Cuma Yamaçlarında Cemâlullah'ı Müşahede Etmek
Ahiret âleminde cismaniyetimizin ne keyfiyette olacağını tam olarak bilemiyoruz. Bu mevzuda kelamcıların ve usûlüddin ulemasının mütalâaları başımızın tacıdır. Onlar, Kur'ân ve Sünnet'te ortaya konan meselelere imanın gereği olarak, nassları o günkü anlayışları içinde yorumlamış ve o istikamette deliller serdetmişlerdir. Ancak ahirette sahip olacağımız vücudun mahiyeti hakkında kesin bir şey söylemek oldukça zordur. Allah (celle celâluhu) bizi bu âlemde atomlar, elektronlar, nötronlardan veya bunların ötesinde eterden/esirden yarattıysa, ahirette de bizi eterin/esirin ötesinde ve bunlara esas teşkil edecek olan daha farklı bir unsurdan, -ona da madde diyeceksek- daha farklı bir maddeden yaratabilir. Bu açıdan "Ahirette de muhakkak bugünkü bildiğimiz mânâda etimiz, kemiğimiz olacak, orada da oksijen soluklayacak ve karbondioksit ifraz edeceğiz, şöyle yiyip içeceğiz…" gibi şeylerle meseleye sınır koyabilmemiz mümkün değildir. Çünkü oradaki hususiyetler bu dünyaya hiç benzemiyor, orada her şey çok farklı bir şekilde cereyan edecek.
Mesela Cennet'te ıtrahat ve -ihtimal zevk için uyuma olsa bile- yorgunluğa bağlı uyuklama ihtiyacı olmayacak. Bu sebeple bizim âhiret âlemiyle alâkalı âyet ve hadislerdeki ifadeleri ıtlaka bağlayıp ötelerin mahiyet ve keyfiyeti hakkında kesin ve net beyanda bulunmaktan kaçınmamız gerektiği kanaatindeyim. İşte "tasavvurumuzu aşkın" o ahiret âlemini bütün buud ve derinlikleriyle duyup hissetme, zevk alıp yaşama keyfiyetimiz bu dünyada melekût yönümüzü inkişaf ettirmemiz ölçüsünde olacaktır. Melekler ise tabiatları icabı bu dünya şartları içinde de bu enginlik ve derinlikte olan varlıklardır. Çünkü o nuranî varlıkların akisleri, kendileri gibi hakikidir. Aynaya aksettiği zaman, hakikatiyle akseder. Bu sebepledir ki Bediüzzaman Hazretleri'nin ifadeleri içinde, "Meselâ, Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, Dıhye suretinde huzur-u nebevîde bulunduğu bir anda, huzur-u ilâhîde, haşmetli kanatlarıyla Arş-ı Âzam'ın önünde secdeye gider, hem o anda hesapsız yerlerde bulunur, evâmir-i İlâhiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş bir işe mâni olmazdı".
Bu açıdan nurdan yaratılan meleklerin hayatları boyunca mazhar oldukları hususiyetlere bizler melekût yönümüzü inkişaf ettirdiğimiz seviyede ahiret âleminde mazhar olacağız. Bir mânâda Cennet'teki mahiyetimiz melekler gibi olacak. Bunun tezahürü olarak da Cennet'te aynı anda çok farklı nimetlerden faydalanma imkânı bulacağız. Mesela, bir taraftan Cuma yamaçlarında Cenab-ı Hakk'ın cemal-i bâ-kemalini müşâhede ederken, aynı anda Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanında O'na takdim edilen maide-i semaviyeden istifade edecek ve O'nun huzurunda olmanın verdiği insibağı yaşayacağız. Belki de, binlerce yıllık mesafelerin Miraç'ta Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) için dürülüp tayyedilmesi gibi, Cennet'te de binlerce nimeti aynı anda duyup hissedeceğiz. İşte bütün bunlar melekliğe ait hususiyetlerdir.
Hâlbuki bizim şu dünyada cismaniyetimiz itibarıyla paylaştığımız bir atmosfer, yaşadığımız bir ortam vardır ki, hareket alanımız oldukça sınırlıdır. Mesela elimizi uzattığımız zaman ancak yanımızdaki insana temas edebiliriz. Çayı elimize alıp içmemiz, yemeğimizi yememiz, oturmamız, kalkmamız hep dar daireli, dar alanlı ve dar çerçeveli hareketlerdir. Fakat Cennet'te, tıpkı dünyada bazı ebdâllara müyesser olduğu gibi bir anda bin farklı yerde bulunabiliriz. Mesela, aynı anda rahmaniyet, rahimiyet, rezzakiyet ufkundan Cenâb-ı Hakk'ı müşâhede edebiliriz. Nuranî ve melekî yapımızla arzu ettiğimiz her yerde O'nu duyabiliriz.
