Acı Gerçekler ve Ümit Dünyamız

Şimdiye kadar dünyanın değişik yerlerinde, farklı felsefe, farklı hareket ve farklı akımlarla temsil edilen, birbirinden çok ayrı hürriyet, kardeşlik ve eşitlik düşüncesinin gerçekleştirilmek istendiğine şahit olduk.. konuyla alâkalı çeşitli beyannameler dinledik.. rengârenk vaatlerle ümitlendirildik.. defaatle yitirdiğimiz cennete ulaşacağımız ümidiyle şişirilmiş ihtilal manifestolarıyla avunduk ve avutulduk.. ve kim bilir kaç kere, ırk, millet ve coğrafya hudutlarını aşkın tam hürriyet, tam eşitlik, tam kardeşlik hülyalarıyla kendimizden geçtik ve coştuk.. hatta zaman geldi bütün dünyayı yalın bir insanlık mefhumu etrafında örgüleyeceğimiz vehmine kapılarak 'dünya kardeşliği' bile diyebildik...

Ne var ki, şimdiye kadar, bunlardan en küçüğünü, en önemsizini bile gerçekleştiremedik.. gerçekleştiremedik; zira bu teşebbüslerin ve daha doğrusu da bu iddiaların hiçbirinde, eşya ve insanın ruhuna müdahale edebilecek müessiriyete sahip değildik. Oysa ki, böyle bir müessiriyet çok önemliydi; ama biz, bir taraftan beşer tabiatına karşı savaş ilan ederken, diğer yandan da insan ve eşyaya ait bir kısım hususiyetleri sürekli gözardı ediyorduk.

Muhtelif coğrafi bölgelerde, birbirinden farklı iklimlerde, ayrı ayrı kültürlerle beslenmiş, değişik ırk ve milletlerin, onca farklılığını hesaba katmadan, tesbih tanelerini ipe diziyor gibi onları bir araya getirebileceğimiz veya getirilebileceği vehmine kapıldık.. onca ayrılıkları yok sayarak, hülyalarımızda yaşattığımız cennetin sırlı anahtarlarını elde etmişçesine kendimizi şımarıklığa saldık.. ve nâralar atarak ortalığı velveleye verdik.

Oysa ki, yazılan, söylenen ve deklare edilen şeyler, donanma gecelerinde, yanıp-sönen havâi fişekler gibi yanmasıyla sönmesi bir oluyor; ifade edilmesini müteakip hemen unutuluyor, derken ölümlü vaatlerin yerini ölümsüz inkisarlar ve ızdıraplar alıyordu. Eşitsizlik azalmıyor, artıyor.. mevcut baskı her yerde daha ciddi esaretlere inkılâp ederek devam ediyor.. insanî hak ve hürriyetler, amansız harp ve istibdatların dişleri arasında eriyip gidiyor.. ve tabiî topyekün insanlığın cennet beklentileri de cehennemî görüntülere çarpıp kırılıyordu ki; bu da, bizim gibi güçsüz milletler için, âdeta, bir mazlumiyetten başka bir mazlumiyete, bir mağduriyetten başka bir mağduriyete intikal adına birer ara fasıl mahiyetinde idi.. ve ilan edilen her yeni İnsan Hakları Beyannamesiyle bir kere daha ümitleniyor, seviniyor ve arkasından da yeni inkisarlara düşüyor ve yeni beklentilere koyuluyorduk...

Şimdilerde de değişen bir şey yok; yirmibirinci asra girerken, yine dünyanın yarısından fazlası, beklentileriyle pürheyecan; maksadının hilafına maruz kaldığı şeylerle inim inim ve çektiklerinin ızdırabını ümit ve hayallerindeki mutluluk vehimleriyle tadil ederek yaşamaya çalışıyor.. tabiî buna yaşamak denecekse!.

