Fethullah Gülen'in Aksiyonunda Ana Dinamikler

Diğergâmlık

Fethullah Gülen'e göre, aksiyonun çok önemli bir unsuru, "yaşatma zevkiyle yaşamaktan vazgeçme" anlamına gelen diğergâmlıktır. Fedakârlık, hasbîlik ve diğergâmlık duyguları ile gönlü dopdolu olan fertler ve böyle fertlerden oluşan bir çoğunluk meydana gelmedikçe, bir toplumun ve milletin ciddî manâda dirilmesi mümkün değildir. Allah Rasûlü (sav) dünya malı adına geride bir şey bırakmadığı gibi, Hz. Ebu Bekir'in de, vefatında taksim edilecek mirası yoktu. Hz. Ömer ise, vefatına yol açan hançer darbesini aldığı zaman, "bakın bakalım, malım borcumu ödeyecek mi? Ödemezse Adiyy oğullarından, onlarda da yoksa Kureyş'ten borç alıp ödeyin" vasiyetinde bulunmuştu. (Fasıldan Fasıla 1, 65)

"Sadece kendini düşünen, ya hiç insan değildir veya eksik bir varlıktır. Gerçek insanlığa giden yol, başkalarını düşünürken gerektiğinde kendini ihmal etmekten geçer" diyen Gülen, diğergâmlığın, hepsi de aynı sonuca çıkan farklı boyutlarını şöyle ifade eder:

İnsan, kendi ayıpları karşısında savcı, başkalarının kusurları karşısında da, onlar hesabına avukat olmalıdır.

Olgun insan ve gerçek dost, Cehennem'den çıkışta ve Cennet'e girişte bile "buyurun" demesini bilendir.

Hakikî insan, şartlar ne olursa olsun, kendi kovasına süt sağarken, başkalarının kovasını da boş bırakmaz. (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 121)

İnsanın Hakk katındaki yüceliği, himmetinin yüceliğiyle ölçülür. Himmet yüceliğinin en bariz emaresi ise, insanın, başkalarının mutluluğu adına şahsî haz ve zevklerinden fedakârlıkta bulunmasıdır. Bilmem ki, toplumun selâmeti uğruna, haysiyet ve şerefini ayaklar altına almak, hatta kükremesi gerekli olduğu yerlerde dahi öfkesini yutarak dayanmasını bilmek, şahsî saadetinin bahis mevzûu olduğu her yerde isteklerine hacir koymaktan daha büyük bir fedakârlık tasavvur edilebilir mi? (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 197)

Gülen, diğergâm ruhlar için, şu ifadeleri de kullanır: "İnsanları aydınlatma yolunda koşanlar, hep onların saadetleri için çırpınıp duranlar, hayatın çeşitli uçurumlarında onlara el uzatanlar, kendilerini idrak etmiş öyle yüce ruhlardır ki, bunlar, içinde yaşadıkları cemiyetin koruyucu melekleri gibi, toplumu saran musibetlerle pençeleşir, fırtınaları göğüsler, yangınların üzerine yürür ve muhtemel sarsıntılar karşısında daima tetikte bekler dururlar." (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 208)

Sevgi, Ümit ve Merhamet

Fethullah Gülen'in aksiyonun ana malzemeleri içinde sevgi, merhamet ve ümidin aynı bir yeri vardır.

Fethullah Gülen'e göre sevgi, insanoğlunu varlığa uyaran ilk nağme ve içinde sallandığı ilk beşik olup, geleceğin aydınlık ve mesut dünyalarını ancak muhabbetle şahlanmış sevgi kahramanları kuracaktır: "dudaklarında muhabbetten tebessüm, gönülleri sevgiyle harman, bakışları insanî duygularla buğu buğu; herkese ve her şeye şefkatle gamze çakan; doğup-batan güneşlerden, yanıp-sönen yıldızlardan hep muhabbet mesajları alan sevgi kahramanları". (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 192)

Gülen için sevgi, dünyaya gelen her varlıkta en esaslı bir unsur, en parlak bir nur, en büyük bir kuvvettir ve bu kuvvetin yeryüzünde yenemeyeceği hiçbir hasım yoktur. Sevgi, evvelâ bütünleşebildiği her ruhu yükseltir ve ötelere hazırlar. Sonra da bu ruhlar, sonsuzluk adına doyup duydukları şeyleri bütün gönüllere hakim kılma yoluna girerler. Bu yolda ölür ölür dirilir; ölürken "sevgi" der ölür, dirilirken de sevgi soluklarıyla dirilirler.

Gülen, "sevmeyen ruhların olgunlaşıp insanî semalara yükselmelerine imkân yoktur" der. Ona göre, böyleleri yüzlerce sene yaşasalar dahi olgunluk adına bir çuvaldız boyu yol alamazlar. Sevgiden mahrum sineler, bir türlü egonun karanlık labirentlerinden kurtulamadıkları için, kimseyi sevemez, sevgiyi sezemez ve varlığın sinesindeki muhabbetten habersiz olarak kahrolur giderler. (Yitirilmiş Cennet'e Doğru, 96)

Fethullah Gülen'e göre, sevgiyi sevip düşmanlığa düşman olmak, inançla coşan bir kalbin en ayırt edici vasfıdır. Herkesten nefret ise, ya gönlü şeytana kaptırmışlık veya bir cinnet eseridir. O, "Sen insanı sev, insanlığa hayran ol" der. (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 101)

