Allah Resûlü'nün Dua İklimi

Dua, bir ibadettir,[1] dua kulluğun özüdür,[2] dua Rabbe dönüş ve yönelişin adıdır. Kulluktan bahsedilen bir yerde, duadan bahsetmemek mümkün değildir. Zaten, Allah (celle celâluhu) da “Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var!”[3] buyurmuyor mu? ve “Dua edin kabul edeyim.”[4] diyen de bizzat Kendisi değil mi?

Dua, Allah'la (celle celâluhu) kul arasında kuvvetli bir bağdır. Başka bir ifade ile, kulun düşüncesinin Rabbe takdim edilmesi şeklidir dua. Kul erişemeyeceği ve iktidarıyla elde edemeyeceği her şeyini, mutlak iktidar sahibi olan Kadîr‑i Mutlak'tan ister; işte bu isteğin adıdır dua. O, helezonlar hâlinde kuldan Rabbe yücelen tatlı bir nağmedir ta arşa kadar...

Günümüzde, sadece beş vakit namazın veya belli bir kısım ibadetlerin sonuna sıkıştırılarak küçültülen dua, gerçekte hayatın ve hayat ötesinin en büyük lâzımıdır. Hayatı, duasız düşünmek mümkün değildir. Yaşadığımız hayat, baştan sona kadar duadan ibarettir. Dua, rıza-i ilâhînin şifresi ve Cennet yurdunun da anahtarıdır. Yine dua, “abd”den Rabbe yükselen kulluk nişanı, Rabden “abd”e inen rahmet simgesidir. Daha doğrusu o, Allah'la (celle celâluhu) kul arasında olan münasebetin tam odak noktasıdır. Dua, bir cihetten ibadet, bir başka cihetten imkân âlemi ile lâhût âlemini birleştiren ulvî bir miraçtır. İnsanı merdiven merdiven Hakk'a yücelten mukaddes bir miraç..!

Rahmet elinin üzerimizde dolaşması, dua sayesindedir. Dua, aynı zamanda gazabın da paratoneridir. Evet, hakkımızda rahmeti ve rızayı celb, gazap ve öfkeyi def edecek olan müessir bir ubûdiyettir dua. Çok defa beşer imkânının tükendiği noktada dua şuuru –Keşke ta baştan olsa!– başlar. Haddizatında, ona başlangıç ve bitiş noktası tespit etmek, ya yoktur veya imkânsızdır. Çünkü, duadan müstağni olacak bir ânı yoktur insanın. O hâlde kul, kendisinden tecellîleriyle bir an dûr olmayacağı Rabbine, duadan da bir an dûr olmaması lâzımdır. Zira, Rabbin kapısına dua ile varılır, o kapıda dua ile konuşurlar ve rahmeti hakkımızda sağanak sağanak celbeden de duadır.

Bize bakan yönüyle dua, istemektir. Biz maddî-mânevî ihtiyaçlarımızı isteriz Rabbimiz'den. Ne var ki, çok defa istediğimiz şeyi de, isteme şeklini de bilemeyiz; bilemeyiz de istemede bile suiedebde bulunuruz Zât‑ı Zülcelâl'e karşı. İstenilen şeyleri, Mutlak İrade sahibinin iradesi istikametinde görmek istemeyip, kendi arzumuz istikametinde diler dururuz. Bundan dolayı da her istediğimizin âcilen yerine getirilmesini, yerine getirilmeyen arzularımızın da reddedildiğini düşünerek me'yus oluruz. Daha açık bir ifade ile, mutlak iradeyi, her zaman kendi cüz'î irademizin peyki olarak görmek isteriz. Bütün bunlar, dua âdâp ve terminolojisine zıt olan şeylerdir. Bu niyetle yapılan dualar, Allah'la (celle celâluhu) kul arasında rabıta olmaktan çok uzaktır. Onun âdâp ve erkânına riayet ise, icabete vesile olacak şartlardan birisi, belki de en birincisidir.

Dua, bazan ciddî bir istek ve iştiyak hâlinde sırf bir mülâhaza olarak kalbten yükselir. Bu durumda kul, hiçbir şey söylemez. Belki dudakları bile kıpırdamaz; ama, O Allâmü'l-Guyûb'un, hâline nigahbân olduğunu bilerek, tam bir tevekkül içinde bulunmaya çalışır ve bulacağını bulur. Tıpkı Hz. İbrahim Aleyhisselâm'ın ateşe atıldığı andaki durumu gibi. Bütün imkânların kesildiği ve sebeplerin sükut ettiği bu noktada: يَا نَارُ كُونِي بَرْداً وَسَلاَماً عَلَى إِبْرَاهِيمَ “Ey ateş! İbrahim üzerine soğuk ve selâmet ol (İbrahim'i yakma).”[5] ilâhî fermanı ona hiç umulmadık şekilde medet kaynağı olmuştur.

