İran

İran İslamı [1]

NS— İran üzerine Türkiye'de son zamanlarda çok yoğun tartışmalar yaşandı. İran konusunda sizin görüşleriniz nelerdir?

FG— İran baştan beri Sünni toplumlara reaksiyoner olmayı yeğlemiştir. İran tarihi ihtilaller tarihidir. İran Şiileri bir tepki cemaatidir. O nedenle doğru düşünmesi, dengeli karar vermesi, dünya konjonktürüne göre bir yol takip etmesi mümkün değildir. Devletlerarası münasebetler açısından komşumuzdur, bu açıdan nasıl ilişki kurulacaksa kurulmalıdır.

İran konusunda dikkat edilmesi gereken iki husus vardır: Birincisi, din ve İslam devrimi adı altında mezhep ve bağnaz bir İslam anlayışı ihracı. Kendi mezhep ve yorumlarını gerçek dinin önünde tutarlar. Bir insan Şii değilse, adeta hiç bir şey değildir. İkincisi: Ali muhabbeti, kendi anlayışlarına sadece bir renk kazandırmak için bahanedir. Ali sevgisi değil, Ebubekir, Ömer düşmanlığıdır ayakta tutan onları. Yanlış itikatlarını dini bir zemine oturtmak için güya Ali sevgisini bayraklaştırmışlardır. Bugün, bölgede Fars yayılmacılığı ve İran'ın bizimle olan tarihi rekabeti, belli bir tehlike arz etmektedir denebilir. İran bölgede rahat duracağa benzemez. Irak'ta çok önemli miktarda Şii vardır, endişe ederim ben. Fransa İran'ı desteklemiştir. Humeyni'yi barındırmıştır. İrangate Amerika'nın durumunu da ortaya koydu. İran'la aramızda problem olmadığını söyleyenler de vardır. Fakat, İran'la olan münasebetlerimizin tarihi, daha çok problemler ve sürtüşmeler tarihidir.

NS— Mistisizmin toplum için gelecek vaat etmediğini söylediniz. İran'da ve Mısır'da mistisizm ağırlıkla vardır ve burada toplumun yüzü sanki ölüme dönüktür. Onun içinde kaybolma, ağlama olarak tezahür eder. Türklerin İslam anlayışı hayata bağlı, yaşamı seven bir anlayıştır. Toplumun yüzü hayata dönüktür. Ramazan'da eğlenen, bayramla onu şenlendiren ve bayramını 'şeker'e dönüştüren bir yaşama sevinci görülür. İslam âleminde Türkler böyle sadece. Ramazan'da yaşanan fark bile bizim diğer İslam anlayışıyla aramıza ciddi ayrımlar mı koyuyor? Dinde eğlenme var mı?

FG— İnsanın değişik yanları vardır. Hukuk sistemleri de bunu böyle kabul eder. Din eğlenmeyi meşru kılmıştır. Peygamberimizin (sav) olgunluğuna erişemediğimizi anlatan bir öykü: Zenciler camide kılıç mızrak oyunu oynamışlar, def çalmışlar. Ayşe validemiz de diyor ki: 'Ben de bakmak istedim, Allah Resulü'nün omzundan baktım onlara. Mescitte seyrettim onları' diyor. Yani 'Onlar oyun çıkarıyordu, ben de seyretmek istedim' diyor. Bugün herhangi bir camide bunu yapamazsınız. Fakat, mescidin o zamanki fonksiyonları çok yönlü, sonra bu daralmış. Ben bugün yapılsın demiyorum, fakat ortada ufuk enginliği ve darlığı meselesi var. Harp oyunları oynuyorlar camide. Bir defasında da kına gecesine geliyorlar. Buna kadar yani. Nikâh önemli bir hadisedir; 'mescitte yapın bunu' diyor. Herkes görsün. Nikâh gizli, kaçamak iki kişi arasında yapılan bir akit değildir; açıklık diyor.

NS— Kilisede olduğu gibi evlenme öneriyor yani?

FG— Çok daha zengin. Neden? Çünkü mescidin içinde o mesele aynı zamanda bir ruhaniyet kazanacak. Allah'a yakınlık içinde cereyan edecek, verilen sözler tutulacak. Böyle sağlam bir yerde yapmayı öneriyor. Demek ki, bazı şeyleri biz kısıtlamışız. Bu meseleler iyi tetkik edilmezse başka şekilde yanlış anlamalara yol açar. Dinin hayata bakan yanını teslim etmek 'deve çobanları'na kalır. Allah'ın Resulü, 'Bir gün deve çobanları yüksek binalarda çalım satacaklardır.' diye bugünleri mucizevi haber vermiştir.

