Geçmiş Kitaplarda Peygamberlere Atılan Çirkin İftiralar

Sifru't-Tekvin'in 228'inci sayfasında Hz. Lut Aleyhisselâm'ın kızlarıyla münasebette bulunduğu, içki içtiği, zina ettiği ve neslinin kızlarından devam ettiği gibi hezeyanlardan bahsedilir.[1]

Düşünün ki, bu peygamberi dinlemedikleri için Sodom ve Godom, ahalisiyle yerin dibine batmıştır. Allah (celle celâluhu) Hz. Lut (aleyhisselâm) gibi bir nezahet âbidesini onlara göndermiş ve onlar da onun nezahetiyle alay etmişlerdir. Bundan dolayı da milletçe cezaya çarptırılmışlardır. Acaba, başka hiçbir delil bulunmasa, Hz. Lut'un (aleyhisselâm) -ki Hz. İbrahim'in (aleyhisselâm) yeğenidir- nezahetine, şu yerin dibine geçirilen şehirlerin enkazları ve evlerinin yıkık duvarları, delil olarak yetmez mi? Şimdi; içinde böyle satırları barındırabilen bir kitaba ilâhî kitap demek mümkün müdür?

Yine, Sifru't-Tekvin'in 38'inci bâbının 228'inci sayfasında, peygamber olma ihtimali olan Hz. İshak Aleyhisselâm'ın oğlu Yahoza'dan bahsedilir. Anlatılana göre, Yahoza, kendi öz oğlunun hanımıyla zina etmiş ve Hz. Davud (aleyhisselâm), Hz. Süleyman (aleyhisselâm) ve diğer İsrail peygamberlerinin nesli, işte bu münasebetsiz münasebetten türemiş ve devam etmiştir.[2]

Bütün peygamberlere atılan bu iğrenç iftira, elbette asılsız bir yalan ve uydurmadan ibarettir. Efendimiz, kendi neslinin Hz. Âdem'den (aleyhisselâm) başlayarak hep nikâhla devam ettiğini beyan buyurmuşlardır.[3] Ve yine başka bir hadislerinde "Bütün peygamberler aynı babanın çocuklarıdır."[4] demişlerdir. Mademki Efendimiz'in altın nesli içinde hiç zina yoktur, öyleyse bu hüküm bütün peygamberler için de geçerlidir. Zaten Allah Resûlü, Hz. İbrahim'in (aleyhisselâm) torunu değil midir? Bahsi geçen Yahoza da yine Hz. İbrahim'in (aleyhisselâm) torunudur.. Peygamber hanesinde zina olmaz. Başkası varken, zinadan doğmuş birinin namazda imameti dahi kerih görülmüştür.[5] Kaldı ki o insan, bütün insanlara imam, yani peygamber olsun. Bu hiç olacak şey mi?

Ve yine Sifru'l-Mülûk'un 11'inci bâbında, Hz. Süleyman'ın (aleyhisselâm) hayatının sonuna doğru irtidat ettiği, putlara taptığı söyleniyor.[6] Bir insan ki, peygamberdir ve Allah (celle celâluhu) ona hem dünya hem de ukbâ saltanatı vermiştir. O da verilen her nimet karşısında şükrünü artırmış ve o her nimete mukabil Rabbine, gece-gündüz şükretmekle kendine yakışır ibadette bulunmuştur ki, Kur'ân-ı Kerim, Hz. Mesih'e (aleyhisselâm) "Ruhu'l-Kudüs" ile müeyyet,[7] ilâhî nefha ile dünyaya gelen;[8] Hz. İbrahim'e (aleyhisselâm) "Allah'ın dostu";[9] Hz. Musa'ya (aleyhisselâm) "Kelîmullah - Allah'ın kendisiyle konuştuğu insan" demenin yanında;[10] Davud (aleyhisselâm) ve ailesine de "Ey Davud ailesi! Kendinize yakışır şekilde Allah'a şükredin."[11] diyor ve onları da bu vasıflarla anıyor.

Ahd-i Atik'te, Hz. Davud'un (aleyhisselâm) ordusunun kumandanlarından Urya'yı öldürtüp onun karısını aldığından bahsedilir.[12] En âdî insanların bile, rüyalarında görseler tevbe edecekleri böyle âdî bir davranışı, Kur'ân-ı Kerim'in: نِعْمَ الْعَبْ "Ne güzel kul."[13] dediği bir peygambere isnat eden kitap, nasıl ilâhî kitap olabilir ki, buna zerre kadar ihtimal vermek, peygamberi de peygamberliği de hiç bilmemenin ifadesidir. O Davud ki, gözyaşları yüzünde izler meydana getiren insandır. Her gün onun meclisinde, kalbi Allah aşkından çatlayıp ölen sayısız insan vardır. Davud (aleyhisselâm) hep ağlar ve ağlatırdı. O Evvâh'tı. Daima "Ah!" eder ve inlerdi. Münîbti. Yüzünü Mevlâ'dan asla ayırmamıştı. Sürekli kullukta bulunma onun şiârı olmuştu. Tuttuğu oruç, en faziletli oruç olarak Allah Resûlü tarafından takdir edilmiştir. Allah Resûlü, ısrarla nafile orucun en faziletlisini arayan sahabeye, Davud Aleyhisselâm'ın orucunu tavsiye eder. Davud Aleyhisselâm, bir gün yer ve bir gün oruç tutardı.[14]

O, bir kraldı. Devletin hazinesi her zaman emrindeydi. Fakat hiçbir zaman devlet hazinesinden bir lokma dahi istifade etmeyi düşünmedi. O, el emeğiyle nafakasını temin eder ve evinin ihtiyaçlarını da kendi şahsî kazancıyla karşılardı.[15] Ağzına girecek lokmaya dahi bu kadar hassas davranan ve kulluğu, O'nun mümeyyiz vasfı olan bir Nebi'ye, muharref kitaba bakın ki, en âdî ve en iğrenç bir davranışı yakıştırmaktadır! Davud Aleyhisselâm'ın hayal dünyası dahi, böyle bir hareketi, bir an bile olsa ruhunda misafir etmekten, muallâ, müberra ve münezzehtir. Değil ki, O, böyle bir davranışa fiilen teşebbüs etmiş olsun...