Kalbteki duyguların, lisan yoluyla Rabbe ulaştırılması; bu da duanın ikinci bir şeklidir. Burada kul, sadece hâlini arz eder, fakat isteğini dile getirmez. Bazen de, hem hâlini arz eder hem de isteğini dile getirir. Kur'ân, peygamber dualarından her ikisini de misal olarak seçmiştir ki, birinciye Hz. Eyyub Aleyhisselâm'ın: رَبِّي إِنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ “Yâ Rabbi! Zarar bana dokundu ve Sen Erhamü'r-Râhimînsin.”[6] duasıyla, Hz. Yunus Aleyhisselâm'ın: لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Hakikat ben haksızlık edenlerden oldum.”[7] duası gibi.. ikinci duruma da Hz. Zekeriya Aleyhisselâm'dan misal verilmiştir ki, O da, Rabb'ine رَبِّ هَبْ لِي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاءِ “Ey Rabbim! Bana yüce katından temiz bir nesil bağışla. Muhakkak ki Sen duaları işiticisin.”[8] diyerek duada bulunmuştu.

Ayrıca Kur'ân-ı Kerim'in, dua mevzuu üzerinde ısrarla durması ve yapılacak duaları Efendimiz'e bizzat talim buyurması, meselenin ehemmiyetini göstermesi bakımından çok önemlidir. Böyle olmasaydı, Kur'ân-ı Kerim, yüzlerce âyet‑i kerime ile, dua meselesi üzerinde ısrarla durur muydu? Bunun dışında, Efendimiz'den rivayet edilen, yüzlerce, hatta binlerce hadis-i şerif de duanın ehemmiyeti hakkında hem tahşidat yapıyor, hem de hayatın her faslında, yapılması gereken duaları bu ümmete talim buyuruyor. O hâlde insan, duygu ve düşüncelerini birer istek hâlinde takdim ederken, bunu en iyi şekilde ifade etmek ve az sözle çok mânâ dile getirmek ister ki, bu hususta da ona en büyük yardımcı da başta Kur'ân-ı Kerim, ikinci derecede de hadis-i şeriflerde öğretilen dualardır.

Öyledir, çünkü, bize istemeyi veren Zât, o dualarda nasıl isteyeceğimizi de öğretmektedir. Kendisine en güzel ve en müessir dualar öğretilen de, hiç şüphesiz Allah Resûlü'dür. Zira, dua ile kapısı çalınan Zât'ı en iyi bilip tanıyan O'dur.

O, bir istikamet insanıdır. Zaten kulluk da istikamet demektir. Cenâb‑ı Hak: وَأَنِ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ “Bana kulluk edin. Müstakim yol budur.”[9] derken bu hakikate işaret buyurmaktadır. Allah Resûlü'nün bütün hareketlerinde, bir ölçü ve denge vardır. O, cihanı fethedecek orduları şuraya buraya sevk ederken, bir karıncayı dahi incitmeme prensibini de her zaman korumuştur. Hep sebeplere tevessül etmiştir; ama duayı da hiçbir zaman ihmal etmemiştir.

Gece-gündüz münacaat ve inleme içinde geçen bir ömür görmek isteyen, Resûlullah'ın hayatına baksın! Baksın ve insanlık, duanın ne demek olduğunu, dua etmenin âdâbını ve duanın, insana maddî-mânevî kazandırdıklarını görsün, görsün ve ibret alsın.

Yüzlerce insan, Efendimiz'in dualarını bir araya getirip, dua mecmuaları telif etmişlerdir. Cenâb-ı Hak, böyle bir lütfu, şu satırların yazarından da esirgemedi.. zaten O esirgemez! “Mecmuatü'l-Ed'iyeti'l-Me'sûre” adı altında, Efendimiz'in duaları bir araya getirildi. Mümkün mertebe, bu eser ebat olarak küçük tutulmaya çalışıldı. Bu mini esere bakanlar dahi göreceklerdir ki, duada dahi Allah Resûlü'ne ulaşmak mümkün değildir. Sanki O, hayatının her ânını dua ile geçirmiş gibidir. Bir insan, başka hiçbir iş yapmasa ve sadece dua etse, onun bir ömrü dolduran duası, ancak Allah Resûlü'nden mervî dualar kadar olabilir...

Allah Resûlü, dualarını hayatının içine paylaştırmış ve hep bu nurdan kristaller üzerinde yürümüştür. Dua, O'nun dudaklarından eksik olmayan virdi, gönlünde tütüp duran âh u efgânıydı. O, bir an dahi duasız olmamış, dudaklarını ıslatan bu kevser dolu kadeh, hiçbir zaman elinden düşmemişti. Aksiyon adamıydı, muhakeme insanıydı; fakat ibadet ve duada da eşi-menendi yoktu.

