Zekâtın Farz Olmasının Şartları

Zekâtın Farz Olmasının Şartları

GİRİŞ

A. Şahısla İlgili Şartlar

B. Malla İlgili Şartlar

GİRİŞ

Zekât, toplumun tamamını kucaklayan potansiyel bir güç kaynağıdır. Onunla iktisadî hayat canlandığı gibi, yine onun takdim ettiği imkânlarla fakirlerin ihtiyaçları giderilerek içtimaî bir denge sağlanır. Yine zekât sayesinde fakirle zengin arasında güçlü bir bağ tesis edilir. Dahası zekâtla Allah’a kurbet yolları bir şehrah hâline gelir.

Her şeyden önce zekât, inanan insanların yaptıkları bir vazifedir. Yani o, inanmanın bir gereğidir. Dolayısıyla imanla müşerref olmuş birinin, diğer iktisadî sistemlerde başkalarının yaptığı gibi saklayıp kaçıracağı herhangi bir malı yoktur. Çünkü her şey Allah’ın bilgisi dâhilindedir ve hesabı da O’na verilecektir. Dostluk ve akrabalığın fayda vermediği ahiret gününde, bütün gizli kapaklı şeyler ortaya dökülecek ve herkes yaptıklarının hesabını verecektir. Dolayısıyla Allah’a ve ahiret gününe inanan bir insanın üç-beş kuruşluk dünya metaı için ebedî hayatında sıkıntıya düşmeyi göze alması düşünülemez.

Bu durumda, insanların, başkasının muttali olamayacağı şekilde saklayıp durdukları maddî kıymetlere işlerlik kazandırma, en üst seviyede zekâtla gerçekleşmektedir. Öyleyse zekât, saklı kasaların kilitlerini açan sihirli bir anahtar olarak içtimaî bünyeye yeni kaynaklar temin eden büyük bir potansiyel güçtür.

İktisadî hayattaki hareketliliği tesis eden zekâtın tabanı da olabildiğine geniştir. Deve, sığır ve koyun gibi hayvanlardan süt, bal, yumurta gibi hayvan ürünlerine; menkul kıymetlerden gayrimenkul mülklere; zirai mahsullerden madenlere; oradan da para ve ticarî emtiaya kadar mamelekin bir çok çeşidinde, farklı nisap ve oranlarıyla zekât, içtimaî canlılığın temelini teşkil etmektedir.

Bir kimseye zekâtın farz olabilmesi için bazı şartlar vardır. Bu şartlar oluşmadan, bir kimse üzerine zekât farz olmaz ama kendisi isterse verebilir ve sevabını da alır. Söz konusu şartların bir kısmı şahsın kendisiyle, diğer bir kısmı ise malla ilgilidir.

A. Şahısla İlgili Şartlar

Zekâtın farziyetinin şahısla ilgili şartları; verecek şahsın Müslüman olması, hür olması, aslî ihtiyaçlarını temin edecek miktarı aşan borcunun bulunmaması ve bu mükellefiyeti yerine getirebilecek yaş ve olgunluğa sahip olması şeklinde özetleyebiliriz. Şimdi dilerseniz bu şartları biraz daha detaylandıralım.

1. İslâm

Her şeyden önce dinimiz, mükellef olarak inanan insanı muhatap almakta ve vecibeleri bu inanç üzerine bina etmektedir. İslâm’ı kabul etme, dinî mükellefiyetlerin ilk şartıdır. O olmadan din namına yapılacak faaliyetlerin bir geçerliliği olmadığı gibi, İslâm’ın ortaya koyduğu ibadet esasları da yalnız Müslümanlar için birer vecibedir.

Böyle olunca, diğer mükellefiyetlerde olduğu gibi zekâtın farziyeti için de ilk şart, mükellefin Müslüman olmasıdır. Onun içindir ki tarihte, İslâm’ın hükümlerini kabul etmediği hâlde İslâm ülkesinde yaşayıp sosyal haklardan istifade eden kimselerin mükellef oldukları maddî mükellefiyetlere zekât değil, cizye, haraç gibi isimler verilmiştir. 