Gülen, kâinatın mayası ve ona hakim sevginin tezahürleri konusunda şu renkli tasvirlerde bulunur:

Güneşin çehresinde sevginin izleri vardır. Sular buhar buhar o sevgiye doğru yükselir; yukarılarda damlalaşan su habbecikleri, o sevginin kanatlarıyla kanatlanır ve nâralar atarak başaşağı toprağın bağrına inerler. Güller, çiçekler sevgiyle gerilir ve gelip geçenlere tebessümler yağdırırlar. Yaprakların bağrına taht kuran jaleler, durmadan çevrelerine sevgi dolu gamzeler çakar ve sevgiyle raksederler. Koyun, kuzu sevgiyle meleşir ve birleşir; kuşlar ve kuşcuklar sevgiyle cıvıldaşırlar ve sevgi koroları teşkil ederler. Her varlık, kâinattaki yeri itibarıyla bu geniş sevginin bir yanını, parlak bir senfonizma ile seslendirmekde, iradî ve gayr-i iradî, varlığın sînesindeki derin aşk ve muhabbeti göstermeye çalışmaktadır. Sevgi, insan ruhunda öyle derin izler bırakır ki, o uğurda yurt-yuva terkedilir, icabında ocaklar söner ve her vadide ayrı bir mecnun "Leylâ!" der inler. Ruhundaki sevgiyi kavrayamamış sığ gönüller ise bu işe delilik derler..! (Yitirilmiş Cennet'e Doğru, 96-7)

Fethullah Gülen, iman, düşünce ve aksiyon hayatında en çok önem verdiği hususlardan biri olan diğergamlığın, yani başkaları için yaşamanın kaynağı olarak da sevgiyi görür. İnsanlar arasında bu sevgiden en çok hisse alanlar en büyük kahramanlardır: içlerindeki kinleri, nefretleri söküp atmaya muvaffak olmuş en büyük kahramanlar... Ölüm bu kahramanların soluklarını kesemez. Hazan onların çiçeklerini solduramaz. Aslında her gün iç dünyalarında ayrı bir sevgi meşalesi tutuşturup, kalblerini sevginin, mürüvvetin fideliği ve bahçesi hâline getiren ve duygu dünyalarında açtıkları yollar ve tünellerle bütün gönüllere girmesini bilen bu çalımlı ruhlar, öyle yüksek bir divandan "ebed-müddet" yaşama hakkını almışlardır ki, değil ölüm ve fânilik, kıyametler dahi onların çiçeklerini solduramaz ve kadehlerini deviremez. (Yitirilmiş Cennet'e Doğru, 96-7)

Gülen'in hem İslâm anlayışında, hem de aksiyonunda merhamet ve ümidin de çok önemli yeleri vardır. "Sonbaharda dalından bir yaprağın düştüğünü görsem, kolum kopmuş gibi acı duyarım" diyen, bunun için odasındaki çiçeklerin solmasına, kurumasına ve yapraklarını dökmesine asla tahammül edemeyip, odasında bu duruma gelmiş çiçek bulundurmayan, karınca gibi bir hayvanın bile ayak altında kalıp ölmesine tahammül edemeyen Fethullah Gülen'e göre, gökler ötesinden gelen merhamet mesajlarıyla yer düzene kavuşmuş, sema tesviye görmüştür. Makro-âlemden mikroâleme kadar her şey, hayranlık uyaran bu âhenge ve çelik çavak işleyişe merhamet sayesinde ermiştir. Bu hareket ve işleyişte her şeyin, ebedî var oluşta kazanacağı hâl ve alacağı durumun provası yapılmaktadır. Ve bütün varlıklar, bu istikamette bir çırpınış içindedir. Her çırpınışta nizam ve intizam nümayan (görünmekte), her sıçrayışta merhamet şûle-feşândır (parlamaktadır).

Bu âlemde her şey, ama her şey, merhamet düşünür, merhamet konuşur ve merhamet vadeder. Bu itibarladır ki, kâinata, bir merhamet senfonizması nazarıyla bakılabilir. Ayrı ayrı ses ve soluklar, tek ve çift bütün nağmeler, öyle bir ritim içinde akıp akıp gider ki, bunu görmemek ve anlamamak kabil değildir.

Gülen, bunları söyledikten sonra, kâinattaki bütün merhamet ve şefkatlerin oluşturduğu esrarlı koroya hükmeden, her şeyi çepeçevre sarmış en geniş ve nihayetsiz rahmeti, yani Hakk'ın rahmetini sezip hissedemeyenleri talihsiz ruhlar olarak niteler ve şöyle der:

Bütün bu olup bitenler karşısında insan, şuur ve iradesiyle, idrak ve düşüncesiyle "konsantre" olarak bu engin rahmeti kavrama ve soluklarıyla ona kendi nağmesini katma sorumluluğu altındadır. İçinde yaşadığı topluma, insanlığa, hattâ bütün canlılara, bir insanlık borcu olarak merhamet etme mükellefiyetindedir. O, bu yolda merhamet ettiği nisbette yücelir; gadre, zulme, insafsızlığa düştüğü ölçüde de horlaşır, hakirleşir ve insanlığın yüzkarası olur. Bir bâğiye (kötü yola düşmüş kadın), susuzluktan kıvranan zavallı bir köpeğe merhamet edip su içirdiği için cennetlere yükseldiğini ve evindeki kediyi, aç bırakıp, ölümüne sebebiyet veren bir başkasının ise, yıkılıp Tamu'ya gittiğini, en doğru sözlüden işitiyoruz. (Sızıntı, Kasım 1980)

Gülen için ümit ise, her şeyden evvel bir inanç işidir. İnanan insan ümitlidir ve ümidi de inancı nisbetindedir. Bu itibarladır ki, sağlam inanç mahsulü çok şeyler, bazılarınca harika zannedilmektedir. Aslında ümit, azim ve kararlılık, iman dolu bir kalbe girince, beşerî normaller aşılmış olur. Bu seviyede gönül hayatına sahip olamayanlar ise, bunu fevkalâdeden sayarlar. Hele insan, inanacağı şeyi iyi seçebilmiş ve ona gönül vermişse, artık onun ruh dünyasında, ümitsizlik, karamsarlık ve bedbinlikden asla söz edilemez.

