Oruçlunun Dikkat Etmesi Gereken Hususlar

Oruçlunun Dikkat Etmesi Gereken Hususlar

Her mevzuda olduğu gibi oruçta da dikkat edilmesi gereken bir takım meseleler vardır. Oruçtan hasıl olması istenen neticelere ulaşabilmek için başlıca şu hususlara dikkat edilmelidir.

1. Sahurda Dikkat Edilecekler

Sahur; seher ile aynı kökten gelir, seher vakti yani tanyeri ağarmadan biraz önce yenen yemeğe denir. Bu vakitler, en bereketli zaman dilimleridir. Mü’min, sahura kalkmak suretiyle bir taraftan bu vaktin bereketinden istifade etmiş, diğer taraftan ise sahurda bir şeyler yemek suretiyle tutacağı oruç ve yapacağı diğer ibadetler için güç ve kuvvet kazanmış olur. Seher vakti, yapılan ibadetlerin Cenâb-ı Hakk’a doğrudan ulaşacağı zaman dilimidir.

Sahur yemeği Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından tavsiye edilmiş, sahurda bereketin olduğuna ve  meleklerin sahura kalkanlara duada bulunacağına dikkat çekilmiştir. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

السَّحُورُ أَكْلُهُ بَرَكَةٌ فَلاَ تَدَعُوهُ وَلَوْ أَنْ يَجْرَعَ أَحَدُكُمْ جَرْعَةً مِنْ مَاءٍ، فَإِنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ وَمَلاَئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى المُتَسَحِّرِينَ

“Sahurda bereket vardır. Bir yudum su içmekle dahi olsa mutlaka sahur yapın. Zira Allah (celle celâluhu) sahura kalkanlar için rahmetiyle muamelede bulunur; melekler de onlar için dua ve istigfar ederler.”[1]

Sahurda dikkat edilmesi istenen hususlardan birisi de yemeğin vaktin sonlarına tehir edilmesidir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ümmetine olan şefkat ve merhametinin gereği olarak bunun daha efdal olduğunu söylemiştir. Bu sayede oruç sebebiyle aç kalınan süre azalmakta ve özellikle hasta ve yaşlı insanlar için daha tahammül edilebilir hale gelmektedir. Ayrıca sahurun erkenden yapılması insanın gaflete dalıp uyuklamasına, dolayısıyla sabah namazını kaçırmasına sebep olabilir. Sabah namazına yakın bir vakitte yapılan sahur, namazın vaktinde kılınmasını temin bakımından da önemlidir. Bu mevzuyla alâkalı olarak Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

لاَ تَزَالُ أُمَّتِي بِخَيْرٍ مَا عَجَّلُوا الإِفْطَارَ وَأَخَّرُوا السُّحُورَ

İftarda acele edip, sahuru tehir ettikleri müddetçe ümmetim hayır üzerinedir.”[2]

Sahur ile sabah namazı vakti arasının müddetiyle ilgili hadis kitaplarında şu rivayete rastlıyoruz:

“Bir mecliste Zeyd İbn Sabit (radıyallâhu anh), ‘Biz, Resûlullah ile birlikte sahur yemeği yedik sonra da sabah namazını kıldık.’ deyince mecliste bulunanlardan birisi, ‘Sahur yemeği ile sabah namazı arasında ne kadar zaman geçti?’ diye sordu. Zeyd şöyle cevap verdi: ‘Elli âyet okuyacak kadar.’”[3]

2. İftarda Dikkat Edilecekler

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), oruçlu kimsenin iftar ederken nelere dikkat etmesi gerektiğini açıklamıştır. Buna göre bir mü’min orucunu açarken şunlara dikkat etmelidir:

