Diriliş Mimarlarının Vazifesi

Günümüzde Müslümanlık adına yaşanan çoğu problemin arkasında, Müslümanlığı içine tam sindirememiş, ihlas ve ihsan şuuruna erememiş şekil Müslümanları vardır. Onların, İslâm’ın ortaya koyduğu kriterlere aykırı davranışları, helâl-haram sınırlarını tanımamaları, İslâm’ın ve Müslümanların adına leke çalıyor, duruşunu bozuyor. Diriliş süvarilerinin yerine getirmesi gereken öncelikli vazife, ruh ve kalb hayatımız adına yitirdiğimiz değerleri yeniden ihya etmek ve bunların bütün canlılığıyla tabiatlara mâl olmalarını sağlamaktır. İnsanlığın şeklî ve surî Müslümanlıktan kurtulması da buna bağlıdır. Bu değerlerin başında ise ihlas gelir.

İhlas ve Rıza

İslâm’ın muhtevasını bir şiire benzetecek olursak, onun kafiyesi ihlastır ve bu, bütün amellerin derin bir kulluk şuuruyla yerine getirilmesi ve Allah’la irtibatlandırılmasıdır. Bilindiği üzere ihlas, yapılan her amelin sırf Allah emrettiği için, sadece O’nun rızası hedeflenerek yapılmasıdır. Hz. Pir’in Birinci Söz’ün başında dediği gibi insanın Allah için işlemesi, Allah için başlaması, Allah için görüşmesi, Allah’ın rızası dairesinde hareket etmesi, yani kısaca bütün işlerini O’nun rıza ve hoşnutluğunu gözeterek yapmasıdır. Elimizi dua için her kaldırışımızda Cenab-ı Mevla’dan rıza ve ihlas istemeliyiz. Bu konu o kadar önemlidir ki bir kişi akşama kadar hiç durmadan “Allahumme el-ihlas ve’r-rıda (Allahım, Senden ihlas ve rızanı istiyorum)” dese yine de azdır. Çünkü bir mü’minin bütün dünyevî mülâhazaları elinin tersiyle bir kenara iterek saf ve dupduru bir kulluk şuuru kazanması yaratılış gayesine matuf en büyük hedeftir. Bu açıdan değil sadece dünyevî beklentiler, kulluktaki zirve, ibadetlerin uhrevî beklentilere bile bağlanmaması, sadece ve sadece Rabbimizin hoşnutluğunu kazanmak için yapılmasıdır.

Ne var ki böyle bir ufku yakalamanın kolay olmadığı da bilinmelidir. İhlasa musallat olan, onu delik deşik eden ve güve gibi kemiren o kadar çok şey var ki! Beşerî garizeler, rahat ve rehavet duygusu, şöhret arzusu, pes bayağı hisler, dünyevî çıkarlar vs. bizi ihlâs ve samimiyetten uzaklaştırıyor, uhrevilik ve melekûtiliğe açılmamıza mâni oluyor ve bize en büyük mazhariyetleri kaybettiriyor. Dosdoğru bir yola girmiş insanların bile dikkatli yaşamadıkları takdirde süfli duygular ve cüzi menfaatlerden ötürü zamanla ihlas kırılmaları yaşayabilirler; Allah yolunda yürüdüklerini zannetseler de sukuta maruz kalabilir, kazanma yolunda kaybedebilirler.

Çok iş yapmak, büyük işler çevirmek, büyük çemberler döndürmek marifet değil; asıl marifet, yapılan her şeyi O’nun rızasına bağlayabilmektir. Zira marziyat-ı ilahiyeye bağlılıktan daha ulvi bir şey yoktur. Amel ve hizmetlerinizde ihlası yakalayamadığınız takdirde dünyanın rengini değiştirseniz dahi kendinizi kaybedersiniz. Zahiren çok kazanmış gibi görünseniz de Allah katında kaybetmiş tali’sizler kategorisine dahil olursunuz. Başardım zannettiğiniz işler de uzun ömürlü olmaz. Saman alevi gibi gelir geçer. Bu yüzden yapılan her işte ihlası yakalamaya çalışmalı, bunun için de iç mücadelenizi sürekli devam ettirmelisiniz.

İhlas Nasıl Kazanılır

İnsan, marifet-i Sani konusundaki derinliği ölçüsünde ihlasa muvaffak olur. Hakiki ihlâsa ulaşabilmek, marifetullahın, insanın bütün benliğine hükmetmesine bağlıdır. Böyle biri, ağzını açarken, konuşurken, gözlerini kırparken, elini-ayağını hareket ettirirken Rabbinin huzurunda olduğu şuuruyla yapar, bunu bir lahza olsun hatırından çıkarmaz. Bakışları derindir, tavırları ciddidir, duruşu vakurdur, sözleri edeplidir… Bütün tavır ve davranışları iman-ı billâh, marifetullah ve mehafetullahın (Allah’a inanıp O’nu tanıma ve O’na karşı saygıyla dopdolu olma) güdümündedir. Ondan münasebetsizce tavır ve davranışlar sadır olmaz. Marifetullah bu ölçüde insan benliğini sarar, ona hükmederse o kişinin imanında derinlik, amellerinde de ihlas olur.

