Takdim yerine

Rabbin kelimelerini yazmak için okyanuslar mürekkep olsaydı, hatta ona bir misli daha ilave edilseydi, okyanuslar bitip tükenecekti ama, O'nun (teşriî ve tekvînî emirleriyle alâkalı) kelimeleri bitmeyecekti.[1]

Ezelden gelip ebede giden Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, bütün çağların sesi soluğu olma liyakatiyle serfiraz bir beyan mucizesi ve meleklerin ışığına pervane döndükleri kelam-ı ilâhînin en nurefşan ifadesidir. Göklerden gönüllere boşalan bu beyan çağlayanı; ifadesi, üslûbu, beyan tarzı açısından bir harikalar mecmuası olduğu gibi; içtimaî disiplinleri, hukukî kuralları, terbiye ile alâkalı kaideleri, insan, varlık ve kâinat hakkındaki yorumlarıyla da, her zaman herkesin başvurabileceği dupduru bir kaynak; en karmaşık ve en bulanık dönemlerin dahi bulandıramayacağı kadar engin bir ummandır.

Bu itibarladır ki, yeryüzünde Hak rahmetini temsil eden o olduğu gibi, gönüllerden imansızlık zulmetini silen de yine odur! İnsanlık doğru yolu buldu ve o doğru yolda yürümeyi öğrendiyse, onun sayesinde öğrendi. Öğrendi de kaoslardan ve yollara takılıp kalmaktan kurtuldu. Varlık onunla aydınlandı ve ruhlara ünsiyet salan dost ve ahbap hâline geldi..!

O, bu bütüncül bakışı ve ihata eden engin ifade ve üslûbunun yanında, muhteva ve mânâ genişliği, beyan inceliği, herkesin ilim ufkuna göre açılma sihri ve ruhlara nüfuzu sayesinde öyle bir güce sahiptir ki, önyargısız olmaları şartıyla, ulaşabildiği herkesi büyülemiş ve başları döndürmüştür.

Evet, o, üzerine eğildikçe kalblerde, kafalarda, lambaları her an daha bir artan sihirli bir avize gibi, değişik tecellî dalga boyunda yeni yeni inkişaflara vesile olarak, insanın zâhir ve bâtın duygularına çeşit çeşit ilâhî armağanlar sunmaktadır.

Ne var ki, her zaman istifadeye açık bu beyan-ı ilâhînin o bitmez-tükenmez hazinelerine mazhar olup onlardan istifade elde edebilmek için de, imtihan dünyasında bulunan insanoğlunun akıl, şuur ve hissiyle ona yönelmesi, onu anlama istikametinde cehd ve gayret göstermesi ve o istikamette iradesinin hakkını vermesi gerekir. İşte "Kur'ân'ın Altın İkliminde" adıyla elinizde tuttuğunuz bu kıymetli eser; günümüz dili ve anlayış seviyesi nazar-ı itibara alınarak, ona yürekten inanmış coşkun bir gönül tarafından, derin bir vukufiyet ve muhkem bir üslûpla sizi o mücevher dolu ummana çağırmakta, o ummana ulaştıracak vesile ve vasıtaları, yol ve yöntemleri önünüze sermektedir.

Bu sebepledir ki, bu altın iklime adımınızı attığınız esnada, asırlar boyunca insanlığa hayat nefhetmiş bir beyan çağlayanına –muvakkat bir hicrandan sonra– yeniden kavuşma heyecan ve helecanını duyacaksınız. Çünkü o iklimde müşahhas misaller hâlinde göreceksiniz ki, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın lafız ve mânâsında öyle bir kuşatıcılık, öyle bir zenginlik ve öyle bir derinlik var ki, asırlardır fakihler ondan istifade ve istinbat ile sayıları yüz binlere ulaşan eserler meydana getirmiş ve kütüphaneler dolusu kitaplar yazmışlardır. Ârifler, irfan peteklerini onun bal özüyle doldurmuş ve bal akan kitaplarıyla milyonlara şeker şerbet sunmuşlardır. Âşıklar, ondan aldıkları ilhamlarla coşmuş, cezb u incizabın gelgitleri arasında ne aşk ve muhabbetnâmeler meydana getirmişlerdir. Evet, asırlar gelip geçmiş ama geçip giden zaman asla onu soldurmamış/solduramamış, renk attıramamış; aksine, zamanüstü o Kelam-ı Ezelî, ilerleyen zamanla birlikte daha bir gençleşmiş, daha bir revnakdârlık ve güzelliğe bürünmüş, enginlik ve zenginliği daha bir hissedilir hâle gelmiştir.