İran'la Türkiye'nin Din Esprisi Farklı

NS— İran'da neden okulunuz yok? İzin vermediler mi?

FG— Devlet izin vermedi. Komşumuz, Türklük adına Azerbaycan'da bir okul açalım diye ısrar ettik. Bir komik teklifte bulundular: 'Öyle çok paranız varsa, yardım edecekseniz, siz parayı verin biz açarız.'

NS— Siz İran'ı Orta Asya'dan kovdunuz hatta alfabenin Latince olmasında rol oynadınız. İran Tacikistan haricinde tutunamadı, kimse Vahabiler'i ve onları inandırıcı bulmadı.

FG— İran hep fitneler tarihi olmuştur. İran İslam'ı zorla kabul etmiş, mukavemeti entrikada bulmuştur. Hz. Ali'nin Nehc'ül Belâğa isimli, hutbe, mektup ve sözlerinden derlenmiş kitabı, hukuki, siyasi kültürel muhtevasının yanı sıra tam bir edebi şaheserdir; Shakespeare gibi okunur. Hz. Ali büyük bir şahsiyettir, bizim için çok önemlidir. Ama Ali'nin büyüklüğü izafi bir büyüklük değildir. Ali'nin büyüklüğünü anlatmak için başkalarını küçültmeye ihtiyaç yoktur. Bir manâ eridir. Tüm tasavvuf erleri, Baba'ları onu severler. Fakat, Şia, Fars Aleviliği, Müslümanlığa karşı kin ve nefretini Hz. Ali'ye de yansıtır, Ali'yi kendi mitolojilerindeki Zaloğlu Rüstem haline getirmişlerdir. Mübalağa zihnî bir yalandır. Doğru olandan yalan insan haline dönüşmüştür. Türkiye çok dengelidir. Selçuklular'da, Osmanlılar'da da böyledir. Biz dergâhlarda 'Canım Ali' diye destanlarını dinleyerek büyüdük. Vahabiler de Ali'yi küçümser. Biz herkesi severiz. İran, tarihinde mübalağalarıyla ünlü. Hayatlarına sinmiştir. Ben Mekke'de bir kısım İranlı'nın dua ederken ağlıyor gibi göründüklerine şahit oldum, misafirhanede komşumuzdular. Akşam bunları teybe kaydetmiş olduklarına ve dinleyip eğlendiklerine şahit oldum. Samimi değillerdir. Bunlar komşumuz olması nedeniyle münasebete engel değil. Humeyni, Velayeti Fakih kitabında aynen şöyle der: 'İnsanlarla olan problem ve davalarında bizden, (yani mezhebimizden) olmayan kadılara, hâkimlere başvuran, Allah'a karşı gelmiş ve Allah'ın inkâr edilmesini emrettiği tağuta başvurmuş olur.' Fakihin devlet başkanlığı doktrini Humeyni ile Şii tarihine girmiştir. Humeyni, kıyametten önce geleceği beklenen Mehdi'nin vekili kabul ediliyordu. Şiiler 12 İmam'ı, Peygamberimiz dışındaki bütün peygamberlerden üstün görürler.

NS— İran Türkiye'de islamcılara eziyet edildiğini söylüyor, Cumhuriyet Dönemi'nde yapılanları örnek gösteriyorlar.

FG— Her şey kendi zamanı ve şartlarında değerlendirilmelidir. Kel Ali'ler, Kılıç Ali'ler ve mahkemelerinin daha mutedil olmasını yeğlerdim. Ben Mustafa Kemal'in ve İnönü'nün, Marx gibi, insanlığın rahat ve huzuru için din adına hiç bir şey kalmamalı tarzında dinin üstüne yürüdükleri kanaatinde değilim.

Son zaman bazı hadiseler oldu. Hatırlandığında bile insanı İslâm ve insanlık adına utandıran, hiç bir ağza yakışmayacak sözler, ifadeler sarf edildi. Üslup kişinin aynasıdır. Askerin son çıkışına sebep olan bazı hadiseleri de görmezlikten gelemeyiz.

NS— İran'ın siyaseti hep İslam içinde görmesi ve siyasi İslam olarak yönlendirmiştir. Türkiye İran gibi olur mu? Bizim din anlayışımızla Arap ve Fars anlayışı arasındaki farklar neler?