Akşam vakti girdiği zaman oruçlunun hemen iftar etmesi sünnettir. Vakit bakımından çok sınırlı olduğu, vakti girer girmez hemen kılınması gerektiği hâlde, Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) önce iftar yapar daha sonra akşam namazını kılardı. İftarın bir an önce yapılması tavsiyesinde insanlara karşı gösterilen şefkat ve merhametin tezahürleri görülmektedir. Gün boyu aç duran insanları, vakti girdiği hâlde, yeme-içmeden men etmeyi dinin o şefkat ruhuyla telif etmek zordur. Bunun için Peygamber Efendimiz, ümmetini iftar yapma hususunda acele etmeye teşvik etmiş, onu, gözünün nuru namazın dahi önüne almıştır:

لَا يَزَالُ النَّاسُ بِخَيْرٍ مَا عَجَّلُوا الفِطْرَ

İnsanlar iftarı acele yapmaya devam ettikleri sürece hayır üzerinedirler.”[4]

Başka bir rivayette de Hazreti Âişe Validemiz, Resûlullah’ın bu mevzudaki tutumunu bizlere haber vermektedir. Ebû Atiyye anlatıyor:

“Ben ve Mesruk, Hazreti Âişe’nin (radıyallâhu anhâ) yanına girmiştik. Mesruk şöyle dedi: ‘Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ashabından iki adam var ki bunların ikisi de hayırdan geri kalmıyorlar. Biri akşam namazı ile iftarda acele davranıyor, diğeri hem akşamı hem de iftarı tehir ediyor.’ Bunun üzerine Hazreti Âişe, ‘Akşam namazı ile iftarda acele davranan kimdir?’ diye sordu. Mesruk, ‘Abdullah İbn Mesud’dur.’ cevabını verince Hazreti Âişe, ‘Resûlullah işte böyle yapardı.’ dedi.”[5]

Oruçlunun, iftarını hurma veya su ile açması sünnettir. Hazreti Enes (radıyallâhu anh) bu konuda şöyle der:

 “Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) namaz kılmadan önce bir kaç tane yaş hurma ile eğer yaş hurma bulunmazsa kuru hurma ile iftar ederdi. Eğer kuru hurma da yoksa bir kaç yudum su içerdi.”[6]

Süleyman İbn Âmir’in rivayetine göre ise Allah Resûlü şu tavsiyede bulunmuştur:

إِذَا أَفْطَرَ أَحَدُكُمْ فَلْيُفْطِرْ عَلَى تَمْرٍ، فَإِنَّهُ بَرَكَةٌ، فَإِنْ لَمْ يَجِدْ تَمْرًا فَالمَاءُ فَإِنَّهُ طَهُورٌ

“Sizden biriniz oruç tuttuğunda hurma ile iftar etsin. Zira hurma berekettir. Şayet hurma bulamaz ise su ile iftar etsin. Zira su çok temizleyicidir.”[7]

Oruç tutmak suretiyle gün boyu aç kalan bir insanın kan şekeri düşer. Bu kişinin, ibadetini daha zinde bir şekilde yapabilmesi için bilhassa tatlı bir yiyecekle kan şekerinin dengelemesi gerekir. Diğer bir husus da açlıktan bitap düşmüş bir şekilde yapılan ibadette huşuyu yakalamak zordur. Bu gibi sebeplerle iftarın bilhassa namazdan önce yapılması tavsiye edilmiş olabilir.

İftar vakti yapılacak şeylerden birisi de bol bol dua etmektir. Zira Cenâb-ı Hak, اُدْعُون۪ٓى اَسْتَجِبْ لَـكُمْۜ  “Bana dua edin ki size karşılık vereyim.”  buyurmaktadır.[8] İftar vakti yapılacak olan duanın ise Allah katında ayrı bir değeri vardır. Gün boyu sırf Allah rızası için aç-susuz kalan, nefsini günahlardan alıkoymaya çalışan bir mü’mine mükâfat olarak Allah onun iftar vakti yapacağı duayı kabul buyurur.

