Disiplin ve Temizlik

Çocuğun iç donatımının yanında, bedenî ve fizikî durumunun da aynı hassâsiyetle ele alınması, sıhhatli bir terbiyenin gereği ve onun başta gelen esaslarındandır.

Disiplin

Aslında, çocuğu insanlığa yükseltme ve onun yüce duygularını inkişaf ettirmeden ibaret olan terbiye, gönüldeki aydınlıkla dıştaki düzenin, ruhtaki yücelikle bedendeki ahengin elde edilmesiyle kemâle erer ve gayesine ulaşır. Diğer bir ifadeyle, terbiyenin hedefi, madde-ruh, ceset-kalp, dünya-ukbâ arasındaki zıtlığı, dezarmoniyi gidermek ve insan düşüncesini dağınıklıktan kurtararak ezelî ahenge ve vahdete ulaştırmaktır.

Bu itibarla, sadece cesedin terbiyesini hedef alan kadim yunan, nasıl madde-ötesi herşeyi inkâr etmekle terbiyede 'tavla tipi' varlıklar yetiştirerek, kendi insanını içi boş kof yığınlar haline getirdi, öyle de, cesedi bütün bütün azleden eski Hintli, herşeyi anlaşılmaz bir rûha dayanarak, öbür kutupta değişik bir yanlışlığa düştü. Birinde insanoğlu, göğüs adaleleri ve pâzularıyla çalım satan rûhsuz bir çılgın, diğerinde ise, cesedin humûdeti [1] ve ruhun saflaşmasıyla 'Nirvânâ'ya ermeyi bekleyen bir miskin ve bir sefildir. Oysa ki, ötelerden kaynaklanan bizim terbiye anlayışımızda, madde-ruh, ceset-kalp, burası ve öteler, birbiriyle anlaşır, uzlaşır ve bir bütünün değişik yönlerini aksettiren bir vâhid haline gelirler.

Bu hususu esâs alarak, çocuğun terbiyesinde, rûhu işlettirip ötelere hazırlama ve kalbi inkişâf ettirerek hakikatlara âşinâ kılmanın yanı başında, bedenî ve fizikî durumunun da katiyen ihmâl edilmemesi lâzım geldiğine inanmaktayız.

Düzen ve Temizlik

Bu hususla alâkalı mütalaamızın, oyun ve sporla alâkalı bölümlerini, ilerde müstakilen ele alacağımızdan, burada sadece, düzen ve temizliğe temas etmek istiyoruz. Çocuğun, düzenli bir hayata alıştırılması, gelecekte yükleneceği vazifeleri eksiksiz olarak yerine getirmesi bakımından çok mühimdir. Belli bir yaşta, nizâm ve intizâm şuuruna ulaştırılamamış nesiller; ne kadar da mâhir olurlarsa olsunlar, bütün hayatları boyunca, tek-elli, tek-ayaklı gibi hep meflûç yaşarlar. Yuvadaki umumî ahenk ve düzeni aksettirmesi bakımından, sadece, yeme-içme, yatıp-kalkma ve yiyip içtiği şeylerde itidalden ayrılmama, israfa girmeme gibi hususları intikâl ettirmekle yetineceğiz. Ailenin, yeme-içme ve yatıp-kalkmada, tatbîk ettiği ve uyageldiği bir düzeni varsa, çocuğun hayatı, evde de evin dışında da fevkalade ritmik olarak sürer gider. Yoksa, büyük bir ihtimalle o, evden aldığı bu âhenksizliği toplum içinde de uğradığı her yere götürür ve hep, bir huzursuzluk kaynağı olur. Çok defa bu âhenksizlik, onun rûh ve kalbine de işleyerek, zevk-i ruhanisini kaybetmesine de sebebiyet verir. Vakıa, bazen de, rûhî bozuklukların ve çeşitli depresyonların çok ciddî olarak, hayatı tesir altına aldığı görülür ki, bunun da behemehal sebepleri tespit edilerek ortadan kaldırılması gerekir. Aksine, devam ettiği takdirde, bir 'fâsit-daire'ye dönüşür ki, karşımıza, daha da endişe verici problemler çıkabilir.

