Nâsih-mensûh âyetlerdeki insicam

Nesih, lügat itibarıyla, bir şeyi değiştirmek, yani bir şeyin yerine diğer bir şeyi ikame etmek mânâlarına gelir. Aynı zamanda bu kelimede ilgâ, izale mânâları da melhuzdur.

Istılah olarak neshe gelince o, herhangi bir şer'î hükmün, diğer bir şer'î delilin delâletiyle nihayete erdiğini beyan etme ve bizim açımızdan zâhiren mevcut olan hükmü tağyir ve değiştirme demektir ki, biz burada konunun usûl-i tefsirle alâkalı bu yanından daha ziyade birbirinden farklı görünen âyetler arasındaki insicam üzerinde durmak istiyoruz.

Kur'ân-ı Kerim, bazen muvakkat kaydıyla, nazil olduğu çevrenin anlayışını ve müşâhedelerini nazara alır; alır ve o insanları, daha sonra bütün vuzuhuyla anlatılacak hakikatlere, o hakikatlere bağlı hükümlere alıştırır, ısındırır. Ne var ki yine de başlangıçla netice arasında zerre kadar zıddiyet görülmez. Sanki biri diğerinin hazırlayıcısı, öncüsü, diğeri de onun mütemmimi ve tamamlayıcısıdır. İşte bu durum da yine Kur'ân'a ait mucizevî özelliklerden biridir.

İsterseniz bazı örneklerle konuyu biraz daha açalım. Gelin evvelâ içki ile ilgili âyetlere kısaca ve meal çerçevesinde bir göz atalım:

"Hurma ağacı meyvelerinden ve üzümlerden de içki ve güzel rızık elde edersiniz." (Nahl sûresi, 16/67)

Dikkat edilirse, burada bir atıf yapılmıştır. Bir sekr (içki), bir de rızk-ı hasen (güzel rızık)... Henüz içkinin yasak olduğuna dair hiçbir şey gelmemiştir. Daha sonra başka bir âyet geliyor:

"Sana şaraptan ve kumardan soruyorlar. De ki: O ikisinin de büyük günahı vardır. İnsanlara bazı faydaları varsa da, günahları faydalarından büyüktür.." (Bakara sûresi, 2/219)

Evet, bunların zâhiren bir kısım faydaları var gibidir ama, hakikatte ise günah ve zararı daha çoktur. Bu ikinci tenbihten sonra ise:

"Ey inananlar! Sarhoşken ne dediğinizi bilmedikçe namaza yaklaşmayın." (Nisâ sûresi, 4/43)

Bu üç devrede mesaj, bir kısım tenbihlerle fertlerin kafalarında içki ile alâkalı değişik soru işaretleri belirmiştir. Artık bunca ima ve işaretten sonra son ve kesin hükmü ortaya koyma zamanı gelmiştir:

"Ey inananlar! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), (üzerinde yazılar yazılmış) şans okları (çekmek ve bunlara göre hareket etmek) şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz." (Mâide sûresi, 5/90)

Şimdi gelin bir de yukarıdan beri üzerinde durduğumuz bu âyetler arasında, belirli fasılalarla inmiş olmasına rağmen, aradaki sıkı münasebete kuşbakışı bir göz atalım. Evet, farklı zamanlarda, farklı mazmunlarla inen bu âyetler arasında en küçük bir zıtlık olmadığı, aksine, içkinin yasaklanması istikametinde adım adım aynı hedefe doğru gittiklerini görürüz. Şöyle ki, birinci âyette: "Hurma ağacının meyvelerinden ve üzümlerden de içki ve güzel rızık elde edersiniz." (Nahl sûresi, 16/67) deniliyor. Yani, "Üzümler, hurmalar Allah'ın size birer nimetidir. İsterseniz onları tane tane yer, isterseniz sizi sarhoş edecek içkiler imal edersiniz."