Sahabe de bir ibadet topluluğuydu. Ancak O'nunla yürümeye kalktıkları zaman dökülüp kalırlardı. –O dökülüp kalanlara kıtmirin ruhu feda olsun!– O ise yorulma nedir bilmeden hep yürürdü. Çünkü Allah (celle celâluhu), O'nu hep ileriye doğru yürüsün ve hep önde bulunsun diye yaratmıştı. Miraçta Cibril bile O'nunla yürümeye kalkmış da, nihayet bir noktadan sonra onun da dermanı kesilmişti.. kesilmişti de “Yürü yâ Resûlallah! Top senin çevkan senin!” demişti.. evet O âdeta meleklerle maraton yapan bir insandı.

O, ibadet şuurunun ve dua burcunun en zirvesindeydi. Allah'ın (celle celâluhu) büyüklük ve azametini en yüksek ufuklardan seyrediyor, vâridâtla dolup taşıyor ve doyma bilmeyen masum bir hırsla: مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ يَا مَعْرُوفُ diyor [10] ve Rabbini tam bilememekten –O bilememe gerçek bilmektir ki, Hz. Ebû Bekir (radıyallâhu anh): اَلْعَجْزُ عَنِ اْلاِدْرَاكِ اِدْرَاكٌ diyordu. “Anlamaktan âciz olduğunu anlamak, işte hakikî idrak budur.”[11]– dert yanıyor.. ve “Hel min mezîd?” diyordu kendi kudsî ufkuna göre…

Dualarından Bir Demet

O'nun bütün dualarını, burada ele alıp inceleyecek değiliz. Zaten biz bu mevzua da sadece Allah Resûlü'nün duadaki büyüklüğüne bir işaret olsun diye temas ettik. Şimdi O'nun binlerce duasından birkaç numune zikredip bu mevzuu noktalamak istiyorum.

a. Uykudan Önce

Uyku ölümün küçük kardeşidir.[12] İnsan uykuya girerken bu şuur içinde girmelidir. Zira bu göz kapayış, onun için dünyaya ait bir son da olabilir. Öyle ise gafletle değil de yatağa uyanık ve dikkatli girmelidir.

Allah Resûlü yatağa girmeden evvel şunları okurdu: Bakara sûresinin başı ve son üç âyeti.[13] Âyete'l-Kürsî,[14] Yâsîn sûresi,[15] Secde sûresi,[16] Mülk sûresi,[17] sonra üçer defa olmak üzere İhlâs ve Muavvizeteyn sûrelerini ve bir defa da Kâfirûn sûresini okur;[18] sonra da ellerini birleştirerek avucuna üfürür ve ellerini vücudunun ulaşabildiği her noktaya sürerdi.[19] Daha sonra da birçok dua okurdu ki, zikri uzun süreceğinden biz bunları yukarıda ismini verdiğimiz esere ve daha başka dua mecmualarına havale ediyoruz. İsteyen, o duaların neler olduğunu oralardan bulup öğrenebilir ve hayatlarını o dualarla nurlandırırlar.

b. Yatağa Girdiğinde

Yatağına girdiği zaman 33 defa Sübhanallah, 33 Elhamdülillah ve 33 (Bir rivayette 34) Allahu Ekber der ardından da birçok dua okurlardı.[20] Bu dualardan birisi de şudur:

اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَسْلَمْتُ نَفْسِي إِلَيْكَ، وَوَجَّهْتُ وَجْهِي إِلَيْكَ، وَفَوَّضْتُ أَمْرِي إِلَيْكَ، وَأَلْجَأْتُ ظَهْرِي إِلَيْكَ رَغْبَةً وَرَهْبَةً إِلَيْكَ، لاَ مَلْجَأَ وَلاَ مَنْجَا مِنْكَ إِلاَّ إِلَيْكَ، آمَنْتُ بِكِتَابِكَ الَّذِي أَنْزَلْتَ وَنَبِيِّكَ الَّذِي أَرْسَلْتَ، اَللّٰهُمَّ قِنِي عَذَابَكَ يَوْمَ تَبْعَثُ عِبَادَكَ، بِاسْمِكَ أَمُوتُ وَأَحْيَا

“Allahım, kendimi Sana teslim ediyor, yüzümü Sana çeviriyor ve işlerimi Sana havale ediyorum. Hem korkarak hem de ümit ederek sırtımı Sana dayıyorum. Senden ancak yine Sana sığınılır, başka sığınak yoktur. Allahım, indirdiğin Kitab'a ve gönderdiğin Nebi'ye iman ettim. (Peygamberin kendi peygamberliğini tasdik etmesi şarttır.) Allahım, kullarını dirilteceğin o gün, beni azabından koru. Ben, ancak Senin adınla ölür yine Senin adınla dirilirim.”[21]

Sağ elini başının altına koyar, dizlerini hafif kıvırır ve sağ tarafına doğru yatardı.[22] Bu, kalkmak için bir yatmaydı. Zira O, hep gece kalkmanın heyecanını yaşardı.

c. Teheccüde Kalktığında

Teheccüt namazı için kalkışını da şu dua ile süslerdi:

اَللّٰهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ قَيِّمُ السَّمَوَاتِ وَاْلأَرْضِ وَمَنْ فِيهِنَّ، وَلَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ مَلِكُ السَّمَوَاتِ وَاْلأَرْضِ وَمَنْ فِيهِنَّ، وَلَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ نُورُ السَّمَوَاتِ وَاْلأَرْضِ وَمَنْ فِيهِنَّ