Fethullah Gülen'e göre ümit, insanın kendi ruhunu keşfetmesi ve ondaki iktidarı sezmesinden ibarettdir. Bu sezişle insan, kâinatlar ötesi Kudreti Sonsuz'la münasebete geçer ve onunla her şeye yetebilecek bir güç ve kuvvete ulaşır. Bu sayede zerre güneş, damla derya, parça bütün ve ruh kâinatın bir soluğu haline gelir. 'Solmayan renge, sönmeyen ışığa, batmayan güneşe' dilbeste olan bir ruhtur ki, gecesi sabah aydınlığında, gündüzü Cennet bahçeleri gibi rengârenktir. Böylelerinin karanlık bilmeyen ufuklarında güneşler kol gezer ve değişen mevsimler, farklı manzaraların büyüleyici meşherleri gibi birbirini takip eder durur. Veyahut her biri bir ulu ağaç gibi, semaya doğru ser çekmiş ve kök kök üstüne zeminin derinliklerine inmiştir ki, ne karın, dolunun şiddeti, ne de tipinin, boranın yakıp kavuruculuğu onları müteessir etmez. Sonsuza bağlanmış ve ümitle dolu bu gönüller, bahar demez yaz demez; hazan demez, kış demez, kucak kucak meyvelerle gelir ve o görkemli kametten bekleneni yerine getirirler (Çağ ve Nesil, 1-3).

Hoşgörü ve Af

"İyileri iyilikleriyle alkışlama, inanmış gönüllere mürüvvetli olma, inkârcılara yumuşak yaklaşıp, kinlerini ve nefretlerini eritme ve Mesih gibi diriltici soluklara sahip olma" manâsında hoşgörü ve müsamaha, Gülen'in terminolojisinde ayrı bir derinliğe sahiptir. Ayrıca, kötülükleri iyilikle savma, görgüsüzce muamelelere aldırış etmeme, töre-bilmezlere karşı âlicenap olma da, müsamaha veya hoşgörünün diğer şartları veya boyutlarıdır (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 101).

Gülen, aksiyon insanının müsamaha veya hoşgörüsünü anlatırken, şu çok çarpıcı ifadeleri kullanır:

1) Aç herkese, açabildiğin kadar sineni, ummanlar gibi olsun! İnançla geril ve insana sevgi duy; kalmasın alâka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül..!

2) İyileri iyilikleriyle alkışla; inanmış gönüllere mürüvvetli ol; münkirlere öyle yumuşak yanaş ki, kinleri, nefretleri eriyip gitsin ve sen, soluklarında daima Mesih ol..!

3) Yolların en renklisinde ve beyanların en çarpıcısıyla, göklerle alışverişinde bir Yüce Rehber'in arkasında olduğunu unutma! Unutma ve bu hususların bir tekine bile sahip bulunmayanları düşünüp insaflı ol.!

4) Kötülükleri iyilikle sav; görgüsüzce muamelelere aldırış etme! Herkes, davranışlarıyla karakterini aksettirir. Sen, müsamaha yolunu seç ve töre-bilmezlere karşı âlicenap ol..!

5) Sevgiyi sevip düşmanlığa düşman olmak, inançla coşan bir kalbin en mümeyyiz (ayırt edici) vasfıdır. Herkesten nefret ise, ya gönlü şeytana kaptırmışlık veya bir cinnet eseridir. Sen insanı sev; insanlığa hayran ol..!

6) Sakınıp bir kere dahi olsa, nefsin hakemliğine düşmemelisin; zira ona göre, senden başka herkes mücrim, her fert de talihsizdir. Bu ise, en doğru sözlünün beyanında şahsın helâki demektir. Sen, nefsine karşı oldukça sert, başkalarına karşı da yumuşaklardan yumuşak ol..!

7) Hakk'ın sana karşı muamelesini ölçü kabul edip, halka karşı öyle davranmalısın. O zaman, halk içinde Hakk'la beraber olur, her iki yalnızlığın vahşetlerinden de kurtulursun...

8) Yaratıcı'nın nazarında ne olduğunu, gönlünde O'na ayırdığın yer ile, halk katındaki mevkiini de, onlara karşı olan tavırlarınla tartıp değerlendirebilirsin. Hakk'dan bir lâhza gafil olma! Ve, "insanlar içinde insanlardan bir insan ol..!"