2. Hürriyet

Hür olmayan bir kimsenin zekât verme yükümlülüğü yoktur. Bu şart, her ne kadar köleliğin yürürlükte olduğu dönemlerle ilgili bahis mevzuu edilmiş olsa da, malında istediği gibi tasarruf edebilme yetkisi elinden alınmış hür kimseler de bu konumda değerlendirilir. Esaret altında olan birisine –şayet var ise– malından zekât verme mükellefiyeti getirilemez. Aksine ondan elindeki imkânları kullanarak öncelikle kendi hürriyetini elde etmesi istenir. Mülkü olduğu hâlde, onu istediği gibi harcama ve tasarrufta bulunma hürriyeti elinden alınan kimse de aynı hükme tâbidir; zekât vermekle yükümlü değildir.

3. Borçlu Olmamak

Zekâtın farz olabilmesi için mükellefte aranan şartlardan birisi de, şahsın borçlu olmamasıdır. Yalnız buradaki borçtan kasıt, kişinin gelirleriyle zaruri harcamalarını aşan borçtur. Borcu olduğu takdirde, aslî ihtiyaçları ve borcundan arta kalan malvarlığı, nisap miktarını bulan kimsenin üzerine zekât farzdır. Yani kişinin elindeki serveti, hem borcunu kapatmaya hem de onun zaruri ihtiyaçlarını karşılamaya yetiyor ve geride de nisap miktarını aşan para kalıyorsa, böyle biri zekâtla mükelleftir.

Bununla birlikte, bir borç altına girmiş olan, elindeki birikimi de bu borcu karşılamayan ve geçimi için bir başka kaynağa ihtiyaç duyan kimseler zekât vermekle mükellef değillerdir. Bu bir yana, onlar bizzat Kur’ân’ın ifadesiyle kendilerine zekât verilecek insanlardır. Zira kendilerine zekât verilecek sekiz sınıfın anlatıldığı âyet-i kerimede[1] bu sınıflardan biri olarak “borçlular” sayılmaktadır. Unutmamak gerektir ki İslâm, insanları, takatlerini aşan şeylerle mükellef tutmamakta, onlara, güçlerinin yeteceği kadarıyla vazife ve sorumluluk yüklemektedir.

Aslında borç, elden geldiğince mü’minin kaçınması gereken bir husustur. Zira borçluluk durumu, insanın üzerinde bir kul hakkının bulunması demektir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), üzerinde borç olduğu hâlde ölen bir sahabinin namazını, ancak bir başka sahabi onun borcunu ödemeyi üzerine aldığı zaman kıldırmıştır.[2] Ölümün vakti ve saati bizim açımızdan meçhul olduğuna göre, zorda kalıp sıkışmadıkça borç altına girmemek, girilmişse bir an önce ondan kurtulmaya çalışmak, bir mü’minin takınacağı güzel bir tavırdır.

4. Akıl ve Bülûğ

Zekâtın farz olabilmesi için fertlerde aranan şartlardan biri de akıldır. Aklî melekeleri yerinde olmayan birine, sair ibadetler gibi zekât da farz olmaz. 

Zekâtın farziyet şartlarından bir diğeri de büluğ (ergenlik) çağına gelmiş olmadır. Büluğ, pek çok İslâmî ahkâm açısından, çocukla büyüğü ayırt eden sınırdır. Büluğla kişi, şer’î ahkâmla mükellef olmaya mani olan çocukluk devresinden çıkmış kabul edilir. Bunun için özellikle bir yaş sınırlaması koymak mümkün değildir. Zira ergenlik, içinde bulunulan iklim ve coğrafî şartlar başta olmak üzere birçok etkenin tesiriyle farklılık arz etmektedir. Bilhassa sıcak bölgelerde, ergenlik yaşının sınırı aşağılara inerken, soğuk memleketlerde yukarılara çıkabilmektedir. Elbette burada kişinin kendi yapısı da önemlidir.

Zekâtın farziyetinde akıl ve büluğ şartı, Hanefi mezhebinin nokta-i nazarıdır. Bu konuya diğer mezheplerin yaklaşımları farklıdır. Onlara göre, ergen olmama ve delilik, zekât mükellefiyetine mani değildir. Zira zekât, malî bir ibadettir. Namaz ve oruçta olduğu gibi sadece ferdin kendisini bağlamaz. Onun içtimaî bir boyutu vardır.