İşte bu sırdan dolayıdır ki, Cennet'in bir saatlik hayatı dünyanın binlerce sene mes'udane hayatına tereccüh ediyor. Çünkü orada binlerce seneyi dürüp bir kitap gibi aynı anda duyabilme imkânını elde ediyoruz. Görmemiz de dünyadaki gibi, üç buudlu, dört buudlu veya beş buudlu değil, belki yüz buudlu olacak ve biz bir şeyi aynı anda yüz buuduyla görüp hissedebileceğiz. İşte Kur'ân-ı Kerim'de meleklerin ahval ve evsafının anlatılmasıyla, bu dünyada melekleşme yolunda yürüyenlerin ahiret âleminde o ufku paylaşacağına işaret ediliyor ve âdeta onların akıbet-i mukaddere veya akıbet-i muhakkakasına iş'arda bulunuluyor.
Rehber-i Ekmel Efendimiz ve Melekleşme Ufku
Esasında Nebiler Serveri'nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) lâlugüher sözleri ve pür-nur hayatı insan tabiatının melekleşme hâlini en çarpıcı ve canlı misallerle ortaya koymaktadır. Mesela O (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde; "Allah her nebiye bir arzu, istek ve şehvet vermiştir. Bana gelince, benim şehvetim, gece namaz kılmaktır." (Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr, 12/84) buyurmaktadır. Demek ki, bizim yeme, içme ve daha başka cismanî şeylere karşı duyduğunuz arzu, iştiha ve şehevanî duygular nasıl tabiatımızın bir parçası ise, Peygamber Efendimiz'in (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslimât) ibadet ü taata olan düşkünlüğü de O'nun tabiatının bir gereğiydi. Evet, itaat ve kulluk O'nun tabiatı haline gelmişti. Çünkü O (sallallâhu aleyhi ve sellem) baş döndüren ibâdet, ubûdiyet ve ubûdetiyle melekûtî yanını derinleştirip enginleştirmişti. Fıtratında mündemiç bulunan nüve ve çekirdekleri inkişaf ettirmişti.
İşte Nebiler Serveri'nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) asliyet planında yaşadığı bu melekleşme ufku zilliyet planında bizim için de söz konusudur. Elverir ki Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet-i Sahiha'da meleklere has zikredilen ahval ve evsafı biz de örnek alıp onları hayatımıza tatbik edelim ve o yolda sa'y u gayrette bulunalım.
Özetle
- Ölümden sonraki hayatın mahiyet ve keyfiyeti hakkında hiçbir zaman kesin ve net bir beyanda bulunmak doğru değildir. Zira o âlem, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve hiçbir insanın aklına gelmeyen şeylerle doludur.
- Nebiler Serveri'nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) lâlugüher sözleri ve pür-nur hayatı insan tabiatının melekleşme hâlini en çarpıcı ve canlı misallerle ortaya koyduğu için O'nu çok iyi takip etmeliyiz.
- Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet-i Sahiha'da meleklere has zikredilen ahval ve evsafı örnek alıp onları hayatımıza tatbik edebilir ve o yolda sa'y u gayrette bulunabilirsek, bizler de melekleşme yolunda mesafe kat edebiliriz demektir.
Sonu Gidip Cennet'e Dayanan Yol
Bir hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bir kimse ilim öğrenmek için bir yola koyulursa, Allah o ilim yolcusuna Cennet'e giden yolu kolaylaştırır." (Müslim, Zikr 38). Evet, her kim Cenâb-ı Hakk'ın muradını hedefleyerek ilim için hicret ederse o şahıs ucu gidip Cennet'e dayanan bir yola sülûk etmiş demektir. Allah (celle celâluhu) o şahsı Cennet'e götürecek tavır ve davranışları ortaya koymakla serfiraz kılar ve artık o kimse âdeta Cennet koridorunda yürüyor gibi yaşar.
Ancak daha önce de ifade edildiği gibi ilim tahsili için vatanını terk edip uzak diyarlara seyahatte bulunmak ciddi manada ehemmiyet arz etse de, olmazsa olmaz bir şart değildir. Zira insan doğup büyüdüğü yerde de, ilim tahsil edip bulunduğu sahada en zirve noktaya ulaşabilir. Önemli olan doğru bilgileri, doğru insanların elinden, doğru bir şekilde alabilmektir. Yoksa yanlış yollara sevk edebilecek mürşit görünümlü kişilerin elinde bir insan, ister uzakta olsun ister yakında, değişik dalâlet ve sapıklıklara kendini kaptırabilir. Niyazi-i Mısrî'nin "Her mürşide el verme ki yolunu sarpa uğratır / Mürşid-i kâmil olanın gayet yolu âsân imiş..." ifadelerini hatırlayacak olursak; diyebiliriz ki, önemli olan uzak olsun-yakın olsun doğru bir rehber veya mürşidi bulabilmektir.
