Dr. Ali Bayram

'Türk diline, Türk bayrağına aşığım, Türkçenin bir dünya dili haline geldiğini görmeden Allah canımı almasın' felsefesinde olan bir insanı, başlattığı hoşgörü ve diyalog rüzgârıyla dinler arasında ciddi yumuşamayı temin eden bir insanı, ülkeye zarar verenler arasında zikretmek yakışıksız oluyor...

Fethullah Gülen'i tam 30 yıldır tanırım. Gerçek bir insanın ve hakiki bir mü'minin tanıtılması ve tarif edilmesi mevzu bahis edilse veya insan bir gün, hakiki bir mü'min ve kâmil bir insan tanımlamasıyla karşı karşıya kalsa çok rahatlıkla 'işte hakiki bir insan ve hakiki bir mü'min' diye gösterebileceği birisidir Fethullah Gülen.

Bir gönül eri

Bütün iyi ve insanî sıfatların kendisinde toplandığı son derece zarif, nahif, hak ve hukuk bilen, vefalı, hayırhah, diğergam, sabırlı, mütefekkir, âlim, âbid, zâhid ve kâmil bir insan. Millî ve manevî duygularla mücehhez, ülkesini ve -hiçbir ayrım yapmaksızın- ülke insanını çok seven, her türlü bağnazlığa ve aşırılığa karşı çıkan bir gönül eri. Her türlü ayrımcılığı ve bölücülüğü millet adına öldürücü bir zehir olarak tavsif eder.

Huzursuzluğa ve anarşiye, iç ve dış dünyasında savaş açmıştır âdeta. İnsana saygı, onda olguların en mükemmeli ve en başta gelenidir. Çünkü o, insan olmayı her şeyin üzerinde tutar. Ben o zatı tanıma sürecinde hiç kimseyi çekiştirdiğini, gıybetini yaptığını ve hiç kimseyi kötü sıfatıyla andığını hiç mi hiç duymadım ve duyanı da şahsen görmedim.

İnsanların din, dil, ırk, fakir-zengin, âlim-câhil ayrımı yapılmasına karşı gösterdiği reaksiyon kendisini tanıyan herkesin şahit olması gereken bir husustur. Özel olsun genel olsun sohbetlerinde o, dinleyenlere karşı hep iyi insan olmayı, insanlara zarar vermemeyi ve insana karşı saygılı olmayı öğütlemiş, birlik ve bütünlükten yana kanaat sergilemiştir.

Hassas ruhlu insan

Aynı zamanda Fethullah Gülen, çok merhamet ve rikkat sahibi birisidir. Üzülen bir insan görünce onunla aynı derdi paylaşarak üzüldüğünü görürsünüz; gözü çok yaşlıdır, gerçekten kalp rikkatine sahiptir. Dünyanın neresinde olursa olsun çaresiz insanların derdine çare olamamanın derdiyle hıçkıra hıçkıra ağladığını görürsünüz. Son çeyrek asırdır, dünyanın çeşitli yerlerinde savaşlarda patlayan silahlar ve bombalar âdeta Hocaefendi'yi can evinden vurmuş gibidir. (Türk medyasının bir kısım radikal kesiminde) bunun tenkidi bile yapılmıştır ki, günlerce uykularının kaçtığını, yemeden içmeden iştihasının kesildiğine defalarca şahit olmuşuzdur. Merhum Akif'in:

'Kanayan bir yara gördüm mü kanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim'

Sözünün asrımızda makes bulduğu tek insandır Fethullah Gülen. O kadar merhametlidir ki, merhameti âdeta suçluyu bile tecziye etmesine engel olur, nerdeyse.

Hakta, adalette, muamelatta ölçü insanıdır Gülen, hiçbir zaman, hiçbir yerde kıyasıya yerdiği bir insanı, bir kurumu görmedim ben. Herkesi yaptığıyla baş başa bırakır, iyiyi takdir, kötüye ve kötülüğü yapana af diler Allah'tan. Yanında konuşanların garazsız, ivazsız konuşmaları gerekir, yoksa dinlemez konuşulanı ve konuşanı.