“Allahım, Sana hamdolsun. Sen semaları, yeri ve içindekileri ayakta tutan ‘Kayyûm'sun. Sana hamdolsun. Sen semaların, yerin ve içindekilerin hakikî sahibi olan Melik'sin. Ve Sana hamdolsun, Sen semaların, yerin ve içindekilerin Nurusun.”[23]

Gecenin yarısında bu duanın okunması çok mânidardır. Sema bütün ihtişam ve görkemiyle gecede gözükür. Yıldızlar ışıl ışıl göz kırpar ve oralardan insanın gönlüne neler neler akar gelir. Yeryüzü de aynı âhenge dilbestedir. Ve işte ihtişam, debdebe ve âhenk içinde, gökyüzünü ve yeryüzünü ayakta tutan Allah'a (celle celâluhu), bu duada hamd edilmektedir.

“Kayyûm” çoklarına göre, İsm-i A'zam'dandır. Efendimiz Cenâb-ı Hakk'a hamdederken, çok defa bu ismin cilve ve tecellîlerini şefaatçi yaparak hamdetmektedir.

Mülk de Milk de Allah'ındır (celle celâluhu). Öyle ise Melik de Mâlik de yalnız O'dur.

O'ndaki şu ahd ü peymâna, şu sadakata bakın ki, iki-üç saat evvel ahd ü peymânını yeniledi, uykuya girdi. Kalkarken de ilk iş olarak yine ahd ü peymânını yeniliyor. Çünkü uykuda gezip dolaştığı âlemlerden, şehadet âlemine yeni dönmüştür, ahd ü peymânın da yenilenmesi gerekir.

Ardından da aynı duayı şu şekilde devam ettirir:

وَلَكَ الْحَمْدُ أَنْتَ الْحَقُّ وَوَعْدُكَ الْحَقُّ وَلِقَائُكَ حَقٌّ وَقَوْلُكَ حَقٌّ وَالْجَنَّةُ حَقٌّ وَالنَّارُ حَقٌّ وَالنَّبِيُّونَ حَقٌّ وَمُحَمَّدٌ r حَقٌّ وَالسَّاعَةُ حَقٌّ. اَللّٰهُمَّ لَكَ أَسْلَمْتُ وَبِكَ آمَنْتُ وَعَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْكَ أَنَبْتُ وَبِكَ خَاصَمْتُ وَإِلَيْكَ حَاكَمْتُ فَاغْفِرْ لِي مَا قَدَّمْتُ وَمَا أَخَّرْتُ وَمَا أَسْرَرْتُ وَمَا أَعْلَنْتُ وَمَا أَنْتَ أَعْلَمُ بِهِ مِنِّي، أَنْتَ الْمُقَدِّمُ وَأَنْتَ الْمُؤَخِّرُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللّٰهِ

“Sana hamdolsun, Sen Hak'sın. Vaadin haktır. Sana kavuşmak haktır. Senin sözün haktır. Cennet de, Cehennem de haktır. Nebiler ve Hz. Muhammed Aleyhisselâm haktır. Kıyamet günü de haktır.

Allahım, Sana teslim oldum. Sana iman ettim. Tevekkülüm Sanadır ve bütünüyle Sana yöneldim. Yalnız Senin inayetinle mücadele ettim, yalnız Senin hakemliğine başvurdum. Sen benim geçmiş ve gelecek hatalarımı bağışla. (Gelecekte bana günah işletme ve benim için günah kapılarını kapat). Gizli işlediklerimi de açık işlediklerimi de affet. Ve bunlardan da öte Senin benden çok daha iyi bildiğin günahlarımı da bağışla. (Çünkü ben kalbimden geçeni bilebilirim; fakat sır, hafî ve ahfamdan geçenleri bilemeyebilirim. Eğer ben bilmeden bu duygularımda bir kopukluk oldu ise, Sen ondan dolayı da beni affet). Öne geçiren de, geride bırakan da Sensin. Senden başka ilâh yoktur. Havl ve kuvvet sadece Allah'ındır.”[24]

“Hak” deyince “Mutlak zikir, kemaline masruftur.” gerçeğine binaen akla ilk gelen Allah'tır (celle celâluhu). Ve Efendimiz, Hak olan Allah'tan (celle celâluhu) gelen her şeyin, hak olduğunu, bu duasında gürül gürül dile getirmektedir.

