Ümmetini Emniyete Daveti
Nebiler Sultanı, Allah'tan gelen mesajları emniyet içinde muhafaza ediyor ve bu emniyet atmosferini de, bütün varlığı içine alacak kadar geniş tutuyordu. Ümmetini de aynı ahlâkla ahlâklanmaya çağırıyor ve onlara, insanlar arasında emin olarak yaşamalarını tavsiye ediyordu. O'nun yanında hıyanetin en küçüğü düşünülemez ve tek bir mü'minin dahi gıybeti yapılamazdı. O, hemen karşısındakini ikaz eder ve ruhuna gıybet gubârının konmasına asla müsaade etmezdi.
"Falan kadının eteği ne kadar uzun!" diyen Hz. Âişe Validemiz'e (radıyallahu anhâ): "Onun gıybetini yaptın ve etini dişledin." demesi;[1] Mâiz'in arkasından konuşan bir başka sahabiye de benzer şekilde karşılık vermesi[2] hep O'nun emîn olmasından ve emniyet hâlesi bir atmosferin, ruhlarda hâsıl edeceği itminanı bilmesinden kaynaklanıyordu.
Kendisi daima şu duayı okur ve ümmetine de tavsiye ederdi: اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْجُوعِ فَإِنَّهُ بِئْسَ الضَّجِيعُ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْخِيَانَةِ فَإِنَّهَا بِئْسَتِ الْبِطَانَةُ "Allah'ım, açlıktan Sana sığınırım; o ne kötü bir arkadaştır. Hıyanetten de Sana sığınırım; o ne kötü sırdaştır."[3]
Emanete riayet etmek önemli olduğu kadar, hıyanete girmemek de o derece önemlidir ve zaten bunlar birbirinin lâzımı hasletlerdir.
Ahde vefa göstermeyen ve böylece hıyanette bulunan insanlar hakkında söylenen şu ürpertici ifade de, yine Allah Resûlü'ne aittir: إِذَا جَمَعَ اللّٰهُ اْلأَوَّلِينَ وَاْلآخِرِينَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرْفَعُ لِكُلِّ غَادِرٍ لِوَاءٌ فَقِيلَ هَذِهِ غَدْرَةُ فُلاَنِ بْنِ فُلاَنٍ "Allah, kıyamet gününde, evvel-âhir bütün insanları bir araya topladığında her vefasız için bir sancak çekilecek ve: 'İşte falan oğlu falanın vefasızlığı budur.' denilecektir."[4]
Allah Resûlü'nün bütün fenalıklara karşı kapanmış, mühürlenmiş bir ruhu vardı. İyiliğin en küçüğüne, hatta teferruat kabul edilenine de alabildiğine sinesini açar ve hep iyilik duygusuyla oturur-kalkardı. O, hayatını hep güven atmosferinde geçirdi. İnsanlık da O'na güvendi, itimat etti. Hâlbuki O'na sırt çevirenler aldandı ve yollarda kaldılar. Ancak O her zaman bir koruyucu melek gibi ümmetinin üzerine titredi. Kim, ne zaman ve hangi şartlarda O'nun kapısını çaldıysa O'ndan "Lebbeyk!" sesini duydu.
O nasıl güvenilir bir insandı, kendisi de Allah'a öyle güveniyor ve itimat ediyordu. O'nun Allah'a güvenip itimat etmesi, emanet sıfatının nebiden Allah'a urûcu ve yükselmesi demektir. Emanet, Allah'tan nüzûlü ile peygamberde emniyet ve itminan hâlinde zuhur eder. Bu iki kavsiyenin ucu birleştiğinde de umumî emniyet ve itimat hâsıl olur.
Her peygamber Allah'a itimatla serfiraz kılınmıştır. Bu onların ayrılmaz hususiyetlerinden ve yüce sıfatlarından biridir. Kur'ân, bize bunu şu âyetleriyle çok net şekilde anlatır:
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ نُوحٍ إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَامِي وَتَذْكِيرِي بِآيَاتِ اللّٰهِ فَعَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْتُ فَأَجْمِعُوا أَمْرَكُمْ وَشُرَكَاءَكُمْ ثُمَّ لاَ يَكُنْ أَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُوا إِلَيَّ وَلاَ تُنْظِرُونِ
"Onlara Nuh'un haberini oku. Hani O, kavmine şöyle demişti: Ey Kavmim! Eğer benim (aranızda) durmam ve Allah'ın âyetlerini hatırlatmam size ağır geldiyse, ben yalnız Allah'a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla toplanıp yapacağınızı kararlaştırınız, sonra içinizde ukde, dert olmasın, bundan sonra vereceğiniz hükmü bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin."[5]
Hz. Nuh (aleyhisselâm), Rabbine güveniyor, itimat ediyor ve karşısına aldığı bütün bir küfür cemaatine: "Eğer içinizde bulunuşum, duruşum, mevkiim ve emri tebliğ edişim size ağır geliyorsa, hazmedemiyorsanız dilediğinizi yapınız.. ben bulunduğum durum itibarıyla Allah'a (celle celâluhu) güvenip dayandım; işte siz, işte ben. Sizler yığınla insan, ben ise tek başımayım. Fakat bilin ki, Allah (celle celâluhu), beni size karşı zayi etmeyecektir. Siz şimdi bir araya gelin, kafa kafaya verin, meşveretler yapın ve benim aleyhime çeşitli plânlar kurun; bunu yaparken de bütün şeriklerinizi, ortaklarınızı ve yardımınıza koşacak herkesi bir araya toplayın. Toplayın ki, sonra içinizde bir ukde kalmasın; 'Keşke şunu da yapsaydık!' demeyin ve yapmanız mümkün olan her şeyi yapın, düşündüklerinizin hepsini tatbik edin! Şimdi ben, sizden gelebilecek her şeyi bekliyorum, gelsin!" diyor ve onlara meydan okuyordu.