9) Hasılı, insanlar içinde sevgi ve itibarını korumak için, Hakk için sev! Hakk için nefret et! Ve, gönlü Hakk'a açık bir insan ol..! (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 101-102)

Gülen, her zaman düşüp günaha girme istidadındaki insanın en büyk arzu ve beklentisinin af ve hoşgörü olduğunu söyler. Ona göre, af dileme, af bekleme ve kaçırılan fırsatlar için inleme, bir idrak ve şuur işi olması itibariyle nasıl kıymetli ise, affetme de o kadar, hattâ ondan da ileri bir yücelik ve fazilet işidir. Affediliş, bir tamir, bir öze dönüş ve yeniden kendini buluş demektir. Bundan ötürüdür ki, Rahmeti Sonsuz'un katında en sevimli davranış, bu dönüş ve arayış hafakanları içinde sürdürülmüş olandır.

Affedenler, affa mazhar olur. Bağışlamasını bilmeyen bağışlanmaz. İnsanlara karşı müsamaha yolunu tıkayanlar, insanlığını yitirmiş canavarlardır. Bir kere olsun, kendi günahının muhasebesiyle iki büklüm olmamış bu hoyratlar, hiçbir zaman affedicilikteki yüce zevki idrak edemeyeceklerdir. Hz. Mesih (as), taşlanmaya götürülen bir mücrim karşısında, eli taşlı kalabalıklara şöyle seslenmişti: "İlk taşı, hiç günahı olmayan birisi atsın!" Bu bağlayıcı ifadedeki inceliği anlayan hangi fert, taşlanacak başı varken, başkasını taşlamaya yeltenir? Keşke, hayatını başkalarının hayat muhasebesinde tüketen günümüzün talihsizleri bunu anlayabilselerdi..! (Sızıntı, Mart 1980)

Sabır ve Sebat

Gülen'in düşüncesinde aksiyonun olmazsa olmaz bir diğer boyutu, sabır ve sebattır. Onun için, gerçeği bulma ve ona gönül verme ne kadar ehemmiyetli ise, bulduktan sonra vefalı olup o yolda sebat göstermek de, o kadar önemli ve üzerinde titizlikle durulmaya değer bir husustur. Sık sık ahd ü peymanını bozarak kararsızlığa düşenler, gün gelir kendilerine karşı da güven hissini kaybederek yavaş yavaş başkalarının tesirine girerler. Zamanla bütün bütün şahsiyetlerini de yitiren bu meflûç ruhların, artık ne kendilerine ne de cemiyete herhangi bir yararı olabilir (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 203).

Gülen'in sabır anlayışının, Allah'ın emirlerini yerine getirmede gösterilmesi gereken sabır; günahlara karşı direnme ve Allah'ın yasaklarından kaçınmada gösterilmesi gereken sabır; aceleci olmama ve zamanın, şartların getirdiği olumsuzluklar karşısında ümitsizliğe düşmeme manâsında sabır; Hakk'ın kaza ve kaderine rıza gösterme, dolayısıyla başa gelen musibetlere hiç şikâyetsiz dayanma manâsında sabır ve dünyanın çekiciliklerine kapılmama anlamında sabır olarak, bir takım boyutları vardır (Kalbin Zümrüt Tepeleri, 142-43).

Fethullah Gülen, sebat ve dayanma konusunda, onun gerek İslâm ve insanlık anlayışını, gerekse aksiyonunu tanımamıza yardımcı olacak daha başka farklı ve çoklarında görülmeyen mütalâalarda da bulunur. Ona göre, Hakk'a gönül vermiş bir insan, Âhiret yolundaki hizmetlerin mükâfatını dünyada isteme ve halkın teveccühünü büyüklük emaresi sayıp da, kendisini büyük görme gibi görgüsüzlüklere düşmemelidir. Ayrıca, kimseden hürmet beklememeli; milletine karşı verdiği hizmetleri, başkalarına yaptığı iyilikleri, onların yüzüne çarpma gibi küçüklüklere girmemelidir; çünkü yapılan bir görevdir ve her insan, bu görevi yerine getirme sorumluluğu altındadır.

Gülen'e göre, aksiyon sürecinde insan, bir takım güzelliklerle karşılaşabileceği gibi, bir takım olumsuzluklarla da karşı karşıya gelebilir. İstemeden kendisine mükâfatlar da verilebilir; ceza, tevbih ve kınama da görebilir. Gerçek aksiyon insanı, mükâfatı da, cezayı da, bu sahada Allah'ın lütfunu da kahrını da bir bilmelidir. Ayrıca, yaptığı hizmetleri asla anlatmamalı, bu hizmetler sonucunda bir takım müsbet sonuçlar ortaya çıkarsa, bunları Allah'a vermeli, arkadaşlarının gayretlerine terettüp etmiş İlâhî birer lütuf olarak görmelidir. Gülen, bu mütalâalarını son olarak, şöyle bağlar:

İlmim, izzetim, onurum deyip nefis türküleriyle düşmanlarını memnun, dostlarını da dilgîr etme! Varsa meziyetin, bırak öbür âlem için sümbül versin, başak bağlasın! Ve senin hayatının destanları, meleklerin ebedî nağmeleri olarak kalıp gitsin. (Ölçü veya Yoldaki Işıklar, 200-201)

Gülen, "Sabır ve namazla (Allah'tan) yardım isteyin" (Bakara/2: 153) âyetinden hareketle, sabır ve namazın aksiyoner için iki yardım kaynağı olduğunu belirtir ve şöyle der:

Sabırla namaz, birbirinden ayrılmaz iki parça gibidir. Çünkü namaz, Allah'a imandan sonra kulluk adına yapılabilecek en büyük iştir. Evet namaz; malî, bedenî bütün ibadetleri câmî (içine alan) bir ibadettir. Hac, oruç ve zekât gibi ibadetlerin nüvelerini de onda görmek mümkündür. Yalnız bu, kâmil manâda eda edilen namaz için geçerlidir. Dolayısıyla her insan namazını kılarken, onu kâmil manâda eda etmeye çalışmalıdır.