Bir başka şekilde izah edecek olursak; zekâtın bir ibadet yönü, bir de (malî bir ibadet olması hasebiyle) vergi olma yönü vardır. Hanefi mezhebi, onun ibadet yönünü ön plânda tutmakta ve ibadetlerle mükellef olmayan çocuk ve mecnunları zekât ibadetiyle de mükellef görmemektedirler. Zira ibadetler şahıslarla ilgilidir ve ibadetlerle mükellef tutulma da şahsın âkıl ve bâliğ olmasına bağlıdır. Diğer mezhepler ise zekâtın vergi olma yönünü öne çıkarmaktadırlar. Vergiler, şahıslardan çok mala taalluk eder. Bir yerde mal varsa, bu malın topluma ait bir kısmı da vardır, yani bu mânâda zekât, toplumun o mal üzerindeki hakkıdır. Sahibinin hâli bu durumu değiştirmez.

Bu açıdan, Hanefiler dışında kalan mezheplere göre, büluğ çağına gelmemiş veya mecnun olan kimselerin kendilerine ait malları nisap miktarına ulaşıyorsa, onların yerine velileri veya vasîleri, maldan zekât miktarını çıkararak gerekli yerlere ulaştırırlar. Aksi hâlde bu kimselerin mülkünde büyük miktarda mal olduğu hâlde, onlardan zekât alınmamakla, ciddi stoklar meydana gelecek ve zaten mallarını isabetli kullanma imkânları olmayan bu kimselerin elinde büyük servetler yok olup gidecektir.

B. Malla İlgili Şartlar

Zekât yükümlülüğünün malla ilgili olan şartlarını, mala tam malik olma, elde bulunan malın artma özelliğinin bulunması, zenginlik sınırını geçmiş olma, zaruri geçimi için gerekli olan aslî ihtiyaçtan fazla olması ve –bazı mallar için– elde edildikten sonra üzerinden bir yıl geçmiş olması şeklinde özetleyebiliriz. Şimdi de malda aranan bu şartları kısaca açıklamaya çalışalım.

1. Mülkiyet

Kâinatta mutlak hâkim Allah (celle celâluhu) olduğu gibi mülkün gerçek sahibi de yine O’dur. İnsanların sahipliği ise, O’nun mülkünden istifade şeklindedir. Bu da şükrü gerektiren bir husustur. İşte zekât, mal-mülk sahibi kimselerin, onlardan istifadelerine karşılık eda ettikleri bir nevi şükürdür. Bu da ancak kişinin, malı üzerindeki tasarrufta her yönüyle hür olduğu, dolayısıyla tam mülkiyetin olduğu yerde gerçekleşir. Dolayısıyla kişi elindeki mala tam olarak malikse o malın zekâtını vermekle mükelleftir. İslâm, mükellefleri zekât farizasını edaya çağırırken, onları ellerinde olmayan mallardan mesul tutmamaktadır.

2. Nema

Zekâtın farz olması için malda aranan şartlardan birisi de, onun artma özelliğinin olmasıdır. Nema denilince kastedilen şey, potansiyel dahi olsa malın, artan, gelir getiren ve kazanç sağlayan bir özelliğe sahip olmasıdır.

Nema, hakikî ve takdirî olmak üzere ikiye ayrılır. Hakikî nema; doğum, üreme, ticaret ve benzeri yollarla malın çoğalması demektir. Takdirî nema ise malın, artma potansiyeline sahip olması demektir. Dolayısıyla mal artabilir olduktan sonra, fiilî olarak artmış olmasa bile o malın zekâtının verilmesi gerekir.

3. Nisap Miktarına Ulaşması

Nisap, zekâtın farz olması için, zekâta tâbi malın ulaşması gerekli olan miktardır. O sınıra ulaşan malın zekâtının verilmesi gerekir. Bu sınırın altında kalan mala zekât farz olmasa da eğer sahibi isterse verebilir ve sevabına nail olur.