Her şeyden evvel, çocuğun, bizim atmosferimiz içinde geçen hayatı çok ritmik olmalıdır. O, eve ne zaman dönmesi gerektiğini, döndüğü zaman, nelerle meşgûl olması, hangi işlerle uğraşması lâzım geldiğini önceden bilmelidir. İç-âleminin donatımı mı? Harici işlerin düzene sokulması mı? Okuma, yazma mı? Yoksa oyun ve eğlence mi?.. Bunlardan hangisinin ne zaman yapılacağı mutlaka tayin edilmeli ve çocuk, bir sürü karışık düşünce ve birbirinden farklı isteklerle karşı karşıya bırakılmamalıdır. Aksi halde, çocuğun bu mevzudaki karanlık ve karmaşık hali, hem kendi için hem de aile için zararlı olur. Aile ne kadar derli-toplu, çocuk da ne kadar zeki olursa olsun, yuvada ahenk bulunmadığı takdirde, bekledikleri şeyleri asla elde edemezler. Nasıl ki, bir kalbin atışları, aritmik olduğu takdirde, hızlı ve canlı da olsa hayra alâmet sayılmaz. Öyle de, her ferdin hususî durumu hesaba katılarak, içinde nizam ve intizamın temin edilemediği hane de semereli ve uğurlu sayılamaz. Hele o hanedeki çocuk, asla.!

Evet, hânenin en verimli hali, en düzenli olduğu zamanlara göredir. Tam rantabl olması, tam âhenkli olmasına bağlıdır. Hız ve beceriklilik ise, düzensizliğin meydana getireceği arızaların yanında, çok tesirsiz kalırlar.

Yeme ve İçme

Bundan başka yuva, yeme ve içmeyi, 'sağlık prensiplerine uygunluk felsefesiyle' ele almalıdır. Bu da, büyük bir nispette, yemek vakitlerinin tayînine; yerken, israftan ve mideyi tıka-basa doldurmadan kaçınmaya, düşünceye, iradeye ve beden sağlığına zarar veren şeylerden içtinap etmeye; kezâ, yenilen şeylerin temiz ve helâl olmasına bağlıdır.

Bu itibarla, henüz yediği birinci yemeği hazmetmeden ikincisine başlamak, vakitli vakitsiz sürekli bir şeyler yemek ve daima mideyi dolu bulundurmak, hem bedene zarar, hem tedrici bir intihâr hem de Yüce Yaratıcının buğz ettiği bir keyfiyettir. Bir de, alınan şeyler insan sağlığına zararlı; iradeye fütûr ve zihne teşviş veriyorsa o, bütün bütün berbattır!..

İsraf, Yaratıcının sonsuz nimetlerine karşı bir hürmetsizlik ve bir nankörlüktür. Evet, ölçüsüzce savrulup giden bu değerli nimetler, israfta harcanıp gittikleri sürece, kadirleri bilinemeyeceği gibi, 'doyma noktası'na vardıktan sonra alınmalarıyla da, asla zevk ve lezzetlerine erilemeyecektir. Evet, israf eden gerçek iştihâyı kaybederek, yemeklerin çokluğu ve çeşitliliğine bağlı, yalancı bir iştihaya gider gömülür. Bu marazî-hal genişledikçe de, kalp ve ruh dairelerinin rağmına, memnû, gayr-i memnû demeden herşeyi midesine indirmek ister. Helâl ve haramın iç içe girdiği böyle cehennemî bir hayat düzeninde ise, sıhhatli ve mazbut nesillerin yetişmesini beklemek hayâlperestlik olur.

Esasen beslenme, tamamen bir disiplin işidir. Yemesini-içmesini disipline edebilmiş bir yuva, çocuğun kalbî ve rûhî hayatı adına, pek çok şeyi başarmış sayılabilir.