Muvaffakiyetlerin kaderi sabır taşı altında planlanır.. iyi yolun kötü yoldan ayrılma noktası sabır levhasıyla belirlenir.. Hakk'a kulluğun ağır eforları, sabır dopingiyle gerçekleştirilebilir.. iman, islâm, ihsan hakikatine sabır helezonuyla yükselinir.. ve insanın, ömür boyu, imandan marifete, marifetten muhabbete, mehafete, ruhani zevklere, hakiki vuslata ermek gibi bir gayesi ve derdi varsa, sabır onun zâdı, zahîresi (gıdası ve malzemesi), güç kaynağı gibi, hep mevcudiyetini hissettirir şekilde onun yanında olmalıdır.

Sabır, kendi içindeki çeşitleriyle düşünüldüğünde, insanoğlunun terakkisi adına sunulan reçetenin bu birinci maddesinin önemi kendi kendine ortaya çıkar. Esasen, böyle bir inayet yolunda, birinci esas olarak arz ettiğimiz namaz için de, maddî sebepler dünyasında koşmak için de hep sabra ihtiyaç vardır.

İçinde sabır temrini de ihtiva eden namaz, imanın istikrarı, ruhun tasaffisi (saflaşması), ruhî, bedenî sıhhatin en önemli esas ve vesilesi, içtimaî anlaşma, uzlaşma ve kaynaşmanın en sıcak, en müessir zemini ve toplum olmanın en açık tezahürüdür. Namaz, bütün ibadetlerin piri ve din gemisinin rotası ve kalpte miraca ulaşmanın da ışıktan merdivenidir. Namazla, imanını tabiatının bir yanı haline getiren, onunla ruhunu saflaştırabilen, yine onunla kalbî hayatın enginliklerine açılabilen ve onun o yumuşaklardan yumuşak sıcak ikliminde bünyan-ı marsus (kurşunla perçinlenmiş bina) gibi bir ümmet olduğunu duyan herkes, kulluk yolunun sıkıntılarını rahatlıkla aşabilir ve hedefine ulaşabilir. (Kur'ân'dan İdrake Yansıyanlar 1, 80-81; Prizma 2, 152-53)

Vefa ve Sadakat

Fethullah Gülen'in düşüncesinde vefa ve sadakat, sıhhatli bir aksiyon adına olmazsa olmaz şartlardan, bu aksiyonun en önemli dinamik ve malzemelerindendir. Vefa ve sadakatın, Allah'a karşı kullukta ısrar, O'nun kapısından bir an bile ayrılmama, sürekli O'nun rızasını ve hoşnutluğunu kollama ve bir de, insanın gönül verdiği hedefe doğru yolda sapmadan yürüme şeklinde iki boyutu vardır.

Gülen, "vefayı, insanın gönlüyle bütünleşmesi şeklinde tarif edenler de olmuştur" der ve kalbî, ruhî hayatı olmayanlardan vefa ve sadakat beklenemeyeceğini belirtir. Çünkü, ona göre, kin, nefret ve kıskançlık gibi duygular vefayı öldüren birer zehir olduğu gibi, konuşurken doğru beyanda bulunma, verilen sözlerde, edilen yeminlerde durma, vadi ve ahdi yerine getirme, ancak gönül hayatına bağlıdır. "Kendini yalan ve aldatmadan kurtaramayan, her an verdiği söz ve yeminlere muhalif hareket eden ve bir türlü yüklendiği mesuliyetlerin ağırlığını hissetmeyen iki yüzlü ve müraî tiplerin gönül hayatları olabileceğine ihtimal vermek, sadece bir aldanmışlıktır. Böylelerinden vefa beklemek ise, bütün bütün gaflet ve safderûnluk ifâdesidir." Gülen, vefanın önemi konusunda şunları da ilâve eder:

Fert, vefa duygusuyla itimada şayan olur, yükselir. Yuva, vefa duygusu üzerine kurulmuş ise devam eder ve canlı kalır. Millet, bu yüce duygu ile faziletlere erer. Devlet, kendi vatandaşına karşı ancak bu duygu ile itibarını korur. Vefa düşüncesini yitirmiş bir ülkede, ne olgun fertten, ne emniyet vadeden yuvadan, ne de istikrarlı ve güvenilir devletten bahsetmek mümkündür. Böyle bir ülkede fertler birbirlerine karşı kuşkulu, yuva kendi içinde huzursuz, devlet vatandaşa karşı uğursuzlardan uğursuz ve her şey birbirine karşı yabancıdır.

Gönül hayatını öldüren, dolayısıyla vefa ve sadakat duygularını çökerten, içte değişikliğe uğramadır. İçte değişikliğe uğramanın önemli bir emaresi de, evrâd ü ezkârı, yani kişinin günlük okuduğu dua, zikir ve münacatları terketmesidir. Bu bakımdan, içte değişikliğe uğramamak ve dolayısıyla vefa ve sadakati korumak için evrâd ü ezkâra devam etmek, Rabb'le münasebeti güçlü tutmak, zihinleri sürekli ilim ve hikmetle, gönülleri de yakîn ve doygunlukla beslemek gerekir. (Fasıldan Fasıla 1, 114-15; c: 2, 114-15.)