Orucunu tutan bir mü’min, Cenâb-ı Hakk’ın böyle bir iltifatını kaçırmamalı, her ne ihtiyacı varsa iftar vakti ellerini kaldırıp Allah’a arz etmelidir. Efendimiz’in iftar vaktinde yaptığı dua şöyledir:

اللهُمَّ لَكَ صُمْتُ وَعَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ وَعَلَى رِزْقِكَ أَفْطَرْتُ ، تَقَبَّلْهُ مِنِّي إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ، ذَهَبَ الظَّمَأُ وَابْتَلَّتِ الْعُرُوقُ وَثَبَتَ الْأَجْرُ إِنْ شَاءَ اللهُ

“Allahım! Senin rızan için oruç tuttum. Sana tevekkül ettim. Senin rızkınla orucumu açtım. Benden bu orucumu kabul buyur. Şüphesiz ki Sen Semî’ ve Alîm’sin (hakkıyla işiten ve bilensin). Susuzluk gitti, damarlar ıslandı. İnşaallah ecir ve sevap da sabit oldu.”[9]

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) yemeğe davetli olduğu zaman şöyle dua ederdi:

أَكَلَ طَعَامَكُمُ الْأَبْرَارُ، وَأَفْطَرَ عِنْدَكُمُ الصَّائِمُونَ، وَصَلَّتْ عَلَيْكُمُ الْمَلَائِكَةُ

“Yemeğinizi iyi kimseler yesin. Oruçlular sofranızda iftar yapsın. Melekler size mağfiret dilesin.”[10]

İftarda dikkat edilecek hususlardan birisi de sofranın misafirlere açık tutulması, fakirler başta olmak üzere daima birilerinin bulunmasına gayret edilmesidir. İnsan böylece hem fakirlerin gönüllerini almış hem de iftar yaptırdığı kimse kadar sevap kazanmış olur. Bu hususta Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

مَنْ فَطَّرَ صَائِمًا كَانَ لَهُ مِثْلُ أَجْرِهِمْ، مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أُجُورِهِمْ شَيْء

“Kim bir oruçluya iftar yaptırırsa onun kadar sevap kazanır. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmez.”[11]

3. Kötülüklerden Uzak Durma

Allah Teâlâ orucu nasıl vaz’ etmişse, neye “oruç” diyorsa onu öylece tutmak icap eder. Bir mü’minin, Ramazan-ı Şerif’ten beklenen neticeyi elde etmesi için, yeme-içmeden kendisini alıkoyduğu gibi aynı zamanda dilini de münasebetsiz, mânâsız, yakışıksız, hele yalan ve gıybet ifade eden şeylerden uzak tutması gerekir. Hatta gereksiz yere konuşmayıp ağzını yalnız hayırla açıp-kapaması, dilini hep sohbet-i Cânan’la süslemesi elzemdir. Gözlerini keza kontrol altına alması gerekir. Harama karşı gözlerini kapaması, baktığı şeyleri iyi görmesi, iyi yorumlaması, her şeyden iyi mânâlar süzüp sağması lazımdır.

Mü’min, bunların yanında, kulaklarını da mâlâyani şeylerden uzak tutmalı, onları Kur’ân’a, hadis-i şeriflere, büyüklerin güzel sözlerine açmalıdır. Böylece yeme-içmeden kendisini alıkoymak suretiyle ağzına ve midesine oruç tutturduğu gibi, mahzurlu ve –hatta mahzuru olmasa bile– faydasız şeylere kapanmak suretiyle –eskilerin tabiriyle– bütün âzâ u cevârihine, havâss-ı zâhire ve bâtınasına oruç lezzetini tattırmalıdır. Velhâsıl, oruçlu insan, bütün kötülüklere karşı kapılarını sonuna kadar kapamalı, onlara geçit vermemeli, bunun için de bilhassa aşağıdaki hususlara dikkat etmelidir.