Yatmadan evvel teslimiyetini Cenâb-ı Hakk'a arz etmişti, daha uykudan kalkar kalkmaz yine teslimiyetini arz ve imanını ilan ediyor.. ediyor ve bir yeni hayata böyle bir iman ile böyle derin bir teslimiyet şuuruyla başlıyor. Ve bu duasını O, “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah” diyerek bitiriyor. Zira insan, Cenâb-ı Hakk'ın güç ve kuvvetine dehalet etmezse, omuzuna yüklenen ağır yüklerin altından kalkamaz; iman, tevekkül, teslimiyet, hep Allah'ın (celle celâluhu) dilemesiyle olur. O dilemedikçe ve yardımcı olmadıkça, kim O'nu bulup, O'na vâsıl olabilir ki? Öyleyse herkes, kendi seviyesi ölçüsünde, Allah'ın (celle celâluhu) havl ve kuvvetine sığınmak zorundadır.

Efendimiz, bu duygu ve düşünce içinde, işte böyle mânevî bir atmosfer meydana getirdikten sonra, namaza duruyor ve gecenin siyah zülüfleri, O'nun gözyaşıyla ıslanıyordu.

O, bilhassa tek başına kıldığı nafile namazlarda, duayı çok yapıyor ve namazı da uzattıkça uzatıyordu.[25] Namaza durunca Fatiha'dan önce şu duaları okurdu: اَللّٰهُمَّ بَاعِدْ بَيْنِي وَبَيْنَ خَطَايَايَ كَمَا بَاعَدْتَ بَيْنَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ “Allahım, benimle günahlarımın arasını, doğu ile batının arasını ayırdığın gibi ayır.”

اَللّٰهُمَّ نَقِّنِي مِنَ الْخَطَايَا كَمَا يُنَقَّى الثَّوْبُ اْلأَبْيَضُ مِنَ الدَّنَسِ “Allahım, beyaz elbisenin kirlerden temizlendiği gibi Sen de beni günahlardan temizle.”[26]

Bunlardan sonra da “Sübhaneke”yi okur ve bunca tesbih ve takdisten sonradır ki, Fatiha'ya geçerdi. Gerçi daha Allah Resûlü'nün, bu arada okuduğu birçok dualar vardır ama, biz, yine okuyucumuzu, dua mecmualarını tetkike havale ediyor ve bu kadarla yetiniyoruz.

d. Sabah Kalkınca

O'nun sabah olunca dudakları şu dua ile ıslanırdı:

اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَصْبَحْتُ أُشْهِدُكَ وأُشْهِدُ حَمَلَةَ عَرْشِكَ وَمَلاَئِكَتَكَ وَجَمِيعَ خَلْقِكَ بأَِِنَّكَ أَنْتَ اللّٰهُ لاَ إِلَهَ إلاَّ أَنْتَ وَأَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُكَ وَرَسُولُكَ

“Allahım, ben, şunu ikrar ederek sabahladım; Seni, Arşının hamelelerini, meleklerini ve bütün mahlukatı şahit tutuyorum ki, Sen Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'sın ve Muhammed Aleyhisselâm Senin kulun ve resûlündür.”[27]

Şahit tutuyor ve onları konuşturuyorum. Ağaçların hemhemesini, yaprakların demdemesini, suların şırıltı, şakırtı ve çağlamasını, kendi şehadetime katıyor, senfoniden yükselen bir ses gibi gürül gürül bütün bunları Sana takdim ediyorum.

Efendimiz'in bu takdimi, şuur ve idrakinin vüs'ati, derinliği ve hakla olan münasebeti ölçüsündedir. Aynı cümleleri söylemiş olsa da bir başkası aynı keyfiyeti aynı derinliği yakalayamaz.

Efendimiz, bütün varlığı, hususiyle Allah'a (celle celâluhu) en yakın melekleri ve varlığa nezaret eden sekene-i semavatı kendisine şahit tutmakta.. ve Cenâb-ı Hakk'a takdim edeceği hamdini, onların soluklarına katıp öyle takdim etmektedir. Biz, Efendimiz'in duasına, meleklerin soluklarıyla girmesinden şunu anlıyor ve şunu hissediyoruz ki, büyüklerin kapıları çalınırken, evvelâ tokmağa dokunacak bir el aranmalıdır.. O'nun içindir ki, büyük firaset adamı Hz. Ömer (radıyallâhu anh), Medine'de kıtlık olunca, Hz. Abbas'ı (radıyallâhu anh) elinden tutup bir tepeye çıkarmış ve o elleri havaya kaldırarak dua etmişti.. duasında da şöyle yalvarmıştı: “Allahım, şu Sana kalkan eller, Senin Habibinin amcasının elleridir. Bu el hürmetine yağmur ver!” Ve daha el aşağıya inmeden şakır şakır yağmur inmeye başlamıştı.”[28] Bu bir Ömer (radıyallâhu anh) firasetidir ve dersini, Efendimiz'in duasına ve yakarışlarına meleklerin soluklarını katmasından almıştır.

Asrımızın Büyük Çilekeşi de aynı şuurla şöyle dua eder:

إِلٰه۪ي اَلذُّنُوبُ أَخْرَسَتْن۪ي وَكَثْرَةُ اْلمَعَاص۪ي أَخْجَلَتْن۪ي وَشِدَّةُ اْلغَفْلَةِ أَخْفَتَتْ صَوْت۪ي فَأَدُقُّ بَابَ رَحْمَتِكَ وَأُنَاد۪ي ف۪ي بَابِ مَغْفِرَتِكَ بِصَوْتِ سَيِّد۪ي وَسَنَد۪ي الشَّيْخِ عَبْدِ اْلقَادِرِ اْلكَيْلَان۪ي...