FG— İran o bölgede olmanın gereğini yerine getiriyor. O bölgede din olmadan hâkimiyet olmaz. Yayılmak dinle mümkün ancak. Onların din anlayışı farklı, imamlarla idare edilen, işin içinde ruhani bir şeyler olma zorunluluğu koyan bir anlayış. Asıl mesele Kur'an değil, Ali'dir. Türkiye İran gibi olamaz, bir kere din esprisi çok farklı. Kaynaklar itibariyle de çok farklı. Esas, imamet meselesi akideleridir. Dinin hükmüdür. Sünnilik'te böyle mesele yok. Din bir değildir ki, Türkiye İran olsun. Türkiye'de birtakım anlayış farklılıklarına rağmen, dine sahip çıkmak lazım. Dışarıdan gelecek yanlış din anlayışları ve dinin yanlışlara alet edilmesi de bu şekilde önlenebilir.

Bizim arkadaşların Asya'daki faaliyetleri için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Vehhabileri ve İranlıları uzak tutmak için tasavvufun enginliğinden de yararlanarak, kendi anlayışımızı toplumunun her kademesine hâkim kılmazsanız, o tür bağnazlıkların hâkim olmamaları için hiç bir sebep yok.

NS— İran'ın girebildiği bir Tacikistan oldu Farsça nedeniyle, sizin okullar gibi onlar rağbet görmediler.

FG— Orada da yine arkadaşların beş okulu var. Zengin bir arkadaşımız her şeyini sattı orada okulları açabilmek için. Onu kalpten kaybettik. Tacikistan 3,5 milyonluk Ankara kadar yer.

NS— Orta Asya'da insanlar sizin okullarınızda çocukları okusun istiyorlar. Öğretmenleri örnek insanlar olarak seviyorlar. Çağdaş olandan yana taleplerini koyuyorlar. Türk İslamının farklılığı bunu getiriyor mu?

FG— Bizim İslam anlayışımız daha derindir diyebiliriz. Bu Mevlana'lara, Yesevi'lere ışık tutan şey, ışık başka bir şeydir. Türk milletine yansıyan ışık Bişkek'te, Buhara'da prizma gibi yansıyarak ulaştı, manâ derinlikleriyle. Dini, yoruma açık yanlarıyla, çok engin yorumlamışlar. Dinin evrenselliğini Ebu Hanife'ler, Yesevi'ler kabul ettirir. Gel gör ki, başkalarının olumsuz imajları bize de gölge düşürüyor.

NS— Avrupa bunu değerlendirebilir mi?

FG— Luther döneminde yaptığı gibi Hıristiyanlık yeniden kendini restorasyona tabi tutmazsa, İslam'ın bazı dinamiklerinden yararlanmazsa gelişen şartlar içinde yaşaması zorlaşır. Türk kültürünün dünyaya katkısı kavgasının verilmesi lüzumuna inanıyorum. Bu kültür ve Türk dünyası, dünya kuvvetler muvazenesinde Allah'ın izniyle yine bir güce ulaşacaktır. Bakın, Bosna'da verilen kültür, savaşla bile onlardan geri alınamadı. Demek öyle zengin ki atamadılar, o dönemde İslam'ı benimsemişler. Bağnaz olan ölüp gidecektir. Bilinmemesi gerekenleri millet unutmuştur, millet ruhuyla Akşemsettin'i unutmaz. İşin cesedine talip olanlar, kabuğuyla uğraşanlar kendi kabukları içinde çürüyeceklerdir.

Kaderin Bir Cilvesi [2]

Kaderin bir cilvesi olarak, bugün Şia akidesini benimsemiş olan İran'la, İbn-i Teymiye kaynaklı Vehhabiliği sistem haline getirmiş bulunan Körfez ülkeleri, birbirleriyle hiç mi hiç geçinememekte. Dünya dengesinde güçlü bir devlet araya girinceye kadar bu çekişme -zannediyorum- daha bir süre devam edip gidecektir.

İran [3]

İran, tarihi boyunca İslam için hep hastalıklı bir uzuv olarak kalmıştır. O kadar ki, Farslar bazı dönemlerde Sünnîlerden daha çok, Allah, Peygamber tanımaz Nusayrîlere yakın olmuşlar ve bütün mücadelelerini, dıştan ziyâde, İslam dünyası içinde Sünnîlere karşı yöneltmişlerdir.

Bugünkü İran yönetimi, Şah dönemine nispetle Sünnî dünyaya daha ılımlı bir yaklaşım içinde midir, değil midir Allah bilir.. Ancak, birtakım İslami alâmet ve şeaire nispeten yer verdikleri için, Şah dönemini aşmış gibi bir görünüm sergilemekteler.