Kendini Yenileme

Birinci bölümde de üzerinde durulduğu üzere, kendini yenileme, Fethullah Gülen'in hem düşüncesinde, hem de aksiyonunda ayrı bir yere sahiptir. O, kendini yenilemeyi, devamlı var olabilmenin ilk şartı ve en mühim esası olarak görür. Ona göre, sırası geldikçe kendilerini yenileyemeyenler, güçlü de olsalar, er geç tükenip gitmeye mahkûmdurlar. Her şey, kendini yenileyerek canlı kalır ve varlığını sürdürür. Yenilenme durunca da canı çekilmiş ceset gibi, çürümeye, heba olup dağılmaya terk edilmiş olur.

Gülen, "kendini yenileme, yenilik hayranlığı ve moda düşkünlüğü ile de karıştırılmamalıdır" der ve şöyle devam eder: "Bunlardan biri, yani yenilik hayranlığı ve moda düşkünlüğü, her şeyiyle delik deşik olmuş yığınların yüzüne boya çalıp, yarıkları kapama ameliyesi ise, diğeri, yani gerçek yenilenme, Hızır çeşmesinden getirilen 'âb-ı hayât'la, topluma ölümsüzlük kazandırma aksiyonundan ibarettir. Gerçek yenilenme, kök ve çekirdekteki saffeti koruyarak ve veraset yoluyla geçmişten süzülüp gelen bütün kıymetlerin, hâlihazırdaki düşünce ve irfan buğularıyla sentezleri yapılarak daha yeni, daha berrak tefekkür iklimlerine ulaşmaktır. Yoksa, yenilik ve eskiliği, sırta geçirilen bir cepken ve feracede, bir frak ve briyantinli saçta görmek, düpedüz bir aldanmışlık ve öyle göstermeye kalkışmak da bir illüzyonizm ve hokkabazlıktır. İlimlerin gelişip inkişaf etmesini, teknolojinin yeni yeni imkânlar hazırlayıp istifademize sunmasını en iyi şekilde değerlendirerek, elimizdeki menşûru (mercek) sık sık kalbimize çevirip, yeni baştan kanaat, düşünce ve tasavvurlarımızı yoklamak, gönlümüzdeki irfan peteğine her gün başka başka şeyler ilave etmek ve her lâhza birkaç defa, bütün kâinatları ruh prizmasından geçirerek dimağlara "efor" yaptırtmak, işte gerçek yenilenme budur." (Sızıntı, Nisan 1982)

Çile ve Izdırap

Denebilir ki, Fethullah Gülen'in aksiyonunda en önemli dinamiği çile ve ızdırap oluşturur. Çile ve ızdırap, bir bakıma onun varlığının mayası gibidir. Fethullah Gülen'i bazıları, bir takım düşünceleri ve tavır alışlarıyla eleştirebilir. Zaten, ne Gülen kendisini hatasız görmekte, ne de çevresindekiler ona böyle bakmaktadır. Fakat şu da bir gerçektir ki, kendisini Allah'a kulluğa ve O'nun rızasına, dolayısıyla bu çerçevede O'nun adını herkese duyurup, mümkün ve İlâhî Meşiet'in izni olsa, bütün insanların iman edip, ebedî Cehennem azabından kurtularak, Cennet'e gitmesine, ayrıca, önce Türkiye ve Türk insanı olmak üzere, daha sonra bütün insanlık çapında "yitirilmiş cennet"in, altın bir çağın beşerin ferdî ve sosyal hayatının ufuklarında tulûuyla, herkesin faziletlerle bezeli mutlu bir hayat yaşamasına adamış bir insan olarak Fethullah Gülen, çok rahat söyleyebiliriz ki, bütün varlığı çile ve ızdırapla yoğrulmuş tam bir çile ve ızdırap insanıdır. Buna, onu az da olsa yakından tanıyanlar şahit olduğu gibi, yazılarına az göz atıp, sohbetlerine az kulak verenler, çile ve ızdırabın onun hayatında nasıl bir yer tuttuğunu görebileceklerdir.

Çile, Gülen'e göre, yüce hedeflere varmanın ve yüksek neticeler elde etmenin tek yoludur. Hakikat yolcusu, çile ile günahlardan arınır; onunla saflaşır ve onunla özüne erer. Çilenin olmadığı yerde ne olgunlaşmadan, ne de ruhla bütünleşmeden bahsetmek mümkündür. Ruh, çile ile kemale erer. Gönül, çile ile inkişaf eder. Çile görmemiş ruhlar ham, gönüller de kolu kanadı kırık ve ölgündür. Çile, çalışmaya ve o yolla elde edilen şeylere kat kat değer kazandırır. Çilesiz elde edilenler ise, mirastan gelen mal gibidir. Gelişi emeksiz, gidişi de üzüntüsüz olur. Ancak binbir ızdırapla kazanılan şeylerdir ki, muhafazası uğrunda canlar feda edilir... Bir millet ve bir medeniyet büyük muzdarip ve çilekeşlerin öncülüğünde kurulmuş ise sıhhatli, istikrarlı ve gelecek adına ümit vericidir. Aksine, hayatında bir kere olsun ağlamamış, inlememiş ve sancı çekmemişlerin elinin altında doğmuş ve gelişmişse, zayi olmaya namzet ve talihsizdir. Bir kere olsun, sahip olduğu şeyler uğrunda aç-susuz kalmayan, yurdunu, yuvasını terk etmeyen, belli bir dönemin zarurî sarsıntılarına, sıkıntılarına maruz kalmayan ızdırapsızlardan, hayatlarını, madde ve konforun levsiyatı içinde geçiren ham ruhlardan hiçbir fedakârlık beklenemez. Fedakârlığın olmadığı yerde de sıhhatli bir aksiyondan bahsedilemez (Buhranlar Anaforunda İnsan, 7-10).