“Allahım, günahlar dilimi tuttu, mâsiyetimin çokluğu beni hacil etti. Ve ben, Senin rahmet kapını, Şeyh Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin sesi ve soluğu ile çalıyorum...”

Allah Resûlü'nün sabah yaptığı dualar arasında şu da vardır:

اَللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمَوَاتِ وَاْلأَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ ذَا الْجَلاَلِ وَاْلإِكْرَامِ، فَإِنِّي أَعْهَدُ إِلَيْكَ فِي هَذِهِ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَأُشْهِدُكَ وَكَفَى بِكَ شَهِيداً

“Ey semavat ve yeri yaratan, gayb ve şehadet âlemini bilen, celâl ve ikram sahibi Allahım! Sana şu dünya hayatında bağlılığımı ilan ediyor ve Seni buna şahit tutuyorum, Sen şahit olarak yetersin.”[29]

Bu duada “Fâtır” isminin kullanılması mânidardır. Çünkü aynı kelimenin müradifi olan: اَلْبَارِئُ – اَلْخَالِقُ – اَلْجَاعِلُgibi kelimeler de vardır. “Fâtır” denmekle şu mânâlar kasdolunmuştur: “Gökleri ve yeri fıtrata göre yaratan, onları fıtrat kanunlarına açık hâle getiren Sensin. Bu fıtrat kanunları içinde, tıbbın, fiziğin, kimyanın, astrofiziğin, astronominin hep kendilerine göre kanunları vardır. Sanki her sabah bu kanunlar yenileniyor ve varlığa açık hâle geliyorlar. Bunlara, bu düzeni ve bu temiz çehreyi veren Sensin!”

e. Akşam Olduğunda

Güneş doğarken, sabahın ilk vakitlerini bu ve benzeri yüzlerce dua ile süsleyen Allah Resûlü, güneş batarken ve ortalığa karanlık çökerken de şu duayı okur.. okur da, âdeta bu dualar O'nun gündüzünün, gecesinin güneşi olurdu. Efendimiz'in geceleri de, gündüzleri kadar aydındı. Dualar, O'nun gecesinin semasında âdeta nurlu kandillerdi. Ve O, bu kandilleri yakmayı hiç mi hiç ihmal etmezdi:

اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَمْسَيْتُ أُشْهِدُكَ وَأُشْهِدُ حَمَلَةَ عَرْشِكَ وَمَلاَئِكَتَكَ وَجَمِيعَ خَلْقِكَ بِأَِنَّكَ أَنْتَ اللّٰهُ الَّذِي لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ وَحْدَكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ وَأَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُكَ وَرَسُولُكَ

“Allahım, Senden başka ilâh olmadığına birliğine ve şerikin olmadığına ve Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Senin kulun ve resûlün olduğuna, Seni, Hamele-i Arşını, meleklerini ve bütün mahlukatını şahit tutarak akşamladım.”[30]

O'nun namazının her rüknü, Arş'a yükselen nuranî bir merdiven gibidir. Onun basamakları da duadan inşa edilmiştir.

Namaza hazırlık safhasında teşekkül eden nuranî atmosferin de, namaz içindeki nuraniyetle sıkı bir münasebeti vardır.

O, helâya girerken dua ederek girer, çıkarken dua ederek çıkar. Abdeste başlarken yaptığı bir dua, uzuvlarını yıkarken de yaptığı ayrı dualar vardır. Abdest almayı tamamladığında, yine ayrı dualar okur. Ezandan sonra okuduğu bir dua vardır. Namaza başlayacağı sırada da ayrı bir dua, mescide giderken, içeriye girerken, mescitten çıkarken hep okuduğu dualar vardı.

Namaza durunca, hemen iftitah tekbirinden sonra dua okur. Rükû­sun­da, secdesinde, kıyamında, iki secde arasında, oturduğunda, selâm verdik­ten sonra ayrı ayrı duaları vardı ve Allah Resûlü, elden geldiğince bu duaların hiçbirini ihmal etmezdi...

f. Namazın İçinde

İftitah tekbirinden sonra:

وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَوَاتِ وَاْلأَرْضَ حَنِيفاً مُسْلِماً وَمَا أَنَا مِنَ الْمُشْرِكِينَ، إِنَّ صَلاَتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي ِللّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ لاَ شَرِيكَ لَهُ وَبِذَلِكَ أُمِرْتُ وَأَنَا مِنَ الْمُسْلِمِينَ. اَللّٰهُمَّ أَنْتَ الْمَلِكُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ أَنْتَ، أَنْتَ رَبِّي وَأَنَا عَبْدُكَ، ظَلَمْتُ نَفْسِي وَاعْتَرَفْتُ بِذَنْبِي فَاغْفِرْ لِي ذُنُوبِي جَمِيعاً إِنَّهُ لاَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ أَنْتَ...