a. Gözü Muhafaza Etme

Cenâb-ı Hakk’ın insana verdiği en büyük nimetlerden birisi gözdür. Göz, insanın, dış dünya ile alâka kurmasının en büyük vesilesidir. Allah’ın büyüklüğünü anlayıp üzerinde tefekkür edebilmek için yine O’nun yarattığı şeylere bakmak gerekir. İnsan, gözü sayesinde kâinatı ve Yüce Yaratıcı’nın kâinatta yarattığı harikaları müşahede edebilir. Ruha ve kalbe gelen şeyler genellikle gözlerden süzülerek gelir. İnsan, hususiyle de oruçlu olduğu zaman gözünü haramlardan, kalbine zehir akıtabilecek şeylerden muhafaza etmelidir. Zira Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) kudsî bir hadiste şöyle buyurmuştur:

إِنَّ النَّظْرَةَ سَهْمٌ من سِهَامِ إِبْلِيسَ مَسْمُومٌ، من تَرَكَهَا مَخَافَتِي أَبْدَلْتُهُ إِيمَانًا يَجِدُ حَلاوَتَهُ في قَلْبِهِ

“(Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:) Harama bakma, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim, Ben’den korktuğu için onu terk ederse, Ben o kuluma, kalbinde tatlılığını hissedebileceği bir iman ihsan ederim.”[12]

Cenâb-ı Hak da Kur’ân-ı Kerim’de sarih bir surette mü’minleri günaha bakmaktan men ederek şöyle buyurur:

قُلْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْۜ ذٰلِكَ اَزْكٰى لَهُمْۜ اِنَّ اللهَ خَب۪يرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ۝ وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ

“(Resûlüm!) Mü’min erkeklere, gözlerini haramdan sakınmalarını ve iffetlerini korumalarını söyle. Bu onlar için en uygun, en nezih olanıdır. Allah yaptıkları her şeyden haberdardır. Mü’min hanımlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar...”[13]

b. Dili Muhafaza Etme

Oruçlu bir insanın muhafaza etmesi gereken organlarından belki en önemlisi dilidir. Zira Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) dilin muhafazası konusunda şöyle buyurmuştur:

مَنْ يَضْمَنْ لِي مَا بَيْنَ لَحْيَيْهِ وَمَا بَيْنَ رِجْلَيْهِ أَضْمَنْ لَهُ الجَنَّةَ

“Kim bana, iki çene arasını ve apış arasını koruma mevzuunda garanti verirse, ben de onun Cennet’e gideceğini garanti ederim.[14]

Sair zamanlarda korunması için teşvikte bulunulup karşılığında Cennet vaat edilen dilin, elbette ki oruçlu iken daha iyi muhafaza edilmesi gerekir. İnsan, bilhassa oruçlu iken dilini yalandan, gıybetten, başkalarını çekiştirmekten, haram mevzuları konuşmaktan, kavga ve gürültüden korumalıdır. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) kudsî beyanlarından hareketle söyleyecek olursak hayırdan başka şey konuşmamalıdır:

مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللهِ وَاليَوْمِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَصْمُتْ

“Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır söylesin ya sussun.”[15]

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bu hadis-i şerifini kendine düstur edinen bir mü’min, daima Kur’ân’la, evrâd ü ezkârla meşgul olmalı, ahireti hatırlatacak, tefekküre sebep olacak şeyleri konuşmalıdır. Bilhassa kavga-gürültü çıkarmaktan kaçınmalı, dövene elsiz olduğu gibi sövene de ona mukabelede bulunmamak suretiyle dilsiz olmaya çalışmalıdır. Kendisine bu mevzuda herhangi bir sataşma olursa, oruçlu olduğunu, mukabelede bulunmayacağını söyleyebilir. Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu hususta şöyle buyurmuştur:

الصِّيَامُ جُنَّةٌ، وَإِذَا كَانَ يَوْمُ صَوْمِ أَحَدِكُمْ فَلاَ يَرْفُثْ وَلاَ يَصْخَبْ، فَإِنْ سَابَّهُ أَحَدٌ أَوْ قَاتَلَهُ، فَلْيَقُلْ إِنِّي امْرُؤٌ صَائِمٌ

