Fethullah Gülen'de Aksiyon Düşüncesi

Fethullah Gülen, aksiyon ile düşünceyi birlikte ele alır; fakat belki çoklarından farklı olarak, önceliği aksiyona verir. Ona göre, 'hakikî var olmanın yolu aksiyon ve düşünceden geçer; kendini ve başkalarını değiştirebilecek mahiyetteki bir aksiyon ve düşünceden.'

Hayatta boşluğa yer tanımayan Gülen, 'hayatımızın en önemli, en zarurî hadisesi aksiyondur. O uğurda pek çok şey kaybetme pahasına da olsa, sürekli aksiyon, sürekli düşünce ile bir kısım sorumluluklar altına girerek, bir kısım problemleri göğüsleyerek âdeta kendi kendimizi mahkûm edip hep hareket etme mecburiyetindeyiz. Eğer kendimiz olarak hareket etmezsek, başkalarının hamle ve aksiyon dalgalarının, düşünce ve plan girdaplarının tesirine girerek, onların hareket fasıllarını temsil etme zorunda kalırız' der.

Onun bu düşüncesi son derece önemlidir. Önceki bölümde siyasî-ideolojik İslâmî anlayış ve hareketleri tahlil ederken kısaca temas ettiğimiz gibi, İslâm'a çağımızda siyaset ve ideoloji penceresinden yaklaşıp, aksiyonlarını bu temele oturtanlar, büyük oranda reaksiyoner olmaktan kurtulamamışlardır. Çünkü meseleyi bu temelde tesbit edip, bu temel üzerinde yürüyenler, mevcut gündemi genel-geçer kabul ederek, ona göre tavır belirlemek zorunda kalmışlar, dolayısıyla İslâm'ı sürekli olarak bu gündemin peşinden koşturmuşlardır. Bu reaksiyonerliğin getirdiği yenilgi ve başarısızlıklar, görüşlerinde sürekli revizyona yol açtığı gibi, İslâm'ın da yanlış anlaşılıp, yanlış tanınmasına sebep olmuştur. Oysa Gülen'in düşüncesinde aksiyon esas olup, bu da, 'kendimiz olarak,' yani yolunu belirlemiş, düşüncesini sağlam blokajlar üzerine oturtmuş, mevcut siyasetin dışında, dini ideolojiye indirgemeden hareket etmek demektir. Bu şekilde aksiyoner olamayan, sürekli reaksiyonda kalmaya, yani tepkici olmaya mahkûmdur.

Gülen, bir adım daha atar ve aksiyonu, yaratılışın gayesini yerine getirme eylemi olarak görür. Bu anlamda aksiyon, ona göre, insanın hayatının tamamı gibidir; düşünce de, bir iç aksiyon olarak, bu hayatın bir boyutudur:

Daha enfes bir yaklaşımla aksiyon; insanın, en samimi ve içten kararlarla bütün varlığı kucaklaması, onu tahlile alması ve onun içindeki koridorlardan sonsuza yürümesi, sonra da Nâmütenâhi'den (Sonsuz'dan) aldığı bir sır ve kuvvetle zekâ ve iradesinin bütün gücünü kullanarak, kendi âlemini, hilkatle (yaratılışla) hedeflenen gerçek yörüngesine yerleştirmesidir. Düşünceye gelince, o da bir iç aksiyondur. Sistemli ve hedefli düşünce, varoluş vetiresinde (süreç) karşımıza çıkan bütün muammaları yine kâinattan sorarak, her şeyin cevabını ondan almaktır. Diğer bir ifadeyle, topyekün varlıkla kendi arasında bir akrabalık tesis ederek, her yanda her şeyin diliyle hakikati arayan şuurun faaliyette olması demektir. Düşünce sayesinde insan ruhu, âlemle sarmaş-dolaş olur ki, sürekli kendi içinde derinleşir.. akl-ı maâşın dar kalıplarını yırtarak dışarıya taşar ve ruhun derinliklerine sinmiş vehimlerden kurtulur; kurtulur ve yanıltmayan doğrulara uyanır. Tâbir-i diğerle düşünce, insanın kendi derinliklerinde metafizik tecrübelere yer hazırlamak için yine kendi içinde boşalmasıdır. Bu, düşüncenin ilk basamağı ise, o merdivenin son basamağı da, hareketli düşünmektir.