Biz biyografi kitaplarında büyüklerin ve kâmil insanların özgeçmişlerini okur hayret ederdik. Şahsen ben okuduğum bazı insanların hayat hikâyeleri karşısında hayret ve hayranlığımı gizleyemeyip 'Yaşanmaz böyle bir hayat!' derdim. Eğer Fethullah Gülen'i tanımasaydım o insanların hayatlarındaki o güzel ve güzide sıfatlar benim nezdimde yaşanamaz birer ütopyadan ibaret kalırdı. Fakat Hocaefendi'yi tanıma şerefine erdikten sonra anladım ki, demek insan-ı kâmil işte buymuş. Sanırım ki, bunu da ancak erbabı anlar ve bilir. Hani altının kıymetini sarrafı bilir, diye bir atasözümüz vardır.

Bunları yazmaya ve bunları söylemeye sanırım Fethullah Gülen'in katiyyen ne ihtiyacı vardır, ne de bunlardan hoşlanır. Ama hak adına haksızlığa razı olmak 'dilsiz şeytan'ın sıfatıdır. Fethullah Gülen ile alakalı menfî istikamette konuşanlar, yazanlar ve hakkında ileri geri atıp tutanlar eminim ki, onu tanımıyorlar. Tanısalar, kendisiyle konuşmuş olsalar, artık kesinlikle böyle konuşamaz ve Hocaefendi hakkındaki kanaatleri değişir.

Bir hususu daha ifade etmeden geçemeyeceğim; milyonlarca insanın yaşadığı Asya coğrafyasında ırktaşlarımızın da dahili olduğu ülkelerde en az bir asrı aşan zamandan beri, Osmanlı Devleti'nin ve sonra da genç Türkiye Cumhuriyeti'nin aleyhinde yapılan yayınlar ve yıkanan beyinler karşısında Türkiye'yi, Türk insanını ve başta Atatürk olmak üzere Türk büyüklerini tanıtma, sevdirme, Türk devletinin ekonomisine, kültürüne hizmet etme, İstiklal Marşı eşliğinde Türkiye Cumhuriyeti büyükelçiliklerinin yanında 50-60 ülkede Türk bayrağının dalgalanmasına sebep olma ve teşvik etme durumunda olan bir insan için 'devlet nişanı' veya 'Nobel Ödülü' verilmesi gerekirken, hakkında soruşturma açılması ve gıyabî tutuklama kararı verilmesi, ilk bakışta gerçekten şaşırtıcı ve şaşırtıcı olduğu kadar talihsiz gözükse de bu yargılama olayı bitirdiğimiz 20. ve içine girdiğimiz 21. asrın en önemli, hem Hocaefendi hem de o çizgide olan insanlar için çok hayırlı bir vak'a olarak tarihe geçecek. Gelecek nesiller bu olayı hem hukukî, hem sosyal, hem de dinî yönden asrımız insanının büyük bir yanılgı içinde olduğunun bir delili olarak ele alıp tahlil edeceklerdir. Diğer bir deyişle bu dava, milenyum davası olacaktır.

Hoşgörü ve diyalog önderi

'Türk diline, Türk bayrağına aşığım, Türkçe'nin bir dünya dili haline geldiğini görmeden Allah canımı almasın' felsefesinde olan bir insanı, başlattığı hoşgörü ve diyalog rüzgârıyla dinler arasında ciddi yumuşamayı temin eden ve TC Diyanet İşleri Başkanlığı'na da bu mevzuda yol gösteren bir insanı, ülkeye zarar verenler arasında zikretmek yakışıksız oluyor. Eğer teselli ve geçmiş olsun deme makamında olsaydım Hocaefendi'ye şunları söylerdim: Üzülme bu da geçer yahu! Büyük dağların başı daima bulutlu olur.