir dönemde başbakanlardan bir tanesi o bölgede bir anket yaptırttı.. vaka bu, devletin anketi bu.. Van'da açılan okul açıldıktan sonra dağa çıkma nisbetinin çok ciddi şekilde düştüğünü gösteriyordu anket. Bu da şunu gösteriyor: Toplum büyük ölçüde Anadolu insanının o bölgede vereceği hizmete hahişkar görünüyor, teşne bulunuyor, 'Gelin yapın' diyor.

Dahası, sizin Dahiliye vekiliniz Güneydoğu'dan bir insan, Diyarbakır'ın göbeğinden gelmiş bir insan. Bugünkü Milli Eğitim Bakanı'nız yine o bölgeden bir insan.. bir dönemde sizin hem başbakanlığınızı hem de cumhurbaşkanlığınızı yapmış Turgut Özal o bölgeden bir insan. İsmet Paşa o bölgeden bir insan. Yine başbakanlık yapmış Ferit Melen Van'lı bir insandı. Yani, milletin bir problemi yok.. halkların birbiriyle bir problemi yok..

Türkiye'ye Yazık Etmeyelim

En kötüsü de bunların içinde, kargaşa çıkaranların oluşturduğu kaos ortamını içte ve dışta değerlendirmek isteyenlerin mevcudiyetidir. Böyle bir dönemde -bağışlayın- karambole getirerek bir kısım kanunlar çıkarıp ezmek istedikleri insanları ezeceklerse şayet terör için çıkaracaklar bunu, PKK için çıkaracaklar, başkaları için çıkaracaklar onu. Fakat, daha önce yarım asra yakın bir dönemde hatta daha uzun bir süre hep Müslümanları ezmekte kullandıkları bir kanun maddesi gibi, bununla da yine müslümanları ezerler. Maalesef, buna tav olan ve meselenin neticesindeki vehameti anlamayan safderun insanlar veya değişik yollarda, yöntemlerde hizmet veren bir kısım grupları çekemeyen hasid bazı kimseler bu işe 'evet' diyorlar.

Provokatif şeylerde genelde insan hissiyatı daha ziyade öne çıkıyor. İnsan bazen meseleyi aklıyla dengeleyemiyor. Öyleyse, her zaman insanları rehabilite ederek dengelemek lazım; 'Zinhar oyuna gelmeyin!' Bir askerin ifade ettiği gibi, 'Oyuna gelmeyelim; bulunduğumuz bölge çok hassastır. Yapacağımız şeylerin komplikasyonlarının altından kalkamayız. Problemler problemleri doğurur' şeklindeki sözlerle insanların sürekli rehabilitasyona ihtiyaçları var. O müftü efendinin yaptığı gibi, 'Devlet var, kolluk kuvvetleri var, asker var; başkaları yapsınlar; biz niye karışalım!' diyerek denge, temkin ve teenniye çağırmak; onları sabırlı olmaya davet etmek ve -yapabilirsek- topluma istikamette yardımcı olmaktır.

Evet, Türkiye'ye yazık etmeyelim.. bir damla ülke kalmış zaten, yazık etmeyelim... Bir yerde yazık ederseniz, o yazıkları yazıklar takip eder, önünü alamazsınız. Kendini farklı gibi hisseden üç beş sergerdan her yerde çıkabilir; her yerde o türlü provokasyonlar görebilirsiniz; bu defa her yerde aynı mülâhazayı mı yaşayacaksınız yani?

Kırık Testi