Sıdk Açısından Gayb Meselesi

"Gayb" kelimesi, Kur'ân-ı Kerim'de çeşitli âyetlerde değişik şekilleriyle ele alınır:

وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لاَ يَعْلَمُهَا إِلاَّ هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ إِلاَّ يَعْلَمُهَا وَلاَ حَبَّةٍ فِي ظُلُمَاتِ اْلأَرْضِ وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُبِينٍ

"Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır. Onun için gaybı ancak O bilir. O, karada ve denizde ne varsa hepsini bilir. O'nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir dane, yaş-kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır." [1]

Bu âyette, "gayb"ın tamamen Allah'ın (celle celâluhu) nezd-i ulûhiyetinde olduğu dile getirilmekte ve O'ndan başkasının –Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) de dahil– gaybı bilemeyeceği söylenmektedir.

Ve zaten Allah (celle celâluhu) Efendimiz'i şöyle konuşturmuyor mu?

قُلْ لاَ أَقُولُ لَكُمْ عِنْدِي خَزَآئِنُ اللّٰهِ وَلاَ أَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلاَ أَقُولُ لَكُمْ إِنِّي مَلَكٌ إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَفَلاَ تَتَفَكَّرُونَ

"De ki: 'Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır.' demiyorum. Gaybı da bilmem. Size 'Ben bir meleğim.' de demiyorum. Ben, bana vahyolunan Kur'ân'dan başkasına uymam. 'De ki: Körle gören bir olur mu?' Siz hiç düşünmez misiniz?"[2]

قُلْ لاَ أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعاً وَلاَ ضَرّاً إِلاَّ مَا شَاءَ اللّٰهُ وَلَوْ كُنْتُ أَعْلَمُ الْغَيْبَ لاَسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِيَ السُّوءُ إِنْ أَنَا إِلاَّ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

"De ki: Ben Allah'ın dilediğinden başka, kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim, elbette daha çok hayır yapmak isterdim, bana hiçbir fenalık dokunmazdı, ben sadece inanabilecek bir kavim için uyarıcı ve müjdeleyiciyim."[3]

Cin sûresinde ise şöyle denmektedir:

عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَداً # إِلَّا مَنِ ارْتَضَى مِنْ رَسُولٍ فَإِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ رَصَداً # لِيَعْلَمَ أَنْ قَدْ أَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ وَأَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَأَحْصَى كُلَّ شَيْءٍ عَدَداً

"O bütün gaybı bilir. Gayba kimseyi muttali kılmaz, ancak dilediği peygamberler bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar ki, böylece onların (peygamberlerin) Rabbilerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah) onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir saymış (kaydetmiş)tir."[4]

Şimdi bu âyetlerin ışığı altında şöyle bir tahlil yapabiliriz: "Allah Resûlü, mutlak olarak gaybı biliyordu." demek, bir ifrat; "Bilmiyordu." demek de bir tefrittir. O kendi olarak gaybı bilmezdi. Ancak Allah'ın bildirmesiyle öyle bir bilirdi ve bilmişti ki, bir ekranın başında durmuş da, kıyamete kadar zuhur edecek bütün hâdiseleri, ana hatlarıyla ve temel esaslarıyla şerh edip insanlığın gözünün önüne sermişti.

Bizim üzerinde hassasiyetle durmak istediğimiz mesele de işte budur. O, kendiliğinden bir şey söylemiyordu; söyledikleri hep vahiy ve Cenâb-ı Hakk'ın bildirdikleriydi. Bildiren Allah (celle celâluhu) olduktan sonra sadece peygamberler ve Peygamberimiz değil, ümmet arasında bir kısım yetişkin kimseler dahi, keramet olarak gayba muttali olabilirler. Nitekim Allah Resûlü: "Benim ümmetim arasında bir kısım mülhemûn vardır."[5] buyururlar ki, Allah'ın (celle celâluhu) ilhamına mazhar insanlar demektir.

Bu cümleden olarak; minberde hutbe okurken, günlerce uzaklıktaki bir mesafede savaşan İslâm ordusunun, dağ tarafından düşman askerlerince kuşatıldığını gören Hz. Ömer, ordu kumandanı Sâriye'ye hitaben: "Yâ Sâriye! Dağ tarafına!" diye üç defa bağırması, Sâriye'nin de bu sesi duyarak kuşatmayı yarması..[6] Muhyiddin b. Arabî gibi zatların, asırlarca sonra olacak hâdiselere aynen işaretlerde bulunması.. Mevlâna, İmam Rabbânî ve Müştak Efendi gibi yüzlerce zatın gelecekle alâkalı ihbarda bulunması.. bulunurken de Allah Resûlü'ne yürekten bağlılık göstermeleri ve mazhar oldukları bütün vâridâtın Mişkât-ı Muhammedî'den süzülüp geldiğini itirafları, O Zât'ın –Allah'ın izniyle– ne kadar gayba açık olduğunu gösterir.

Evet, O'nun yetiştirdikleri böyle ilhamlara mazhar ve ilâhî esintilerle hüşyâr olur da bu çapta gayba muttali kılınırlarsa, bütün ümmeti bir kefeye konsa hepsine birden ağır basacak olan İki Cihan Serveri'nin[7] bir mucize olarak gayba muttali olması niçin uzak görülsün ki?..

Muteber hadis kitaplarında zikredilen, Efendimiz'in bu kabîl üç yüze yakın mucizesi var ki, verdiği gaybî haberlerin büyük bir kısmı aynen çıkmış, diğerleri de çıkma vaktini beklemektedir. Biz burada bunların hepsini nakledecek değiliz. Sadece, fikir verme bakımından birkaç misalle iktifa etmeyi düşünüyoruz ki; bu misalleri de üç ana grupta toplamak mümkündür:

Birincisi: Kendi devrine ait verdiği gaybî haberler.

İkincisi: Uzak ve yakın istikbale ait söylediği sözler.

Üçüncüsü: Sehl-i mümteni üslûpla ifade buyurduğu; ancak ilimlerin inkişafıyla daha sonra hakikati anlaşılabilen mucizevî beyanlar...

[1] En'âm sûresi, 6/59.
[2] En'âm sûresi, 6/50.
[3] A'râf sûresi, 7/188.
[4] Cin sûresi, 72/26-28.
[5] Kurtubî, el-Câmi' li ahkâmi'l-Kur'ân, 13/174; İbn Hacer, Mukaddimetü Fethi'l-Bârî, s. 103; Fethu'l-Bârî, 6/516; Gazzâlî, İhyâu ulûmi'd-din, 3/24. Ayrıca bkz.: Buhârî, enbiyâ 54; Müslim, fezâilü's-sahabe 23.
[6] Taberî, Tarihu'l-ümem ve'l-mülûk, 2/553-554; Beyhakî, el-İtikad, s. 314.
[7] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/76; Dârimî, mukaddime 3.