Ve yine Ahd-i Atik'in akıl almaz iddia ve yakıştırmaları arasında şunu da görürüz; "İsrail, Allah'la güreşti ve O'nu yendi."[16] Onların İsrail dedikleri, Yakup Aleyhisselâm'dır. Batılının aklı gözüne inmiş o materyalist felsefesi, bu kitaplara da o derece sirayet etmiştir ki -hâşâ- Allah'ı (celle celâluhu) bir beşer gibi düşünüp peygamberiyle güreştirmektedir.

Hz. Hamza (radıyallâhu anh), daha müslüman olmadan, Efendimiz'e gelip söylediği bir sözle sanki bunlara cevap vermiştir. Şöyle der: "Ey kardeşimin oğlu! Çölde yapayalnız kaldığım zaman anladım ki, Allah (celle celâluhu) dört duvar arasına girmeyecek kadar büyüktür." Şimdi ilâhî olduğu iddia edilen bir kitap düşünün ki, bu kitap, İslâm'a girmeden evvel Allah Resûlü'ne gelip Cenâb-ı Hak hakkında böyle diyen Hz. Hamza'nın (radıyallâhu anh) şuur seviyesine dahi çıkamamıştır. Allah (celle celâluhu) anlayışı bu kadar kısır olan kitaba nasıl ilâhî bir kitap nazarıyla bakılabilir ki? Şimdi siz gelin de bunların peygamberler için söyledikleri şeylere inanın!.. Hayır, hem Tevrat hem de İncil, Allah'a (celle celâluhu) ve O'nun makbul ibâdı peygamberlere karşı iftira ve inhiraflarla doludur... Evet, bunlardan biri iftira kaynağı, diğeri de inhiraf ağıdır.

Kur'ân-ı Kerim, peygamberlere yapılan bütün iftiraları reddeder. Zira Kur'ân, mutlak olarak peygamberlere ittiba etmeyi emretmektedir. Onlar, bütünüyle uyulması gereken önder ve imamlardır ki, Kur'ân da insanlara bunu emretmektedir. Peygamberlerin hepsi, Allah'ın (celle celâluhu) rızasını bize aksettiren aynalardır. Onlarda zerre kadar gubâr ve toz bulmak mümkün değildir. İşte bu mânâya işaret ederek Kur'ân-ı Kerim bize hep onlara ait güzellikleri anlatır ve Peygamberimiz'e de anlatmayı emreder.

Yer yer Kur'ân-ı Kerim'de, bazı peygamberlerle ilgili söylenenler yanlış anlaşılmış, bu peygamberlere günah ve hata isnadı olarak değerlendirilmiş ve böyle bir düşünce; zaman zaman taraftar da bulmuştur. Tabiî ki bu hataya düşenler, ekseriyetle lafızların dar kalıplarına takılıp kalanlar ve biraz da görüş ufku dar olanlardır. Onlar da biraz dikkat ve teemmül, biraz peşin fikirlerden sıyrılma, biraz da İsrailiyata karşı hazırlıklı olabilselerdi, aynen cumhur-u ulemâ gibi düşünecek ve enbiyâ-i izâma karşı daha saygılı olacaklardı.

[1] Kitab-ı Mukaddes (Türkçe tercüme), Eski Ahit, Tekvin, Bâb: 19, Âyet: 31-38.
[2] Kitab-ı Mukaddes (Türkçe tercüme), Eski Ahit, Tekvin, Bâb: 38, Âyet: 12-30.
[3] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 6/303; Taberânî, el-Mu'cemü'l-evsat, 5/80.
[4] Buhârî, enbiyâ 48; Müslim, fedâil 144.
[5] Merginânî, el-Hidâye, 1/56.
[6] Kitab-ı Mukaddes (Türkçe tercüme), Eski Ahit, 1. Krallar, Bâb: 11, Âyet: 3-12.
[7] Bakara sûresi, 2/87, 253; Mâide sûresi, 5/110.
[8] Nisâ sûresi, 4/171; Enbiyâ sûresi, 21/91; Tahrîm sûresi, 66/12.
[9] Nisâ sûresi, 4/125.
[10] Nisâ sûresi, 4/164; A'râf, 7/143.
[11] Sebe sûresi, 34/13.
[12] Kitab-ı Mukaddes (Türkçe tercüme), Eski Ahit, 2. Samuel, Bâb: 11, Âyet: 2-26.
[13] Sâd sûresi, 38/30.
[14] Buhârî, teheccüd 7; savm 59; Müslim, sıyâm 182.
[15] Buhârî, büyû', 15; Taberânî, el-Mu'cemü'l-kebîr, 20/267.
[16] Kitab-ı Mukaddes (Türkçe tercüme), Eski Ahit, Tekvin, Bâb: 32, Âyet: 24-30.