Ve yine, o altın iklime doğru kapıyı aralayıp içeri girdiğinizde, birkaç asırdan beri, özünden uzaklaşan, kendinden kaçan ve kendine yabancılaşan insanoğlunu, o ulvî kıymet ve değeri ölçüsünde yeniden görecek; dolayısıyla bir insan olarak kendinizle tekrar yüz yüze gelecek, kendinizi yeniden "oku"yacak, yeniden kendinizi tanıyıp tanımlayacak ve o altın iklimin yumuşak ve şefkatli atmosferinde bir kez daha kendinizi bulup özünüze ereceksiniz. Zira insanı muhatap kabul edip ona hitapta bulunan bu ışıktan beyan, bütün buud ve derinlikleriyle insanı ele almakta, gizli ve açık duygularıyla adım adım onu takip etmekte; kalbi, sırrı, hafîsi, ahfâsı.. ve bugüne kadar henüz keşfedilememiş daha nice latîfe ve hisleriyle onu bir bütünlük içinde analize tâbi tutmakta; tâbi tutup son tahlilde bize, bizi anlatmakta, bize, bizi tanıtmaktadır. Dikkatli bir şekilde Kur'ân'ı dinleyen, onun lafız ve mânâ münasebetlerini yakından takip eden herkes, onun âyetleri arasında kendi ruh hâlini bulur; hatta çok defa kendisinin dahi izahta güçlük çektiği ledünnî ahvalinin şerh edildiğini görür. Tabiî bu biraz da, insanın Kur'ân'ın ruhuna nüfuz etmesi ve onun ışıktan dünyasına sızmasına bağlıdır. İşte bu yapılabildiği takdirde insan, o Kitab-ı Mübîn'de kendini bulur ve tanır, acz u fakrını idrak eder, nâmütenâhî arzu ve ihtiyaçlarının çehresinde Sonsuz Kudret ve Merhamet'e muhtaç olduğunun farkına varır, o şuurla dolar ve böylece Yaratıcısına iltica edip her türlü yalnızlıktan kurtulur. Çünkü Kur'ân, Yaratıcı-insan-kâinat arasındaki münasebeti en muvazeneli şekilde ortaya koyan bir koordinatlar mecmuasıdır. Dahası Kur'ân, insanı dünyaya baktırdığı gibi ukbâya da baktırır. Fenâya ve bekâya mazhar yönleriyle onu cem eder ve bütünleştirir. Maddesinin anatomisini yaptığı kadar, ledünniyatının da anatomisini ortaya kor. İnsanın nasıl bir gelişme ve terakki ya da düşüş ve tedenni yolu takip ettiğini, şekilden şekle, hâlden hâle, tavırdan tavıra girerken hangi mertebe ve makamlardan geçtiğini ve hisleri, heyecanları ve ruhî referanslarıyla nasıl bir çizelge ortaya koyduğunu bütünüyle Kur'ân'da adım adım takip edebilirsiniz. O nurlu beyanda, insanı bütün yönleriyle müşâhedeniz mümkün olduğu/olabileceği gibi, farklı anlayış ve konumdaki insanların çeşit çeşit duygu, düşünce ve iç dünyalarını da onda bulmanız mümkün olacaktır. Evet, kırılan ümitlerin, sönen aşkların, sarsılan emellerin veya ümitle çarpan sinelerin, tülpembe hülyaların, sevapla ışıldayan gözlerin, günahla kararan yüzlerin, aşk u iştiyakla çarpan sinelerin, karamsarlığa kendini salmış bedbîn ruhların hepsinin akislerini onda görmek mümkündür.

İşte elinizde tuttuğunuz bu eserde, "insan eksenli Kur'ân tefsiri" anlayışı istikametinde, Kur'ân'ın psikolojik tahlillerini, insan üzerine yapılan semavî şerh ve analizleri, müşahhas ve canlı misaller eşliğinde, orijinal tespit ve yorumların ışığı altında okuma imkânını bulacaksınız.