Gülen, insanın özüne erme ve başkalarının ermesi için de çalışma olarak gördüğü aksiyonun, bu fonksiyonu yerine getirebilmesi için, İslâm temelli olması gerektiğini vurgular. Çünkü İslâm, insanı maddenin ve bedenin hayat seviyesinden kalp ve ruhun hayat seviyesine yükselten yol olması hasebiyle, aksiyonu gerçek yörüngesine oturtur. Denebilir ki aksiyon, bu manâda İslâm'ı yaşamanın adıdır Böyle bir yöneliş ve öze eriş, insanın mahiyetindeki istidatları inkişaf ettirdiği gibi, varlık ve bekasının da teminatı olmuştur. Evet, 'onun kendi iç âleminde kalp ve ruhun hayat seviyesini paylaşması, ibadet, zikir ve fikirle gerçekleştiği gibi, bütün bir varlığı kucaklaması, kendi nabızlarının atışında Yaratıcı'yı duyması ve beyninin her fakültesinde O'nu hissetmesi de, yine ibadet şuuruna, zikir ve fikir cehdine bağlıdır. Zaten, hakikî mü'minin her davranışı bir ibadet, her düşüncesi bir murakabe, her konuşması bir münacat ve marifet destanı, varlığı her müşahedesi bir tecessüs ve tetkik, başkalarıyla münasebeti de Rahmânî bir şefkattir. Bu ölçüde ruhaniliğe ermek, sezgilerden mantık ve muhakemeye, mantık ve muhakemeden de ilham ve İlâhî varidata açık olmaya bağlıdır. Farklı bir ifadeyle, tecrübe aklın süzgecinden geçirilmeden, akıl fetânet-i a'zama (Hz. Muhammed ve O'nun birinci derecede vahye dayalı yolu) teslim olmadan, mantık aynı sevgi haline gelmeden, sevgi de İlâhî aşka inkılâp etmeden insanın bu zirveyi yakalaması zordur. Gerçekleştirilebildiği takdirde, böyle bir bakış zaviyesi sayesinde, ilim dinin bir buudu haline gelir ve onun hizmetçisi olur.. akıl ilhamın elinde her yere ulaşabilen bir ışık tayfı kesilir.. tecrübî müktesebat da (bilgi, kazanım) varlığın ruhunu aksettiren bir prizma mahiyetini alır.. ve her şey marifet, muhabbet ve zevk-i ruhanî neşîdeleriyle gürler.'

Gülen, bütün bir toplum planında din, ilim, felsefe, sanat kanatlarıyla yürümesi gereken aksiyonun, nesilleri âvârelikten kurtarıp, yarının fikir, hüner, marifet ve zanaat sahipleri yapacağı inancındadır. Ona göre, 'bu sayede bütün sokaklar, mektep koridorları gibi irfanla tütecek.. hapishaneler birer ilim yuvası haline gelecek.. yuvalar da birer Cennet köşesi gibi tüllenecektir. Her yerde din ile ilim el ele yürüyecek.. iman ile akıl sarmaş-dolaş her yere meyvelerini saçacak.. istikbal ümit, emel ve azmin bağrında, ütopyalarda olduğundan daha rengin ve daha zengin göğerip gelişecek.. televizyonlar, radyolar, gazeteler, mecmualar çevreye feyiz, bereket ve ışık yağdıracak.. ve bir takım tarih dışı kalmışlardan başka herkes, her gönül, Cennet'e benzeyen bu baharda kevser yudumlayıp dolaşacaktır...' (Ruhumuzun Heykelini Dikerken, 52-9)

Ali Ünal, Bir Portre Denemesi, Nil Yayınları, İstanbul, 2002