Öte yandan, şurası unutulmamalıdır ki, İran ihtilâli bütün dünyada müslümanları zor durumda bırakmıştır. Oysaki İran, hiç bir İslam ülkesi tarafından öncü kabûl edilmemiştir. İkinci olarak, hiç bir Sünnî İslam ülkesi, onları taklit etmez. Üçüncü olarak, Farslar tarihte sürekli Sünnîliğe karşı bir tavır aldıklarından İran'ın, sahabi anlayışı yerine farklı bir düşünceyi ön plâna çıkarması kaçınılmaz olmuştur. Batı, İran ihtilâlini bu yönleriyle istismar ettiği gibi, çıkarttığı karışıklıklarla, bu ihtilâli belli bir mecrâya çekmiş ve onun şahsında İslam'ı bir şiddet dini gibi gösterme yoluna girmiştir. Ayrıca, İran'ın ihtilâl ihracı arzusundan faydalanarak, bölge devletlerini korkutmuş ve İslam dünyasındaki bütün İslami hareketleri ciddî şekilde kontrol altına almıştır.

Meseleye bu yönleriyle bakıldığında, İran ihtilâlinin Batı'nın bilgisi haricinde yapıldığını kabûl etmek zor olsa gerek.

Neden Önce Sasani İmparatorluğu? [4]

Günümüzde bazıları İslâm'ın fütuhat dönemlerinde öncelikle Sasani İmparatorluğu üzerine değil de, Bizans'a gidilmesi gerekirdi diye konuşuyorlar. Halbuki bu tamamiyle öncelik-sonralık zaviyesinden bir tercih meselesidir. Zira o fütuhat devrinin Serdar-ı A'zam'ı Hz. Ebu Bekir 'Keşke Halid'i İran'a karşı gönderdiğimde, Ömer'i de Bizans'a gönderseydim' diyor. Demek ki Bizans'la yaka-paça olma da, o plân ve programda vardı. Ama İran tercih edildi. Neden?

1. O devreye göre dünyanın iki süper gücü sayılan bu iki imparatorluğa karşı yetecek miktarda askerî güç ve donanımın olmayışı.

2. İran ülkesini avuçlarının içi gibi bilen, Sasanilerin esareti altındaki Tağlibli Arapların 'Araplık' damarını kullanarak, İranlıları içten vurma, beri taraftan da bunları İslâmiyet'in içine çekme ihtimalinin değerlendirilmek istenmesi.

3. Arap yarımadasının güvenliğini ilk plânda tehdit eden Bizanslılardan ziyade İranlıların oluşu.

4. Arabistan'ın güneyinde bulunan Yemen'in uzun yıllar İran'a bağlı bulunması.

5. Su-i ahlâkın yaygın olduğu ateşgede İran'ın ahlâkî kaideler açısından İslâm ile çatışması ve çatışan bu kurallarının Müslümanları tehdit etmesi gibi sebeplere binaen öncelikle Sasani İmparatorluğu üzerine gidilmişti.

Muhabbet Fedaisi Olmak [5]

Bizim bu ifadelerimiz bazılarına inandırıcı gelmeyebilir. Bilhassa yakın geçmişte meydana gelen negatif görüntüler bizler için birer dezavantaj olmuştur. Ne var ki, onların yaptıkları yanlışları İslam'a mal etmek katiyen hatadır. Evet İran'da bir inkılâp yapılmak üzere yola çıkılmıştır ama, yapılanlar ihtilal çerçevesini aşamamıştır. Kaldı ki, dünyaya İslam imajını yanlış aksettiren sadece İran da değildir. Daha nice ülke ve liderler vardır ki, tutum ve davranışlarıyla sürekli olumsuz görüntülerin temsilcisi olmuşlardır. Tabii ki onların bu tutum ve davranışları hep karşı cephenin işine yaramıştır. Bütün bunlarla birlikte bizler, her zaman söylediklerimizde ısrarlı ve bunları temsilde de son derece kararlı olmalıyız. İçimiz insanlığa âit sevgi ve muhabbetle dolup taşmalı; kalplerimiz de her türlü düşmanlığa karşı kapalı kalmalıdır. Şunda hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, gelecek asır sevgi ve diyaloğun neşv u nema bulduğu bir muhabbet asrı olacaktır. Düşmanlıklar büyük bir ekseriyetle yok edilecektir. Hususiyle dünyanın globalleştiği bir dönemde bunun tahakkuku hiç de uzak bir ihtimal değildir. İnşaallah kudsîler bu misyonu da eda edeceklerdir.


[1] Nevval Sevindi İle New York Sohbeti, 20 Temmuz 1997
[2] Fasıldan Fasıla-1, Tarihi Prizma
[3] Fasıldan Fasıla-1, Tarihi Prizma
[4] Fasıldan Fasıla-2, Tarihi Prizma
[5] Fasıldan Fasıla-2, Perspektif