Evet, vücudun ayakta durabilmesi için mutlaka yemeye, içmeye ihtiyaç vardır. Ne var ki, bedenin sıhhati hesaba katılmadan alınan her şey, yine beden için zarar olduğu gibi, yerken, içerken kalbin, mide ve bağırsakların altında kalıp ezilmesi, nefsin rûha kemân çekmesi de, insanın kendi kendine kastetmesi demektir.

Ah, şu rûh'un kanatlarını kıran, kalbî hayat üzerine kezzap döken talihsiz oburlar!.. keşke, yetişme dönemindeki gençleri sizlerden kurtarmak mümkün olabilseydi!..

Bir de çocuğa, yiyip, içmekten maksat ne olduğu behemehâl anlatılmalı ve bu hususta iknâ edilmelidir. Aksine o alışageldiği şeyleri, emzik gibi 'ilelebet' devam ettirir durur... Şayet, ona bir şeyler anlatmağa bizim gücümüz yetmiyorsa, bir hekim veya daha başka birisiyle gördürerek, maddî-manevî sıhhati için elverişli bir gıda rejimine irşat edilmelidir.

Yatıp Kalkma İle Alakalı Bazı Hususlar

Yatıp kalkmanın disipline edilmesi de aynı derecede önemlidir. Belirli zamanlarda ve belirlenmiş ölçülerle istirahat etmek, hem sıhatımız açısından hem de hayatımızın diğer bölümlerine ait düzen ve ahengi bozmamak bakımından zarurîdir. Gündüzün büyük bir kısmı çalışmaya, gecenin büyük bir bölümü de istirahat ve kalbi dinlendirmeye tahsis edilmelidir. Bunu değiştirmek katiyen muvâfık değildir. Fıtrata ait böyle bir şeyi tebdîle kalkışmak, toplumla çatışma, kâinât kitabıyla zıtlaşma ve sıhhate karşı işlenilmiş bir cinâyet ve itisaf olur.

Yatıp-kalkma ve istirahatla alâkalı, herkes için geçerli olabilecek bir-iki önemli prensibin belirtilmesinde yarar görmekteyiz:

  • Aile fertlerinin hayatı, mutlaka nizâm altına alınmalıdır. Bir hânede, yatıp-kalkmaya gelinceye kadar her şey zabt u rabt altına alınmışsa, o aileye ait meselelerin büyük bir kısmı yoluna girmiş sayılır. Aksine, bir hânede hayat disipline edilmemiş ise, o yuvaya ait çok meseleler dağınıklık içinde ve sürüncemede demektir.
  • İkamet edilen apartman ve yakın çevrenin hayat düzenleriyle bizim hayat nizâmımız çatışmamalıdır.? Yoksa, onlar bizim, biz de onların hem istirahat anlarını hem de çalışma zamanlarını berbat ederiz.
  • İstirahât ve çalışma, imkân nispetinde belli bir zaman içinde ve belli saatlerde yapılmalıdır. Aksi halde, sürekli değişip duran yatıp-kalkma zamanları, uyku ile çalışmayı iç-içe kılar. Bu ise hem istirahatın hem de çalışmanın zedelenmesi demektir.
  • Uykuya ait zamanı ihlâl edecek her şeyden mutlaka kaçınılmalıdır. Bazen bir-iki bardak çay, Bazen bir iki lokma yiyecek, Bazen de bir can sıkıntısı bir gecelik uykuya mal olabilir. Dolayısıyla bir günlük işe de...

Maddi ve Manevi Temizlik

Yuva, çocuğa, manevî kirlerden uzak kalmayı öğretmekle mükellef olduğu gibi, bedenini, elbisesini, oturup-kalktığı yerleri de temiz ve düzenli tutmayı öğretme mecburiyetindedir.