Bu iklimde yolculuğunuzu devam ettirdiğinizde, koskoca kâinatın bir sergi, bir meşher hâlinde önünüze serildiğini; bir kitap gibi önünüze konulduğunu görecek ve böylece onu bir meşher gibi müşâhede edecek, bir kitap gibi okuyacak, bir kitap gibi duyacak ve bir kitabın rengârenk canlı, yaldızlı nakışlarını temâşâ ediyor gibi hayran hayran seyre dalacaksınız. Evet, seyahat müddetince siz, kâinat kitab-ı kebirinde, Kur'ân'ın, kâinat kitabını okuduğunu duyacak ve bu okuyuş karşısında nefesinizi tutup vicdan ve gönül kulağıyla o lahûtî sesi dinlemeye duracaksınız. Zira Kur'ân, nasıl ki, kâinatın misal-i musağğarı olan insanı bir bütün hâlinde ele alıp, bütün derinlik, zenginlik ve enginliğiyle onu şerh etmektedir. Aynı şekilde o, kâinatı bir bütün olarak ele alıp öyle değerlendirmektedir. Bu sebeple var olan hiçbir şey onun ilgi sahasının dışında kalmamakta, zerreden küreye bütün mevcudat onda âdeta hallaç edilmekte, zâhir-bâtın, iç-dış, öz-kışır her şey bütün ahvaliyle ve derecesine göre onda yerini almaktadır. Bundan dolayı elinizdeki bu eserde, "Kur'ân'ın Işığında İlmî Gelişmeler" ana başlığı altında, o nurlu beyanın projektörüyle çağımızı, çağımızdaki ilmî gelişmeleri perspektife aldığınızda ezelden gelip ebede giden Kur'ân hakikatlerinin nasıl bir ihtişam ve görkemle her bir asrın burcunda bayrak gibi dalgalandığını görecek, görüp kendinizden geçecek ve âdeta o kelam-ı ilâhînin size şöyle seslendiğini duyup hisseder gibi olacaksınız: "Ben, Hazreti Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem) dahil, yeryüzünde hiçbir beşerin kelâmı olamam. O Şeref-i Nev'i İnsan, Ferid-i Kevn ü Zaman (aleyhissalâtu vesselâm), sadece benimle irşad eden en büyük bir mürşittir. Ben, ancak ve ancak bütün kevn ü mekânları birbirine bağlayan ve ezelden ebede kadar her şeyi ilmiyle ihata eden bir Zât'ın kelâmıyım. Sizin aklınızın ulaşamadığı, idrakinizin eremediği yerlerde benim asırlar öncesinden dikili olan bayrağım dalgalanmaktadır. İleride sizler, değişik yöntem ve teknolojik imkânlarla daha enteresan şeyler keşfedeceksiniz. Teleskoplarınız, trilyonlarca kilometre ötede bulunan nebülözleri getirip gözler önüne serecek ama, oralara gittiğinizde de yine benim bayrağımın dalgalandığını göreceksiniz."

"Yolculuğa devam" deyip bu altın iklimde kanat çırpmayı sürdürdüğünüz takdirde, "Bu Kitap, iman edenler için, onların Rabbileri tarafından basiretleri açan bir hidayet ve burhandır..."[2] âyet-i kerimesinin hakikatini, küllî prensip ve temel kaideleriyle, müşahhas ve canlı misalleriyle müşâhede etme imkânını bulacaksınız. Zira "Kur'ân'da Terbiye" adlı bölümü okuduğunuzda, onun terbiye anlayışında fertten aileye, aileden topluma, kademe kademe, hayatın hiçbir kesimi ihmal edilmeksizin, kuşatıcı bir bakış açısıyla, akılların ikna ve tenvir edildiğini, nefislerin terbiye ve kalblerin tasfiyeye tâbi tutulduğunu net bir şekilde görme imkânına kavuşacaksınız. Evet, o yüce beyan, ruhların en yükseği ve şekillerin en mükemmeliyle dünyaya gönderilen insana, mutluluk ve saadetin en idealini, teâli ve terakkinin en erişilmezini ve yaşamanın en insancasını göstererek, ona yolların en doğrusuyla "insan-ı kâmil" olma zirvelerini vaad etmektedir. Bundandır ki, arkasına aldıklarını şaşırtmadan, yanıltmadan ve en kestirme yoldan maksada ulaştıran en son, en kâmil söz o olduğu gibi, insanî melekeleri ölmemiş kimseler için tam bir rahmet, hidayet ve hikmet kaynağı olan da yine odur. Bunun en canlı ve çarpıcı misali ise, onun ilk talebeleri ve mucizevî semeresi olan sahabe-i kiram neslidir.

Biz, elinizde tuttuğunuz bu kıymetli, derin ve muhtevalı eseri, üç-beş sayfalık bir "takdim" içerisinde size arz edemeyeceğimizin farkında bulunuyoruz. Bu sebeple "Takdim Yerine" deyip o engin, derin ve hacimli eserden sadece birkaç kare arz etmek, o deryadan sadece bir-iki katre sunmakla, sözü daha fazla uzatmadan, aradan çekilip bu kıymetli eserle sizi baş başa bırakmak istiyoruz. Ancak yayınevi olarak öyle inanıyor ve öyle ümit ediyoruz ki, siz değerli okuyucularımız bu kıymetli eserin içine girdiğinizde yani "Kur'ân'ın Altın İkliminde" seyahate çıktığınızda nice engin ufuklara şehbal açacak, nice güzelliklerle göz göze gelecek, onları temâşâya dalacak; o altın iklimde nice Cennet kevserleri yudumlayacak ve tarifi imkânsız ne cennetâsâ bir neşe ve huzurla soluklanacaksınız. Bu vesileyle bir kez daha, bu feyyaz ve bereketli eserin telifi dolayısıyla, Muhterem Müellifimize gönül dolusu teşekkürü borç bildiğimizi ifade etmek ve Cenâb-ı Hak'tan kendisine sıhhat, sağlık ve afiyet dua ve niyazıyla sözü burada noktalamak istiyoruz.

[1] Kehf sûresi, 18/109.
[2] Câsiye sûresi, 45/20.