Yeni bir ihya hareketinin, insanlığın ve Müslümanlığın yeniden layık olduğu veçhile temsil edilmesinin peşinde koşanların yapmaları gereken temel vazife, bu kulluk şuurunu canlandırabilmektir. Mesele sadece insanları namaza alıştırma değildir; tabir-i caizse onları “namaz delisi” yapabilmektir. Hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, mescitten çıktıktan sonra kalbini mescitte bırakan, bir sonraki namazı iple çeken namaz delileri. Öyle ki onlar mesela öğle namazından çıktıktan sonra, “Yahu niye bu müezzinler bir an evvel ikindi ezanını okumuyorlar! Okusalar da koşa koşa gidip bir kere daha Cenab-ı Hakk’ın dergâh-ı huzurunda kemerbeste-i ubudiyet içinde el pençe divan dursak, başımızı yere koyup yüzümüzü Hakk’ın kapısının eşiğine sürsek, O’nun büyüklüğünü kendi küçüklüğümüzü ifade etsek!” diyecek ölçüde ibadete kilitli yaşamalılar. Sadece namaz değil, orucun da, infakın da, diğer ibadetlerin de delisi olmalılar. Bütün ibadetleri ihlasla ve şuurlu bir şekilde yerine getirme noktasında çok kararlı durmalılar.

İhlas dolu böyle bir kulluk şuurunun zıddı ise, ibadetleri aradan çıkarma mülâhazasıyla yerine getirmedir. Yani, kalbi ürpermeden, yaptığı ibadeti beyninin bütün nöronlarında duymadan, hatta kimin karşısında durduğunun dahi farkına varmadan gafletle ibadet yapmaktır. İnsanda en azından ibadetlerini şuurlu yapabilme noktasında bir niyet ve ceht olmalıdır. O, işin başında her şeyi derinlemesine duyamayabilir. Bu, ciddi ve sürekli ceht ve gayrete bağlıdır. Cüneyd-i Bağdadî ancak altmış seneden sonra arzu ettiği ibadet ve marifet ufkuna ulaştığını ifade eder. Aynı şekilde Bediüzzaman Hazretleri de ömrünün sonlarına doğru imrendiği zatlar gibi tesbih çektiğini, kendisiyle birlikte âdeta bütün varlığın “sübhanallah” dediğini duyduğunu söyler. Dolayısıyla asıl önemli olan, insanın böyle bir ufka talip olması ve onu yakalama adına sürekli gayret göstermesidir.

Şayet ibadetlerinizde enginlik ve derinliklere açılmaya, ihlas ve ihsan ufkunu yakalamaya namzetseniz, bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün maksadınıza ulaşabilirsiniz. Bundan sonra yapılması gereken şey ise duyduğunuz şeyleri başkalarına da duyurmaktır. İhya hareketi müntesiplerine düşen sorumluluk da budur. Başta da söylediğimiz gibi bu, insanları şekil Müslümanı olmaktan kurtararak hakiki Müslümanlığa ulaştırma, kalb ve ruh hayatına yönlendirme sorumluluğudur. Günümüzde pek çok insanın günlük siyasetin cenderesinden sıyrılmaları da esasen, bu manevi akımla Allah’la münasebetlerini güçlendirmelerine bağlıdır.

İnsanoğlu, tabiatı itibarıyla hataya açıktır, herkes hata yapabilir. Fakat böyle bir kıvama ulaşmış insanların inhirafları az olur. İnhiraf ettiklerinde de hemen Cenab-ı Hakk’a yönelir, iç döker, tevbe ve istiğfarla hata ve günahların isini, pasını siler süpürür, arınıp temizlenirler. Şayet bir yerde böyle bir keyfiyete ulaşmış bir heyet oluşursa, onlar orada maya olurlar ve bu hâl dalga dalga çevreye yayılır.

Günümüzde insanlığın böyle bir dirilişe ihtiyacı var. Dini, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (radıyallâhu anhüm ecmain) gibi duyacak, yaşayacak insanlara ihtiyaç var. Bize düşen de hep bu ulvî düşüncelerle oturup kalkma, onları gerçekleştirmeye çalışma ve bu konuda dua dua Allah’a yalvarma olmalıdır. Bunun dışında kalan şeylerin tamamı bizim için tali meselelerdir.