Çile ve ızdırap, Fethullah Gülen'in hayat ve karakterinin en önemli bir boyutu olduğu gibi, onun aksiyon düşencesinde en derin yeri tutar. Bu konuda o, yine şöyle der:

Kendisine peygamberlik gelmeden önce de geldikten sonra da Efendimiz (sav), insanlığın içinde bulunduğu maddî-manevî sefalet ve dalâlet tabloları karşısında hep ızdıraptan iki büklüm olmuştur. O kadar ki, zaman zaman inzivaya çekildiğini, tek başına kaldığını siyer kitapları kaydediyor. Peygamberlikten sonraki ızdırabına ise, Kur'ân-ı Kerim, iki yerde açık, bir yerde işareten temas eder ki, bunlardan, "Herhalde sen, onlar bu söze inanmıyorlar diye üzüntünden kendini helak edeceksin" ayeti, bana çok manidar ve ürpertici gelir. Izdırapsızlık, bizim en büyük eksikliğimizdir. Eğer iman ve Kur'ân hakikatlerinin neşv u neması ve maşeri vicdanda makes bulması hususunda ızdıraptan haftada birkaç gün uykumuz kaçmıyorsa, ileride uykumuzu kaçıracak şeyler olacak demektir. İşin doğrusu, dertten çatlamayanlar karşısında bazen insanın çatlayası geliyor... (Fasıldan Fasıla 1, 84-5)

Gülen'in bilhassa şiirlerinde ızdırap temasının çok işlendiğini görürüz:

Izdırap, gece yarısında vuran gong gibi,
(Tın tın) ötüp yüreğimi hoplatır âniden...
Eski hülyalarım ki, yok hiçbirinin dibi,
Bağı kopmuş inciler gibi dökülür birden...

Izdırap, yalnız kaldığım anlardaki dostum;
Ruhumu saran hafakan, kafamda yanan kor.
İnleyeyim derim.. inleyemez, yutkunurum;
Yanıp da dışa sızdırmamak, doğrusu çok zor...

Gecede bir sürü ilham, bir sürü de azap,
Ve, düşünce kuşağında hep doğum sancısı..
Azapsız dimağların görecekleri serap;
Sancılar değil, sancı çekmemek en acısı...

Ey ızdırap; anladım ki her şey senin ile!
Sen Hakk'a giden yollarda vuslata vesile... (Kırık Mızrap 1-2, 64-5 )

İstiğfar ve Gözyaşı

İslâm'a,bütün derinliğiyle Allah'ın gönderdiği bir din olarak inanıp bağlanan ve onu öncelikle kalp ve ruh seviyesinde yaşamaya çalışan bir insan olarak Fethullah Gülen'in, hem hayatında, hem de aksiyonunda istiğfar (Allah'tan günahların bağışlanmasını dileme) ve gözyaşı apayrı bir öneme sahiptir. Çile ve ızdırapla beraber gözyaşı, bir de istiğfar ve dua, onun için sorumlu bir mü'minin hayatını özetleyebilecek birkaç önemli ve sırlı kelimedir. İmanının, insanlığının, hayatın anlamının ve sorumluluğunun şuurunda bir mü'min, hayatını bu kelimeler, onların manâ ve muhtevası üzerinde örgüler ve denebilir ki o, bir çile olur, ızdırap olur, istiğfar olur, gözyaşı olur, dua olur. Fethullah Gülen, İslâm'a da insana da, İslâm'ın ve insanlığın manâsına da bu pencerelerden bakar.

Onun için gözyaşı, Hakk rahmetinin insan gözünde damla damla olmasıdır; dilin, duygunun ve gönlün el ele, yüz yüze birleştiği, iç içe girdiği ânın çiçekleşmesi üzerinde birer jaledir; ihlâs ve samimiyet sahibi, bağrı yanık ve ciğeri kebap insanlar için bir boşalma eylemidir; dünyada, dayanılmaz hale gelen aşk ateşinin ızdırabını bir nebze dindirirken, Âhiret'te de Cehennem'in alevlerini söndürecek tek iksirdir. Onun içindir ki, Allah Rasûlü (sav), "Mahşer'de, Cehennem kıvılcımlarının insanları kovaladığı hengâmda, Cebrail Aleyhisselâm elinde bir bardak suyla görünür. Ona, "Bu ne?" diye sorarım ve bana şöyle cevap verir: "Bu, mü'min kulların Allah korkusuyla ağlayıp gözlerinden döktükleri gözyaşlarıdır ve şu korkunç kıvılcımları söndürecek tek şeydir." buyurmuştur. Yine onun içindir ki, Cennet hûrilerinin kulaklarındaki küpeler, göz damlalarının yanında toprak kadar aşağı ve değersiz kalır..! (Çağ ve Nesil, 39; Fasıldan Fasıla 2, 29-30)

Gülen, gözyaşı için aksiyon açısından ise şunları söyler ve insanları şu sözlerle ağlamaya çağırır:

Uzun senelerden beri ne kadar hasretiz gözyaşlarına..! Onu, bu memleketin taşına, toprağına, evine, mabedine sormalı. Sormalı şu dağlara, taşlara ve üzerinde uçuşan kuşlara... Ve bütün bir maziye sormalı, bağrına kaç damla gözyaşı düştüğünü. Sonra mabetlerdeki sütunlara, geniş kubbelere ve çevredeki duvarlara da sormalı, ne zamandan beri hıçkırığa hasret olduklarını. Seccadelere de sormalı, kaç defa gözyaşlarıyla ıslandıklarını.