Dün Asya Steplerinden Balkanlar'a, Hindistan'dan Kırım'a, Belçika Kongosu'ndan, Merakeş'e kadar müstemlekecilerin tabiî suret-i haktan görünerek yerli halka çektirdikleri aynı fecâyi ve fezâyii, bugün Cezayir'den Somali'ye, Filipinler'den Dağıstan'a, Saraybosna'dan Karabağ'a aynı ürpertiyle müşahede ediyor ve iki büklüm oluyoruz. öyle anlaşılıyor ki, tarihî hadiselere dur! diyecek ve onlara kendi boyasını çalacak tarih yapmaya namzet seçkin bir millet veya seçkinler topluluğu zuhur edeceği, zuhur edip tutarlı ve kalıcı politikalar üreteceği, maddi-manevi güç kaynaklarımızı keşfedip ortaya çıkaracağı âna kadar da bir kısım kanlı kâtillerle temsil edilen bu kanlı arenalar daha bir süre devam edecek.

Evet, bizim dünyamızın, şu beyanname-bu beyanname, şu tarihli kararlar-bu tarihli kararlardan daha çok bu ölçüde güçlü, kararlı, yüksek performans sahibi insanlara ihtiyacı var.. yaşadığı devirle sımsıkı irtibatlı.. engin bir tarih şuuruyla içli-dışlı ve yay gibi gergin.. toplumun gizli ve dağınık bütün ızdıraplarını toplayıp bir güç kaynağı haline getirmede fevkalâde basiretli ve muzdarip.. her zaman iradesini tarih rüzgarlarıyla kanatlandırmasını bilen ve eli dümende, gözü pusulada, sonsuza yelken açmış aşk, şevk ve irade insanlarına... O insanlar ki; onlar, geçmişin tomurcuk ve meyvesi, geleceğin de fikir işçisi, mimarı ve müessisidirler. Onlar, istikbale yürürken, karşılarına çıkan bütün olumsuz dalgaları kıra kıra yürür ve her zaman arkalarındakilerin sînelerinde bir kalp gibi ritmik ve bir nabız gibi sımsıcak atarlar.

Güçlü fikirler, yerinde beyanlar, muhtevalı beyannameler ve isabetli kararlar, her zaman, güç ve kuvvetini ilâhî irade ve meşiete vesile yapan, sebeplerde kusur etmemekle beraber her şeyi Kudreti Sonsuz'dan bilen, Allah'ın kendilerine olan bütün lütuflarını, son santimine kadar yine O'nun rızası istikametinde ve mefkûreleri uğrunda kullanan bu nezih ruhlar sayesinde, ayrı bir derinliğe ulaşır, her kesimce hüsn-ü kabul görür, kalıcı olur ve istikbal vaadeder. Onların, bu umumî gayretleri, tarihî dinamiklerle desteklendiği ve millî kaynaklarla beslendiği ölçüde de genişler, ayrı bir enginliğe erer ve süratle netice verir.

Toplumu yeniden inşa edecek kahramanları tarih ve daha evvelki cemiyet doğurur, emzirir, şekillendirir; daha sonra da toplum, tarih ve milleti bu kahramanlar hazırlarlar.. her parçası aydınlık, her düşüncesi rehber ve hiçbir zaman bizim şaşkın ve dağınık isteklerimizin esiri olmayacak olan, aksine hep cesetlerimizde can, iradelerimizde fer, dimağlarımızda da idrak ve basiret usâresi bu kahramanlar...

Bin yıllık, mübarek bir geçmişin mânâ ve muhtevasını fevkalâde bir ihtimamla koruyacağına inandığımız bu hikmet erleri, gelecek nesillere de sürekli millet ruhunu aşılayacak, onun her zaman taze-canlı kalmasını sağlayacak ve bir kere daha devlet-i ebed müddet.! diyeceklerdir.

Ancak, bunun süratle gerçekleşebilmesi için de, toplumun değişik kesimleri arasındaki farklılıkların ortaya çıkarılmaması, hakperestliğin bir şiddet silahı haline getirilmemesi, Allah'ın kullarına karşı, şeytana arka çıkılmaması şarttır. Değişik bir ifade ile, başkalarının başını yarıp-putunu kırmaya yöneldiğimizde putun en büyüğü nefsimizdir mülâhazasıyla elimizdeki baltayı bu en büyük düşmanımızın başına indirerek, bizi endişe ile seyredenlerin yüreğine su serpilmesi esas olmalıdır.

Sızıntı, Mayıs 1995, Cilt 17, Sayı 196