Yuvadaki disiplin ve temizliğin, anne-babadan yavrulara geçtiği âlem-şûmul bir kanundur. Her yavru, dünyaya gözünü açtığı zaman, yuvasında ve yuvacığında gördüğü şeyleri taklîde uğraşır ve nevinin taşıdığı istidatlarla, o istikamette varlığa erer. Hususiyle insan için bu mesele, fevkalâde önemlidir... Çocuk, etrafını temiz ve düzen içinde görürse, bunun böyle olması lazım geldiğine inanarak, üstüne-başına ve yatıp-kalktığı yere, ona göre çeki düzen vermeye çalışır. Aksine, etrafını perişan ve etrafındakileri de kirli ve derbederlik içinde görürse, temizlik ve nizam adına bütün istidatları körelir, miskinleşir. Artık kendi şahsî işlerinin dahi, başkaları tarafından yapılması lazım geldiği zehâbına kapılır. Böyle bir hava ve iklimin, topluma nasıl tufeyliler yetiştireceği ise, her türlü izahtan vârestedir.

Bu itibarla, terbiye prensipleri arasında, derli-toplu ve temiz olmayı öğretmenin ayrı bir yeri olmalıdır. Zira çocuk, ailesinden aldığı diğer hasletleri gibi bu meziyetiyle de, toplumun emrine girecek ve ona yararlı olmağa çalışacaktır. Ve yine bu meziyetiyle ailesinin yanında bulunduğu sürece yuvaya; tahsîl döneminde kaldığı eve, barındığı yurda ve beraber kaldığı arkadaşlara bâr olmayacaktır.

Aslında inançlı ve ulu bir yola baş koymuş kimselerin, başka türlü olmalarını düşünmeye de, insanın gönlü râzı olmuyor. Nasıl olur ki, bu yol, günde beş defa abdest almayı, en az haftada bir defa tepeden tırnağa temizlenmeyi (gusûl), yemek yemeden önce ve yedikten sonra ellerin yıkanmasını, kezâ, uykudan kalkınca yıkanıp temizlenmeden ellerin ağza götürülmemesini; saçın, bıyığın derli-toplu ve tırnakların kesilip temiz tutulmasını; hâsılı, hep kar gibi pırıl pırıl ve süt gibi dupduru ve tertemiz olmayı tavsiye ve teklîf etmekte ve hattâ bunların bir kısmını fıtrattan saymaktadır. Evet, böyle bir yolun yolcularının, isli-paslı ve tiksindirici olmaları katiyen düşünülemez!

Yuvada iyi bir düzen ve temizlik dersi alarak yetişen nesiller, 'Hıfzu's-sıhha'[2] memuru gibi, toplumun yolunu kesen çeşitli hastalıklara karşı, birer 'Koruyucu Hekim'lik vazifesi yaparlar. Bunlar, su cetvelleri, ayak yolları, nehir kenarları, ağaç altları ve parklar bahçeler gibi umumun istifade edeceği yerleri, pisliklerden arındırır ve temiz tutarlar. Yuvada bu terbiyeyi alamamış talihsiz nesiller ise, her tarafı batırır ve çevrelerini yaşanmaz hale getirirler. Böylelerinin kuracağı dünyada, denizler bataklık, kanallar kirli, körfezler foseptik çukuru, nehirler azgın, köprüler yıkık, yollar da perişan olur. 'Çevre sağlığı' ve 'Koruyucu Hekimlik' gibi müesseselerin mevcudiyetine rağmen böyle bir dünyada, salgın hastalıklar, akla-hayâle gelmedik illetler, bin başlı bir dev gibi, toplumu ölümden ölüme götürür de kimse bunu önleyemez.

Hâsılı, çocuklarda, iç derinliği, düşünce istikameti gibi, düzen ve temizliğe ait rûh ve şuur da, yine yuvada verilir. Orada geliştirilir ve oranın sürekli kontrolüyle devamlılık kazanır.

[1] Humûdet: Soğuma. Zayıflama. Sönmeye yüz tutma.
[2] Hıfzu's-sıhha: Sağlığı koruma.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.