Mesela hicri 7. ve 8. asırlarda İstanbul'da ilim çok ileri bir seviyede olduğundan orada neş'et eden insanlar İstanbul'da kalmış ve doğup büyüdükleri beldede eğitimlerini sürdürmüşlerdir. Bundan dolayı da, o dönemde İstanbul'da hayata uyanan bir ilim tâlibinin illâ da yuvasından ayrılıp gurbete gitmesine gerek olmayabilirdi. Ancak aynı dönemde İstanbul'daki ilmî atmosferin daha canlı, daha mükemmel olduğunu düşünen Anadolu'daki pek çok ilim tâlibi, daha engin, daha zengin, daha seviyeli bir noktaya ulaşma adına memleketinden ayrılıp İstanbul'a göç etmiştir.
Belki bu noktada şöyle bir husus akla gelebilir: Toplumumuzda yaygın bir anlayış olarak, çok defa ailesinin yanında olan bir kimse, Anadolu'da çokça kullanılan bir tabirle aileleri tarafından hemencecik baş göz edilmek istenmektedir. Zira anne-babalar genelde bir an önce torun sahibi olmayı, hatta torunlarının çocuklarına ulaşmayı arzulamaktadırlar. Böyle olunca da ilim tâlibi, uzun soluklu ve ciddi fedakârlıklar isteyen ilmî çalışma ve faaliyetler için fırsat bulamamakta, eğitimini istediği seviyede sürdürme imkânından mahrum kalabilmektedir. İşte böyle bir durumda ilim adına seyahatlerin gerekli olduğu söylenebilir. Ancak böyle bir tercihte bulunurken, insan, asice bir tavırla anne-babasına karşı çıkmamalı, onları görmezden gelmemeli; aksine hissiyatlarını hesaba katarak gönüllerini almalı ve bir yolunu bulup onları ikna etmesini bilmelidir. Belki bu noktada, ilim uğruna ortaya konacak hasbîlik ve fedakârlıkların hem ailesi, hem milleti, hem de bütün insanlık için getireceği faydalar anlatılıp geri dönüldüğünde onların da memnun olacağı bir keyfiyette bulunacağı hatırlatılabilir. İşte bu yapılabildiği yani anne-babaların gönülleri alınıp hoşnut edilebildiği takdirde, daha yararlı olacağı düşüncesiyle uzak bir yerde ilim tahsil etme, gurbetin hüzün ve meşakkatlerine katlanma aynı zamanda kişiye bir hicret sevabı da kazandırır.
Sözün Özü
Bir kısım insanlar, yıllardır Müslümanları hep cehaletin yanında göstermiş ve 'gerici', 'yobaz' gibi bir sürü yaftalarla, onları karalama yoluna gitmişlerdir. Zühd, yanlış anlaşılmış ve Müslümanlar, âdeta köşesine çekilmiş bir acûze-i şemtâ tiplemesiyle karakterize edilerek değişik töhmetler altında bırakılmıştır. Esasen züht kalbde yaşanmalıdır ve insanın, dünya ile herhangi bir kalbî bağlantısı olmamalıdır. Yoksa kesben -avam ifadesiyle- dünyanın altından vurup üstünden çıkmalı ve ne yapıp yapıp mutlaka başarıya ulaşılmalıdır.
Haftanın Duası
Her şeyden evvel, varlığıyla varlığımızı ışıklandıran, gözlerimize nurlar serpip, bizleri nefsanî karanlıklardan kurtaran Rahmeti Sonsuz Rabbimize hamd ü senalar ediyor, iki cihanın serveri, enbiyanın seyyidi ve merhamet-i ilahiyenin timsali olan Peygamber-i Zîşan Efendimiz'i salât ü selamlarla bir kez daha anarak ellerimizi açıp yalvarıyoruz: Rabbimiz! bizleri dünyanın her türlü cevr ü cefasından, rezil rüsvay bir duruma düşürmesinden ve ahiret azabından koru. Bizi ve hayatını ilây-ı kelimetullaha adamış hizmet erlerini hoşnutluğunla doyur.
- tarihinde hazırlandı.