Nisap miktarları, her mal için Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından ayrı ayrı tespit edilmiştir. Yerinde üzerinde durulacağı üzere bunlar, devede 5, sığırda 30, koyunda 40 tane, altında 20 miskal (yaklaşık 85 gr.), gümüşte 200 dirhemdir (595gr). Ticaret mallarının nisabı, altın veya gümüşe göre ayarlanmaktadır, yani kıymeti 85 gram altının kıymetine ulaşan ticarî emtia, nisap miktarına ulaşmış demektir ve zekâtını vermek farz olur. Ziraî mahsullere gelince; bunların zekâtı da arpa, buğday gibi depolanabilen ürünlerde 5 vesktir (yaklaşık 650 kg). Marul, soğan gibi sebzelerden ise zekât alınmayacağı kanaati hâkimdir. Ancak İmam Âzam’a göre, toprak mahsullerinde nisap şartı aranmaksızın, her çeşit üründen –ister az, ister çok olsun– zekât vermek icap etmektedir.

Zekâtı verilen madenler ve deniz mahsullerinde ise nisap şartı aranmamakta ve mutlak olarak elde edilenden zekât verilmesi istenmektedir.

Zekâtı verilmesi gereken malları izah ederken nisap konusuna da değindiğimiz için, burada bu kadarlıkla iktifa ediyoruz.

4. Aslî İhtiyaçlardan Fazla Olması

Zekât farziyeti için mala bakan şartlardan bir diğeri de, onun ihtiyaç miktarından fazla olmasıdır. Yani aslî ihtiyaçlarda zekât söz konusu değildir. İnsan bir yıllık aslî ihtiyaçlarını hesap eder, bunun dışında malı varsa ve nisap miktarına ulaşmışsa bunun zekâtını vermekle yükümlü olur.

Bu ihtiyaçlar içtimaî, iktisadî, coğrafî şartlara göre değişiklik gösterebilir. Bununla beraber üzerinde herkesin ittifak edebileceği hususlar da yok değildir. Bunları Hanefi uleması ailenin yiyeceği, giyeceği, meskeni, borçlarını karşılayacak malı, sanat ve mesleğe ait aletleri, ev eşyaları, binek hayvanı (günümüze göre arabası) ve ilim tahsili için elde edilen kitapları şeklinde tespit etmişlerdir. Ayrıca insanın bakmakla yükümlü olduğu şahısların ihtiyaçları da aslî ihtiyaçlar içinde mütalâa edilmekte ve onlar da zekâttan muaf tutulmaktadır.

5. Üzerinden Bir Yıl Geçmesi

Bir mala zekât düşmesi için gerekli şartlardan birisi de, kişinin mülkiyetine girdiği andan itibaren bir yıl geçmiş olmasıdır. Fıkıh kitaplarındaki ifadesiyle “havelânü’l-havl” denilen bu şartta, kamerî takvime itibar edilir. Ayrıca üzerinden bir yıl geçme şartı, sadece hayvanlar, paralar ve ticaret malları için geçerlidir. Tarım ürünleri, meyveler, bal, madenler, define ve benzeri şeylerde “bir yıl geçme” şartı aranmaz; ele geçtiği andan itibaren bunların zekâtının verilmesi farz olur.

Uygulama şöyledir: Bir kimsenin malı nisap miktarına ulaştığı andan itibaren bir yıl saymaya başlar. Yıl içerisindeki artmalar, azalmalar hesaba katılmaksızın, sene sonunda eğer mal yine nisap miktarı veya üzerindeyse, yıl sonunda elde bulunan bu miktar üzerinden hesaplama yapılarak zekât verilir.

Yukarıdaki bir hususa biraz daha açıklık getirmekte fayda var. Eldeki mal nisap miktarına ulaştıktan sonra yıl içerisinde insanın mülkiyetine yeni mallar girebilir. Bunlara fıkhî ifadesiyle “mal-ı müstefâd” denir. Bu mallar için ayrıca bir yıl beklenmez. Yeni elde edilen bu mallar sene sonunda diğer mallara ilave edilerek, yıl sonundaki toplam mülkün zekâtı verilir.


[1] Bkz.: Tevbe sûresi, 9/60.

[2] Bkz.: Buhârî, havâlât 3, kefâlet 3; Nesâî, cenâiz 67; İbn Mâce, sadakât 9.