Ehl-i Kitap'la Diyalog
Ehl-i Kitab'la olan diyaloğun keyfiyetini Kur'an ve Sünnet ışığında açıklar mısınız?
İnanan insanlar, imanlarına göre tavırlarını çok iyi belirler ve mesajlarını verilmesi gerektiği şekilde verirlerse, ülkemizde ve hattâ dünya üzerinde çok iyi bir diyalog ortamının meydana geleceğine inanıyorum. Bu sebepledir ki her mesele gibi bu konuda da Kur'ân ve Allah Resûlü'nün üslûbu esas alınarak, yapılacak şeyler ona göre yapılmalıdır.
Bakara sûre-i celilesinin başında Allahü Teâlâ şöyle buyurur: Kur'ân hidayete ulaştırır.' Daha sonra da bu müttakilerin kim olduğunu açıklar: 'Gaybe iman eden, namazı dosdoğru kılan ve rızık olarak verdiklerimizden infakta bulunanlar. Ve aynı zamanda sana ve senden önceki (Peygamberlere) indirilenlere iman edenler. Ve onlar Âhiret'e de kesin bir yakin içindedirler.' Kur'ân bu âyetleriyle bizi, çok yumuşak ve biraz da kapalı bir üslûp kullanarak, geçmiş peygamberleri ve onlara indirileni kabule çağırır. Daha Kur'ân'ın başında, ondan istifade için böyle bir şartın getirilmesi, bana Ehl-i Kitap ile diyalog adına çok önemli geliyor.
Allahü Teâlâ bir başka âyette şöyle buyurur: 'Ehl-i Kitap'la tartışırken en güzel bir şekil ve uslûbda tartışın.' Kur'ân, bu âyetiyle de bize, üslûbda takınacağımız tavrı ve sergilememiz gereken edebi salıklıyor. İslâm'da münazara şekil ve üslûbu konusunda Bediüzzaman'ın söyledikleri son derece dikkat çekicidir: O, 'Münazarada karşıdakinin mağlubiyetiyle memnun olan insan, insafsızdır.' der ve bunun sebebini de şöyle açıklar: 'Onun mağlûp olmasıyla siz bir şey kazanmazsınız; siz mağlûp olup da, o kazanmış olsaydı, o takdirde bir yanlışınızı düzeltmiş olacaktınız.' Evet, münazarayı, nefsi adına değil de, gerçeğin ortaya çıkması adına yapan insanın tavrı bu olmalıdır. Buna karşılık, siyaset meydanlarında, sadece hasmı mağlûp etme düşüncesiyle yapılan münakaşalara baktığımızda, o tartışmalardan olumlu hiçbir netice çıkmadığı da açıktır. Öyleyse, müsâdeme-i efkârdan, yani fikirlerin çarpışmasından hakikatin ortaya çıkması için, karşılıklı anlayış, saygı, hakperestlik gibi düsturlar kat'iyen kulakardı edilmemelidir. Bu da Kur'ânî bir düstur olarak ancak, iyi bir diyalog ortamında gerçekleşebilir.
Yukarıda geçen ve Ehl-i Kitap'la en iyi ve en güzel şekilde münazarayı emreden âyetin devamında 'ancak zulmedenler hariç' kaydı vardır. Zulüm, En'âm suresinde yer alan 'İmanlarına herhangi bir zulüm karıştırmayanlar (var ya), işte güven onlarındır. Ve doğru yolda olanlar da onlardır' âyetine Allah Resûlü'nün getirdiği yoruma göre şirk ve kâinatı tahkir u tezyif mânâsında küfürle eş anlamda kabul edilmiştir. İnsanın, kendi vicdanında Allah'ı ifade eden bütün dilleri susturması zulümlerin en büyüğüdür. Aynı zamanda zulüm, başkalarına haksızlık yapma, insanlar üzerinde baskı kurma ve dayatmalarda bulunma mânâlarına da gelir. O açıdan zulüm, bir yönüyle şirki ve küfrü de içine alan, dolayısıyla da şirk ve küfürden daha büyük bir günahtır. Çünkü, her müşrik veya kâfir, başkalarına haksızlık yapma, insanlar üzerinde baskı kurma ve dayatmalarda bulunma anlamında zalim olmayabilir. Halk arasında meşhur mânâsıyla zulmedenlere, şekavet adına silâhlananlara, hem insan hak ve hukukunu, hem de Allah hakkını çiğneyenlere karşı kanunlar çerçevesinde mukabele de bulunmak bir esastır.
Ehl-i Kitab'ın zalim olmayan kesimiyle münasebetlerimizde, şiddetli davranma ve onların iflahını kesme düşüncesi İslâmî bir düşünce ve davranış değildir. Böyle bir düşünce ve davranış İslâmî olmaktan öte, İslâmî kaide ve prensiplere aykırı bir çarpıklık demektir.
Bir başka yerde, Mümtehine sûresinde, 'Allah sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı, adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.' buyurulmaktadır. Bu âyetin inmesiyle alâkalı olarak, Hz. Esma validemizin müşrike olan analığının, Mekke'den Medine'ye gelip validemizle görüşmek istemesi nakledilir. Hz. Esma, Allah Resûlü'ne gelir ve müşrik analığıyla görüşüp görüşemeyeceğini sorar. Bunun üzerine bu âyet nazil olur ve görüşmenin de ötesinde, ona iyilikte bile bulunmasının herhangi bir mahzuru olmadığı ifade edilir. Bahse konu olan bu kadın bir müşriktir. Allah'a, Ahiret Günü'ne ve peygamberliğe inananlar için belirlenecek tavrı da anlayışlarınıza havale ediyorum.
Kur'ân-ı Kerim'de bu şekilde içtimaî diyalog ve hoşgörü açısından üzerinde durulabilecek yüzlerce âyet bulmak mümkündür. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, müsamaha ve hoşgörüde dengenin yakalanabilmesidir. Kobraya merhamet etmek, onun ısırdığı insanların hukukunu yemek demektir. Hümanizmanın o kadarı, rahmet-i İlâhiyeden fazla merhamet etme iddiası demektir ki, böyle bir tavır ise merhametin kendisine saygısızlık ve başkalarının hukukuna da tecavüzdür. Dolayısıyla, hoşgörü ve diyalog arayışı, hiçbir şekilde Allah'ın anlatılıp tanıtılmasından geri durmayı gerektirmez. Evet, Kur'ân'ın ve Sünnet-i sahiha'nın ruhu sıkıldığında bazı hususî haller müstesnâ, orada hep müsamahayı görürüz. Bu müsamahanın atkıları Ehl-i Kitaba, hatta bir mânâda kim olursa olsun bütün dünya insanlarına kadar uzanmaktadır.
- tarihinde hazırlandı.