“Ben yüzümü yeri ve gökleri yaratan Zât'a, O'ndan başka her şeye sırt dönerek ve O'na teslim olarak çevirdim. Ben, asla müşriklerden değilim. Muhakkak ki, benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hep Âlemlerin Rabbi olan Allah (celle celâluhu) içindir. O'nun şeriki yoktur. Ben bununla emrolundum. Ve ben müslümanlardanım. Allahım, Sen Meliksin. Senden başka ilâh yoktur. Sen, benim Rabbimsin, ben de Senin kulunum. Ben nefsime zulmettim. Günahlarımı itiraf ediyorum. Sen, benim bütün günahlarımı affet. Senden başka günahı affedecek yoktur...”[31]

Ve, rükûda okunan dualardan biri:

اَللّٰهُمَّ لَكَ رَكَعْتُ وَبِكَ آمَنْتُ وَلَكَ أَسْلَمْتُ، خَشَعَ لَكَ سَمْعِي وَبَصَرِي وَمُخِّي وَعَظْمِي وَعَصَبِي وَمَا اسْتَقَلَّتْ بِهِ قَدَمَيَّ ِللّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

“Allahım, Sana rükû ettim, Sana inandım, Sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, iliklerim, kemiğim ve sinir sistemim ve ayaklarımın taşıdığı her şey, âlemlerin Rabbi Allah'a boyun eğmiş ve itaat etmiştir.”[32]

Rükûdan doğrulunca (kavemede):

اَللّٰهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ مِلْءَ السَّمَوَاتِ وَمِلْءَ اْلأَرْضِ وَمِلْءَ مَا بَيْنَهُمَا وَمِلْءَ مَا شِئْتَ مِنْ شَيْءٍ بَعْدُ

“Allahım, hamd Sana mahsustur. Semavat, yer ve ikisi arasını dolduracak kadar hamdolsun Sana. Ve bundan sonra dileyip (yaratacağın) her şeyin dolusu kadar Sana hamdolsun...”[33]

Secdede:

اَللّٰهُمَّ لَكَ سَجَدْتُ وَبِكَ آمَنْتُ وَلَكَ أَسْلَمْتُ سَجَدَ وَجْهِي لِلَّذِي خَلَقَهُ وَصَوَّرَهُ وَشَقَّ سَمْعَهُ وَبَصَرَهُ تَبَارَكَ اللّٰهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ. اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِي ذَنْبِي كُلَّهُ دِقَّهُ وَجِلَّهُ وَأَوَّلَهُ وَآخِرَهُ وَعَلاَنِيَتَهُ وَسِرَّهُ

“Allahım, Senin için secde ettim, Sana inandım ve Sana teslim oldum. Yüzüm, kendisini yaratan, şekil veren, kulağını ve gözünü yarıp çıkarana secde etti. Takdir edenlerin en güzeli Allah ne yücedir![34] Allahım, benim günahlarımın hepsini, küçüğünü, büyüğünü, evvelini, âhirini, gizlisini, açığını, hepsini affet...”[35]

Bir insan ibadetin dışında neler yapar? Yer-içer.. yatar-kalkar.. güler-ağlar.. üzülür-sevinir.. evlenir, çocuk sahibi olur.. yeni bir elbise giyer.. yolculuğa çıkar veya yolculuktan döner.. cihad eder, savaşır, savaştan döner.. birinden acı veya tatlı bir haber alır.. sevdiği bir dostuyla karşılaşır.. hastalanır, hastalıktan kurtulur.. uyur.. sevindirici veya korkulu bir rüya görür ve daha yüzlerce iş yapar, yüzlerce hâle girer. İşte Allah Resûlü, böyle durumların hemen her birinde, o hâle mahsus olmak üzere dua okur ve beşeriliğini böylece âdeta lâhûtîleştirirdi.

Bir de insanın kendi dışında cereyan eden hâdiseler vardır. Bu hâdiseler, onu dolaylı olarak ilgilendirmektedir. Meselâ, kıtlık, kaht u galâ, yağmursuzluk, yangın, sel, kasırga gibi bütün âfetler, doğrudan ferde mahsus zararları olmasa bile, dolayısıyla yine zarardırlar. İşte hem cemiyetle bütünleşme hem de bu durumlarda Rabbe yönelme adına, Efendimiz'in okuduğu dualar.

Ayrıca Ehl-i Beyt kanalıyla geldiği için, Sünnî imamlar tarafından pek iltifat görmeyen; fakat bütün büyüklerin kendilerine vird edindikleri ve okumayı asla terk etmedikleri Cevşen.. evet, Cevşen'e bakan bir insan, Allah Resûlü'nün duadaki derinliğini orada çok daha net görebilir.