“Oruç, mü’min için kalkandır. Oruçlu iken kötü şeyler konuşup cahilane hareket etmeyin. Eğer bir kimse size kötü söz söyler ya da kötü muamelede bulunursa, ‘Ben oruçluyum.’ desin ve mukabele etmesin.”[16]

Oruçlu olduğu hâlde diline hâkim olamayan, sadece midesine oruç tutturan bir insan, oruçtan hâsıl olacak mükâfata nail olamaz. Açlık ve susuzluğu yanına kâr kalır. Nitekim Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) der ki:

مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالعَمَلَ بِهِ فَلَيْسَ لِلَّهِ حَاجَةٌ فِي أَنْ يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ

“Yalan söylemeyi, kötü söz ve kötü fiilleri bırakmayan bir insanın, yemeyi içmeyi bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.”[17] 

Başka bir yerde ise şöyle buyururlar:

رُبَّ صَائِمٍ لَيْسَ لَهُ مِنْ صِيَامِهِ إلا الْجُوعُ وَرُبَّ قَائِمٍ لَيْسَ لَهُ مِنْ قِيَامِهِ إلا السَّهَرُ

“Nice oruç tutan vardır ki çektiği açlık ve susuzluktan başka elinde bir şey kalmaz. Gece boyu ibadet yapan nice insan vardır ki uykusuzluktan başka elinde kalan bir şey olmaz.”[18] 

c. Kulağı Muhafaza Etme

Sair organlarımız gibi kulağımız da bizlere Rabbimiz’in emanetidir ve bu emanete sahip çıkmamız gerekir. Kulağı muhafaza, onu, yalan, gıybet, dedikodu gibi çirkin şeylere karşı kapalı tutmakla olur. Bir mü’minin, bilhassa oruçlu iken, bu tür şeylerin konuşulduğu ortamlardan hemen uzaklaşması gerekir. Zira konuşulması çirkin olan bir hususun dinlenmesi de o kadar çirkindir. Kur’ân-ı Kerim şu âyet-i kerimede kötü söze kulak vermeyi çirkin gördüğünü açık bir şekilde ifade eder:

سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِۜ

“Onlar devamlı yalana kulak verir ve haram yerler.”[19]

d. Zâhirî-Bâtınî Tüm Duyuları Muhafaza Etme

Yukarıda, insana emanet edilmiş organlardan üç tanesini zikrettik. Zira insan çoğunlukla bu üç organını iyi koruyamadığı için günaha girer. Bunları koruyabildiği takdirde zamanla Cennet’e ehil hâle gelir. İnsan, bu organlar vasıtasıyla dış dünyaya açılır. Dolayısıyla dışarıdan ruhunu ve vicdanını kirletecek şeylere maruz kalmamak için bunlara çok dikkat etmesi gerekir.

Vicdanın dört ana unsuru ve ruhun dört mühim hususiyeti vardır. Bunlar, irade, zihin, his ve lâtife-i Rabbaniye olarak isimlendirilir. Mü’min, bu unsurların temiz kalmasına gayret etmeli, bunları kirletebilecek şeylerden sakınma adına zâhir ve bâtınındaki bütün iç ve dış duyularını muhafaza etmesini bilmelidir. Midesiyle birlikte gözüne, kulağına, diline, kalbine, hayaline ve fikrine yani bütün cihazât-ı insaniyesine oruç tutturma gayreti içinde olmalıdır.

Hak dostları, orucu üçe ayırmışlardır:

Avamın Orucu: Sadece midesine oruç tutturan, zâhirî olarak orucu bozacak davranışlardan uzak duran sıradan insanların orucudur. Bu oruçta, yeme, içme ve cinsî münasebetten uzak durma yeterli sayılır.

Havassın Orucu: Midesine oruç tuttururken onunla birlikte el, dil, göz ve kulak gibi azalarını da çirkin şeylerden koruyan, bu sayede orucun bereket ve feyzini tatmaya çalışan seçkin kulların orucudur. Böyleleri dövene elsiz, sövene dilsizdirler. Konuşmaları hep rıza-i ilâhî çerçevesinde cereyan eder. Kulakları, çirkin şeyleri dinlemeye kapalıdır. Gözleri de haram şeylere asla nazar etmez.