Hz. Nuh (aleyhisselâm) bunları söylerken, Allah'a fevkalâde bir güven ve itimat içinde söylüyordu. O kat'iyen biliyordu ki, Rabbi onu koruyup muhafaza edecektir. Sefinesine kaç insan bindi, bilemiyoruz; fakat biliyoruz ki –Hz. İbrahim (aleyhisselâm) dahil– nice peygamberler hep O'nun soyundan gelmiştir. Çünkü Kur'ân, Hz. İbrahim'i O'nun milletinden sayıyor ve şöyle diyordu: وَإِنَّ مِنْ شِيعَتِهِ لَإِبْرَاهِيمَ "Şüphesiz İbrahim de Nuh'un milletindendi."[6]
Hz. İbrahim'in (aleyhisselâm) durumu, teslimiyeti ve tevekkülü şu şekilde dile getirilir:
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَآءُ مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاءُ أَبَداً حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُ إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ رَبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
"İbrahim'de ve Onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: 'Biz, sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz, bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli düşmanlık ve öfke belirmiştir.' Yalnız İbrahim'in babasına: 'Andolsun ki senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez.' demesi hariç. 'Rabbimiz, Sana dayandık, Sana yöneldik ve dönüş ancak Sanadır.' dediler."[7]
Evet, İbrahim ve yanında bulunanlar da küfre karşı baş kaldırıyor ve kâfirlere meydan okuyorlardı. "Biz" diyorlardı, "Sizin Allah'tan başka taptığınız her şeyden fersah fersah uzağız. Biz, sizi ve bütün tağutlarınızı inkâr ettik. Aramızdaki düşmanlık ise geliştikçe gelişti." Zaten bu düşmanlık, Hz. Âdem'den günümüze kadar devam edegelmiştir. İman ve küfür, ilk gününden beri birbirinin düşmanıdır. Aynı yer ve mekânı paylaşmaları mümkün değildir. Dolayısıyla, elbette küfür, imana çelme atmak isteyecek ve ondan rahatsız olacaktır. "Rencide olur dîde-i huffaş ziyadan."; gözleri ışığa alışmadığından dolayı onlar, yarasalar gibi iman ve nübüvvet ışığından rahatsızlık duyacaklardı.
"Evet, siz de bizim gibi Allah'a iman ve itimat etmedikçe aramızdaki düşmanlık hiçbir zaman kesilmeyecektir." dediler. Çünkü küfrün mahiyetinde sapıklık ve bürûdet vardır. Kâfir, bütün eşyaya düşman nazarıyla bakar. Mü'minin ruhunda ise mürüvvet ve insanlık vardır. O, bütün kâinata bir kardeşlik beşiği olarak bakar. Herkesle bir birleşme çizgisi ve herkesle bir diyalog yolu araştırır. Mü'min böyle olurken, kâfir herkesle dalaşmaktan zevk alır. Hâlbuki, herkes Allah'a iman edip O'na yürekten inandığı zaman, umumî bir sulh ve sükûn hâsıl olacaktır. Bu sulhü, kâfirden ve küfürden beklemek ise tamamen gaflet ve safderûnluk olur. Çünkü küfrün, milletleri birbirleriyle boğuşturmaktan başka insanlığa vereceği hiçbir şey yoktur. Onun için Kur'ân-ı Kerim, Hz. İbrahim'in babasına söylediklerini bir istisna olarak zikretmektedir. Hz. İbrahim'in söylediği ise, sadece bir temenniydi ve onun aşırı re'fet ve şefkatinden kaynaklanıyordu. Ancak, o da, Allah katında babasına karşı elinden bir şey gelmeyeceğini açıkça ifade ediyordu. Ve sonra Hz. İbrahim: "Sana dayandık, Sana yöneldik." diyerek, Cenâb-ı Hakk'a karşı olan güven, itimat ve tevekkülünü dile getiriyordu. Zaten bütün peygamberlerin hayatı tetkik ve tahkik edilse, onlarda Allah'a tevekkül ve itimadın çok ağır bastığı müşâhede edilecektir. Onların tevekkülleri, sıradan insanların tevekkül ve itimatları gibi değildir. Hele bu tevekkül, Peygamberler Sultanı'nın tevekkülü ise. Evet, İki Cihan Serverinin tevekkül ve itimadı bütün peygamberlerin itimat ve tevekkülünden daha çaplı ve daha derince idi...
Allah (celle celâluhu), O'na bir kere "Hasbiyallah" demesini öğretmişti.[8] Allah Resûlü de bütün hayatını O'na itimat, tevekkül ve emniyet içinde geçirmişti. Düşünmeli ki, Hz. Ali (radıyallâhu anh) gibi haydar-ı kerrâr, kahraman ve şecaatli bir insan şöyle demektedir: "Biz harp meydanlarında sıkıştığımız ve içimize bir korku girdiği zaman, derhal Allah Resûlü'nün arkasına sığınır, itminan ve emniyete kavuşurduk."[9]
[1] Ebû Dâvûd, edeb 35; Tirmizî, kıyâme 51; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/189.
[2] Ebû Dâvûd, hudûd 23.
[3] Ebû Dâvûd, vitr 32; Nesâî, istiâze 19, 20.
[4] Buhârî, edeb 99; Müslim, cihad 9-16 (Lafız Müslim'den.)
[5] Yunus sûresi, 10/71.
[6] Sâffat sûresi, 37/83.
[7] Mümtehine sûresi, 60/4.
[8] Bkz.: Tevbe sûresi, 9/129.
[9] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/156; Ebû Ya'lâ, Müsned, 1/258.
- tarihinde hazırlandı.