Şimdi sizler, ey bütün bir tarih boyunca ağlamayı unutmuşlar! Gamsızlar, dertsizler ve ağlanacak hallerine gülenler! Gelin, şu çıkmazın başında durup asırlık gamsızlığımıza bir son vererek beraber ağlayalım! Cehaletimize ağlayalım! Kaybettiğimiz şeylerden habersizliğimize ağlayalım! Kusurdan bir heykel haline gelmiş mahiyetimize, duygularımızın dumura uğrayışına ve hoyratlaşan gönlümüze ağlayalım! Bu vaziyette öleceğimize, öldüğümüz gibi dirileceğimize, tasmalı ve prangalı büyük imtihanda, en büyük merasimde fevc fevc geçecek olan mazinin şanlıları arasında yer bulamayacağımıza ağlayalım! Daldan kopan bir meyve gibi yalnız düşüşümüze, ayaklar altında ezilişimize, rahmetten cüda kalışımıza ağlayalım..! Yukarılara doğru güvercinler gibi kanat çırpalım ve çok yükseklerde öyle bir "âh" edelim ki, ünümüz, gözyaşlarından meydana gelen bulutları harekete getirsin. Sonra ateşimizi söndürecek o damlalar, yağmurlar gibi başımızdan aşağıya insin ve ateşimizi söndürsün! Kin ve nefret ateşini. Bütün dünya ve ukba ateşini...

Allah'ım! Sen'den diliyor ve dileniyoruz: Gözlerimize yaş ver ve bizi ağlat! Merhamet etmen için, Sen'den uzak kalış hasretini duyamayışımıza ağlat! Gönlün şak şak oluşuna, ağyar ateşine yanışına, öyle ağlat ki, sineler kebap olsun; ondan bir bir feryat çıksın, meleği ve feleği velveleye versin. Beni de ağlat; gece kadar karanlık ruhuma şefkat et de ağlat! Ağlamalarıma dahi ağlamam lâzım geldiği için ağlat! Bükülmüş şu kaddime, solgun ve ölgün rengime, burulmuş boynuma ve kırık kalbime merhamet et de ağlat! Şu en sakin anda, sızlanışlara cevap verdiğin dakikalarda, kapkara gönlümle değil, Sen'den başkasına secde etmeyen başımla sana dönüyor, titreyen dudaklarımla ağlatmanı diliyorum.

Heyhat ki, "merhamet merhamet" diyeceğim an, bir hâil (perde) gibi günahlarım karşıma dikiliyor ve içimde yığın yığın burkuntu meydana getiriyor. Allah'ım! Benim uzaklığım itibarıyla değil, Senin yakınlığın hürmetine kalbime rikkat ver ve öyle ağlat ki, kendimi kaybedeyim, yolunda ar ve haysiyetten geçeyim, tâ, "bu delidir" desinler...

"Gidip boynumda zincir ile ol Ravza-ı Pâk'e/O denlü ağlayayım ben ki, görenler hep beni dîvâne sansın."

Ola ki, düşen damlalardan bir tanesi aşkına düşmüş olur; işte o, benim için ummanlara bedeldir. Şehid kanı kadar aziz gözyaşları içinde nefesim kesilirken, varlık sırrını bana duyur! Şu kararsız gönlümü doyur! Hicabımdan yüzümü saklamaya çalışayım. Habibine görünmek istemeyeyim. Pişdarım ve âli Rehberimden kaçayım. Sonra bir âli divan kurulsun. Ben zülüfleri dağınık, hıçkırıkları gırtlağında düğümlenmiş, yüzü karaların uğramadığı o divana çağrılayım "Lâ tüâhiznâ (Bizi sorguya çekme!)" kalkanıyla huzura varayım. Kirlerime göz yumup, "Bu da bizdendi" desinler; dilenciye bir mülk bağışlasınlar! Çöl yolcusunu sevindirip bir bulut ve bir meltemle imdadıma yetişsinler! Sevincimden orada yığılıp kalayım! Gözyaşlarım içinde boğulayım...! (Sızıntı, Eylül 1979)

Gülen, bazı âyetleri misal vererek, gözyaşının Kur'ân'da da takdir edilip övüldüğünü anlatır: Mü'minleri överken, "Onlar Allah'ın âyetlerini duydukları zaman çeneleri üstü yere kapanırlar" (İsra/17: 107) diyen Kur'ân, günahları kendilerini kuşatmış olanlara ise, "Az gülsünler, çok ağlasınlar" (Tevbe/9: 82) ihtarında bulunur. Peygamber Efendimiz de, "Ürpermeyen kalpten, yaşarmayan gözden Sana sığınırım Allahım" diye yalvarır. Samimi gözyaşları kalb inceliğinin ve hassasiyetin de ifadesidir. Kalpleri kaskatı olmuş, duyguları örümcek bağlamışlarda gözyaşı görülmez. (Fasıldan Fasıla 2, 30)

Ali Ünal, Bir Portre Denemesi, Nil Yayınları, İstanbul, 2002