Ehassü’l-havassın Orucu: Havassın orucuna ilave olarak kalb, hayal ve fikirlerini dahi dergâh-ı ilâhide güzel görülmeyen yabancı şeylerden uzak tutarak Allah’ın seçkin kulları arasında hususi bir yere sahip olan müttakilerin orucudur. Bu oruçta, Allah’tan başkasını kalbden tamamen uzaklaştırmak esastır. Allah rızası eksenli olmayan her türlü dünyevî düşünce bu orucu mânen bozar.[20]

4. Hâlisane Oruç Tutma

Oruç tutarken dikkat edilecek hususlardan en önemlisi ise, orucunu sırf Allah rızası için hâlisane tutmaya gayret etmektir. Kul, oruç tutarken hulûs içinde olmalı, orucu, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine armağan etmiş olduğu bir hediye gibi telakki etmeli ve katiyen onun içine Rabbin rızasından başka bir şey karıştırmamalıdır. Dahası, sürekli “Orucumu tam tutamadım, onu hakkıyla eda edemedim, Ramazan’ın hakkını veremedim.” mülâhazaları içinde bulunmalıdır. Yoksa bir şey yapıyor gibi çalıma girme, “şöyle tutuyorum, böyle tutuyorum” gibi başkalarına caka yapma; “Geceleri kalkıp şunu yapıyorum, bunu yapıyorum.” diyerek fahirlenme, süm’a ve riyaya girme, ibadetlerinin güya derinliğini hissettirmeye çalışma gibi şeyler ihlâsa manidir.

Öyleyse orucun bütünüyle Cenâb-ı Hakk’a, O’nun rızasına bağlanması gerekir. Ve zaten insanın, orucu, O’ndan alıp kendinize mâl etmesi, onunla Allah’ın rızasının dışında bir kâr elde etmeye çalışması, orucun vaz’ ediliş hikmetine aykırıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

الصَّوْمُ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ

“Oruç sırf Benim rızam için tutulur, onun mükâfatını da bizzat Ben takdir eder, Ben veririm.”[21] 


[1]  Buhârî, savm 20; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 3/12, 44, 17/150.

[2]  Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 5/147; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 25/163.

[3]  Buhârî, mevâkît 27, savm 19; Müslim, sıyâm 47.

[4]  Buhârî, savm 45; Müslim, sıyâm 48.

[5]  Müslim, sıyâm 49; Tirmizî, savm 13; Ebû Dâvûd, savm 20; Nesâî, sıyâm 23.

[6]  Tirmizî, savm 10; Ebû Dâvûd, savm 21.

[7]  Tirmizî, zekât 26, savm 10; Ebû Dâvûd, savm 21; İbn Mace, sıyâm, 25.

[8]  Mü’min sûresi, 40/60.

[9]  Ebû Dâvûd, savm 22; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 2/344.

[10] Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 3/138; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 4/240, 7/287.

[11] Tirmizî, savm 82; İbn Mâce, sıyâm 45.

[12] et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 10/173; el-Hâkim, el-Müstedrek 4/349.

[13] Nûr sûresi, 24/30-31.

[14] Buhârî, rikak 23; Tirmizî, zühd 61.

[15] Buhârî, edeb 31, 85, rikak 23; Müslim, îmân 74, edâhî 19.

[16] Buhârî, savm 9; Müslim, sıyâm 163.

[17] Buhârî, savm 8, edeb 51; Tirmizî, savm 16; Ebû Dâvûd, savm 25.

[18] İbn Mâce, sıyam 21; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/373.

[19] Mâide sûresi, 5/42.

[20] el-Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn 1/234.

[21] Buhârî, tevhid 35; Müslim, sıyâm 160.

Oruç, İftar, Sahur