Ancak Kur'ân, içkiye rızk-ı hasen, hoş bir rızık demiyor. Demek ki evvelâ içki, rızk-ı hasen değildir. Hele Allah'ın hoşuna gidecek bir şey asla değildir. Dikkat edilirse, bu âyetin hükmü kaldırılsa bile, son hükümle arasında herhangi bir tezat yoktur. Sadece o günün cahiliye insanına, neticede yasağa varacak yolda biraz müdârât söz konusudur. Yani en doğruya, kapalı bir şekilde işaret edilmiştir. Gerçi ondan sonra gelen âyette de tam kesinlik yok; zira onda da: "Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki, o ikisinin de büyük günahı vardır. İnsanlara bazı faydaları varsa da, günahları faydalarından daha büyüktür." (Bakara sûresi, 2/219) şeklinde bir ifade ile işin üzerine gidilmektedir.

Yani, alâküllihâl içkide, insana ciddî zararlar var ama, âyetin devamında bulunan لِلنَّاسِ kelimesindeki harf-i tarifi "ahd" için alırsak "Onda bazı kimseler için faydalar da var." mânâsına gelir ki, bu da içki imal eden, satıp para kazanan kimseler için bir fayda söz konusu olduğu mânâsına gelir. Aklı gözüne inmiş rical-i devlet ve içki müptelası olmuş bir kısım zevat için belki fayda var! Ama haddizatında bir vebal, bir günah, bir zarar olduğu ortada. Demek ki âyet hükmü kesip atmamış ama insan iyi dikkat edip âyetin ruhuna nüfuz edebildiğinde, içki içenin suratına inen tokadı hemen hissedecektir.

Bu arada içki kesin yasak edilmediği için hâlâ ona devam edenler vardı ki, kısa bir süre sonra "Ey insanlar, sarhoşken namaza yaklaşmayın!" (Nisâ sûresi, 4/43) âyeti nazil oldu. Bundan anlaşılan da, Cenâb-ı Hak, sarhoş veya içkili olarak huzuruna gelmeyi kabul etmiyordu. Hâlbuki her mü'min sık sık O'nun huzuruna gitme durumunda idi. Evet, günde beş defa Mevlâ'nın huzurunda teneffüs etme, kırk defa başını secdeye koyup deşarj olma onun hem vazifesiydi hem de buna ihtiyacı vardı. Mevlâ ise, "Benim huzurumda deşarj olacaksanız, aklınız başınızda gelin!" diyor. Öyleyse aklı başında olanlar, bu zararlı şeyi terk etme mecburiyetinde idi. Bu âyetin ruhuna inebilenlerin pek çoğu bu âyetle içkiyi terk etti. Ancak aynı derinliğe erememiş ve bu ufku yakalayamamış bir kısım insanlar hâlâ içki içiyorlardı.

Evet, Kur'ân, fikir ve vicdanları bu kadar hazırladıktan sonra bile meseleyi henüz kavrayamayanlar vardı. Nihayet son noktayı koyma zamanı gelmişti ki, Kur'ân: "Ey inananlar, şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz." (Mâide sûresi, 5/90) diyerek içkinin de diğerleri gibi bir şeytan işi olduğunu ifade etti ve kesin olarak yasakladı.

Evet, içki ve benzeri fiillerin hepsi o mel'unun işidir, cahiliyenin köhne âdet ve kalıntılarıdır. Şeytan, içki ve sarhoşluğu kullanarak insanları birbirine düşürmüştür ve düşürmektedir ki, Kur'ân da işte buna işaret ediyor.

Aynı âyetten şu hükmü çıkaran fakihler de olmuştur: İçki içmiş bir insan ağzını yıkamadan, içkinin bulaşığı dudağında ve dilinde olduğu hâlde bir kaptan su içerse o kap pis olur ve üç defa yıkanması gerekir. Zira âyet bunu رِجْسٌ "pislik" kelimesiyle anlatıyor. Kur'ân'ın, konuyla alâkalı beyanını: "Öyleyse bu pislikten sakının ki kurtuluşa eresiniz!." ifadeleriyle noktalaması da ayrıca üzerinde durulmaya değer.

Görüldüğü gibi, bu âyetler –ki bunlar, ahkâm cihetiyle birbirini nesheden âyetlerdir– arasında bile esas itibarıyla herhangi bir zıddiyet, bir çelişki söz konusu değildir. Ve yine görüldüğü gibi bu âyetler bile birbirleriyle çok ciddî bir insicam ve münasebet içindedir. İşte Kur'ân'ın bütün âyetleri arasında böyle bir tertip ve insicam söz konusudur. Aynı tertip ve insicamı bir başka eserde ve bir başka kelâmda bulmak mümkün değildir.