Cinlerde Sahabilik

Mü'min olarak Efendimizi (sav) görüp O'nun sohbetinde bulunan kimselerin 'Sahabi' kabul edilmesi gibi, O'nu gören her cin de 'Sahabi' kabul edilmiş ve aralarında hiçbir fark gözetilmemiştir.

Hatta müfessirler, 'Cinlerden bir grubu Sana yönelttiğimizde..' (Ahkâf, 46/29) ayetinde anlatılan cinleri isim isim saymış ve onların, cin taifesinin en büyük 'Sahabileri' olduklarını söylemişlerdir. Bizim tesbitimize göre de, sayıları yedi veya dokuz olarak kabul edilen bu cinler, tıpkı Ashab-ı Bedir, Ashab-ı Uhud'un siyanetleri gibi, şer ve şerirlere karşı kendileriyle tevessül edildiğinde koruyuculuk yaparlar ki, onlar, -Kur'an'da anlatılan şekliyle- Allah Rasulü'nü ilk defa görüp dinleyen, ardından da kavim ve kabilelerine birer 'münzir' olarak dönen cinlerdir. Binaenaleyh, bu yönüyle de onları, onlar arasındaki Sahabe'nin ileri gelenlerinden kabul edebiliriz.

Süheyli, Ömer b. Abdülaziz'le alakalı bir vak'ayı anlatırken, bu cinlerden de bahseder. Vak'a şöyledir: Ömer b. Abdülaziz, birgün kırda dolaşırken, ölü bir yılan görür. Atından iner ve mendiline sararak o ölüyü toprağa defneder. (İhtimal o büyük insan, 'gayb-âşinâ' gözleriyle bu meyyitin bir cin olduğunu keşfetmiştir) O esnada etraftan bir ses: 'Saraka öldü, Saraka öldü..' diye etrafı çınlatır. Ömer b. Abdülaziz, bu ses sahibinin kim olduğunu sorar. Bu soru üzerine: 'Bir zaman cinlerden bir topluluğu, Kur'an dinlemek üzere Sana yöneltmiştik..' (Ahkâf, 46/29) ayetinde anlatılan cinlerden biriyim' der ve sözlerine şöyle devam eder: 'O gün Allah Rasûlü'nü dinleyip kavmine 'uyarıcı' olarak dönenlerden hayatta sadece Saraka ile ben kalmıştım. Bugün kâfirlerle harbederken, Saraka da şehid oldu. Şu anda, sadece ben varım.. sana müjdeler olsun ey mü'minlerin emiri! Zira biz Allah Rasûlü'nün huzurunda iken, bir aralık dönüp: 'Sizlerden Saraka bir yerde şehid olacak. Onu ümmetimin en hayırlılarından biri kefenleyip defnedecek' buyurdular. İşte o haber bugün aynen cereyan etti. Ne mutlu sana ki, sen O'nun müjdelediği o hayırlı insansın!' [1]

Hz. Aişe validemiz anlatıyor: 'Bilmeyerek, evde dolaşan bir canlıyı (muhtemelen bir yılanı kastediyor) öldürmüştüm. O gece rüyamda beni yüksek bir mahkemeye çağırdılar ve benim cinayet işlediğimi söylediler. 'Hayır, ben kimseyi öldürmedim..' dediysem de, ısrarlarından gündüz öldürdüğüm canlıyı kastettiklerini anlamıştım. Meğer o bir cinnî imiş. Kendimi müdafaa için: 'O niçin eve gelip beni gözetliyor?' deyince: 'Hayır, o asla sana bakmak için gelmezdi. Hele saçın-başın açıkken, kat'iyen odana girmezdi. Fakat o, bir Kur'an aşığı idi. Rasûlullah'tan ilk dinlediği Kur'an zevki, onu o kadar sarmıştı ki, Allah Rasûlü'nden sonra o manevî zevki, hep senin Kur'an'ında arardı. Evine gelişi işte de bu sebepleydi..' dediler. Hz. Aişe validemiz diyor ki; 'uyandığımda rüyanın dehşetinden kan-ter içinde kalmıştım. Hatamı affettirmek için de, sadaka dağıtıp, bazı köleleri hürriyete kavuşturdum...' [2] Evet, anlaşılan Kur'an dinlemek için o eve gelen, cinlerden bir Sahabi idi ve Hz. Aişe validemiz, yanlışlıkla böyle bir Sahabiyi katletmişti ve bundan dolayı manevi bir mahkemede hesaba çekilmişti.

Görülüyor ki, kim İki Cihan Serveri'yle irtibata geçse, hemen evc-i kemâle yükseliyor. Nasıl ki insanlar, O'na dilbeste olup gönülden bağlanmakla bir anda O'nun arkadaşları oluyor ve 'Sahabe olma' şerefiyle serfiraz kılınıyorlar; öyle de, O'nun getirmiş olduğu o kutlu mesaja kulak veren cinler de aynı noktaya ulaşabiliyorlar. İşte bu noktadan hareketle diyebiliriz ki, şayet onlar da bizim gibi bir ümmet ise, bizim Ashab-ı Bedir, Ashab-ı Uhud'umuz olduğu gibi, onların da Ashab-ı Bedir ve Ashab-ı Uhud'u vardır. Bizim aşere-i mübeşşeremiz; hatta üçlerimiz, yedilerimiz, kırklarımız olduğu gibi; onların da aşere-i mübeşşeresi, üçleri, yedileri, kırkları olduğu söylenebilir. 


[1] Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 16/214
[2] Kurtubi, el-Camiu Liahkami'l-Kur'an, 16/214,215