Sözün başında dediğimiz gibi, Allah Resûlü'nün dualarını aktarma gayesiyle bu mevzua girmedik.. maksadımız, duada dahi, O'nun eşi-menendi olmadığını ve hayatının her ânını dua ile geçirdiğini göstermek idi. Elbette ki, o duaların hepsine bakmadan, bu neticeye hakka'l-yakîn muttali olmak mümkün değildir. Fakat bir fikir vermesi bakımından, o duaların binde birkaçını sunmaya çalıştık. Bizim yaptığımız, su sızıntısının, su menbaına delil olması şeklinde kabul edilmelidir.

Evet, tasdik ediyor, inanıyor ve iman ediyoruz ki, hiçbir faziletin, hiçbir bölümünde O'nun eşi-menendi yoktur. Ve, O, bütün yüce hasletlerin en zirvesinde bir zirve insandır. Biz de bu eserin ta başından buraya kadar, bu imanımızı ispata ve yenilemeye çalıştık. Kusur varsa, o bizim anlayış ve anlatışımızla ilgilidir. O ise kusurdan ve noksandan münezzeh ve müberradır. Çünkü O, Hz. Muhammed Mustafa'dır (sallallâhu aleyhi ve sellem).

Hayatının her ânını, Rabb'e teveccühle nurlandıran bu Zât'ın hayatında, karanlık ve zulmetli bir ânın bulunması mümkün değildir. O'nun hayatı, bütünüyle bir dua ve yakarıştır. Doğduğu gün “Ümmetî, ümmetî!” demiş, mahşerde de yine öyle diyecektir.[36] Evet, O'nun bütün derdi “ümmeti”dir.

[1] Tirmizî, tefsir (2) 16; Ebû Davud, vitr 23.
[2] Tirmizî, dua 1.
[3] Furkân sûresi, 25/77.
[4] Mü'min sûresi, 40/60.
[5] Enbiyâ sûresi, 21/69.
[6] Enbiyâ sûresi, 21/83 âyetinden iktibas.
[7] Enbiyâ sûresi, 21/87.
[8] Âl-i İmrân sûresi, 3/38.
[9] Yâsîn sûresi, 36/61.
[10] Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, 2/402; Âlûsî, Rûhu'l-meânî, 4/79, 17/202.
[11] Kuşeyrî, er-Risâletü'l-Kuşeyriyye, s. 300; İmam Gazzâlî, İhyâu ulûmi'd-dîn, 4/252, 305; el-Maksadü'l-esnâ, s. 54. (Lafız bu şekliyle İhyâ'da geçmektedir.)
[12] Taberânî, el-Mu'cemü'l-evsat, 1/282, 8/342; Beyhakî, Şuabü'l-iman, 4/183.
[13] Dârimî, fedâilu'l-Kur'ân 14.
[14] Tirmizî, fedâilu'l-Kur'ân 2; Dârimî, fedâilu'l-Kur'ân.
[15] Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, 7/97; İbn Hacer, el-Metâlibu'l-âliye, 3/361.
[16] Tirmizî, fedâilu'l-Kur'ân 9; daavât 22; İbn Hacer, el-Metâlibu'l-âliye, 3/358.
[17] Tirmizî, fedâilu'l-Kur'ân 9; daavât 22.
[18] Ebû Dâvûd, edeb 108; Tirmizî, daavât 22.
[19] Tirmizî, daavât 21-22.
[20] Buhârî, fedâilu's-sahabe 9; daavât 11; Müslim, zikr 80.
[21] Buhârî, daavât 6-7; Tirmizî, daavât 16.
[22] Ebû Dâvûd, edeb 98; Nesâî, sıyâm 70; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/400, 414.
[23] Buhârî, teheccüd 1; tevhid 8, 35; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/358.
[24] Buhârî, teheccüd 1; tevhid 8, 35; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/358.
[25] Buhârî, teheccüd 16; Müslim, müsafirîn 125, 203-204.
[26] Buhârî, ezan 89; daavât 39; Müslim, mesâcid 147.
[27] Ebû Dâvûd, edeb 110; Tirmizî, daavât 78.
[28] Buhârî, istiska 3; ashâbu'n-Nebî 11; Hâkim, el-Müstedrek, 3/377.
[29] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5/191; Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr, 5/119.
[30] Tirmizî, daavât, 78; Ebû Dâvûd, edeb 100.
[31] Müslim, müsâfirîn 201; Tirmizî, daavât 32; Ebû Dâvûd, salât 118; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/94.
[32] Müslim, müsâfirîn 201; Tirmizî, daavât 32; Ebû Dâvûd, salât 118; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/119. (Duanın bu şekliyle tam metni Müsned'de geçmektedir.)
[33] Müslim, müsâfirîn 201; Tirmizî, daavât 32; Ebû Dâvûd, salât 118.
[34] Müslim, salât 216; Ebû Davud, salât 147.
[35] Müslim, müsâfirîn 201; Ebû Dâvûd, salât 118; Tirmizî, daavât 32.
[36] Buhârî, tevhid 36; fiten 1; Müslim, iman 326, 327.