Kadın

Cihangirleri Anneler Yetiştirir

Cihangirleri anneler yetiştirir. Büyük insanları, İnsanlığın İftihar Tablolarını hep anneler şekillendirir. Kadın kendine âit bu meziyetlerle, erkek de yine kendisine âit kabiliyetlerle örfaneye iştirak ederse, bu bütünleşmeden cennet ikliminin yaşandığı bir aile ve fazilet topluluğu vücûda gelir.

Hoşgörü Ödülleri

Düşünün ki bazılarının takıldıkları nokta, Yeşilçam'dan bir bayana bu ödülün niye verildiğidir. Rica ederim, geleneksel Türk-aile ahlâkında, kadının kocasına karşı taşıdığı vefa hissi, ailenin devamı için çok önemli bir faktördür. Bahsini ettikleri hanımefendi, (Perihan Savaş) bu geleneği devam ettirmiş, hastalanıp yatağa düşen bey'inin başında iki sene vefa hissiyle durup beklemiş, onun bakım ve görümünü üstlenmiş önemli ve parlak bir örnektir. Allahu alem, inancı olan bir insanın böyle bir ameli onu cennete götürmeye yetebilir. Dolayısıyla, kocasına karşı bu denli sadakat ve vefa ile dopdolu bir hanımefendiye değil bir plaket, dünyalar verilse, bana göre yine de fazla sayılmaz.

Kadın hakkındaki düşünceleriniz nedir?

-Tabii bu çok şumulü bir mevzu. Bir yönüyle dedikoduya da açık bir mevzu. Böyle bir platformda tarzı telakkimi hülasa etme de epey zor. Bir manada kadın ve erkek ayırımı yapmıyoruz. Yani fiziki durum ayrılığı filan var. Bence kadın ve erkek bir hakikatın iki yüzü gibi olmalı. Kadınsız erkek, erkeksiz kadın olmayacağı ilk hilkatle ortaya çıkmış. Hazreti Adem'in kadınsız cennetteki istırabı ve kadınla bütünleşince, cennetin gerçek cennet olması da biraz işte bu iki varlığın bu çiftin beraber bulunmasına bağlıdır.

İslam açısından bakarsak...

-İslam açısından bu meseleyi bakacak olursak. Efendimiz (sav), Kuran, Kuran'daki öğretiler kadını erkekten tefrik etmemiştir. Zannediyorum ifratlara tefritlere giriliyor, yani denge bozuluyor burada. Bu iki varlık bazı hususi yanlarıyla birbirinden ayrılırsa, mesela erkeğin fiziki gücü vardır, ama kadının da psikolojik gücü vardır. Ve bunu erkeğine karşı her zaman kullanabilir. Allah yaratırken, maddenin en küçük parçalarından kainatlara kadar, hatta madde karşısında antimadde koyarak, böyle bir birlik meydana getirmiştir. Ayırıma gerek yoktur.

Kadının rolü hakkında örnekler var mı?

-Şimdi 14 asır evvel, o günkü toplum tarzı telakkileri içinde Batı'da kadına hiç yer verilmediği hatta ondan 5-6 asır sonra kadının ruhu var mı yok mu, şeytan mıdır, insan mıdır diye münakaşası yapılmasına karşılık, İslam'da kadın tam hayatın içindedir. Ayşe validemiz orduların başındadır. Hatta şimdikinden çok farklı olarak camilerde mahfil yoktu, kadınlar erkeklerin arasında saf bağlayıp dururlardı.

Niye önde değil de arkada?

-Namazın kendine göre nezahat ifade eden bir yanı vardır. İnsanın orada mümkün mertebe, insani, cismani ve bedeni duygulardan tecerrüdü esası var yani. Buna kimsenn itirazı olmaz.

Kadın eli sıkma yasağı, örtünme gibi şeyler gerçekten İslam'ın özünde olan şeyler midir?

-Örtü konusunda bir şey demeye hakkımız yok.Kur'anın içinde açık sarih naslar var yani. Bu mevzu bizim yorumlamamızın dışında kalıyor. Çünkü bu Allah'ın emridir. El sıkma mevzuu, kadınlarla oturup kalkma mevzuu hususlarında bir kısım prensipler objektif olarak ele alınmıştır. Sizler, bizler gibi insanlar hani el sıkıştığınız zaman veyahutta işte kadın açık olduğu zaman içinizden bir şey gelmeyebilir. Hiçbir şey duymayabilirsiniz. Bir medeni insan bunu duymayabilir. Fakat çok değişik insanlar da olabileceği mülahazasıyla Kuran'ın bu mevzudaki prensipleri alem şumûldür. Herkes nazarı itibara alınmıştır.

Yani kadınların başını örtmesi şart mıdır?

-Kadının başını örtmesi meselesi bir iman meselesi ölçüsünde önemli değildir. Allah'a karşı kulluk, umumi manada kulluk meselesi ölçüsünde önem arzetmez bunlar. Teferuata ait meselelerdir. Nitekim, yani Allah'a iman meselesi ta Mekke'de efendimize tebliğ edilmiş. Namaz meselesi orada bize farz kılınmış, daha sonra zekat farz kılınmış. Ama tesettür meselesine gelince biraz farklı. Zannediyorum peygamberliğin 16'ncı, 17'ncı senesinde Müslüman kadınların başları açıktır.

Kadından İdareci Olma Meselesi

Kadından idareci olur mu? Çiller'le görüşmeye giderken ne gibi endişeleriniz vardı?

-Milletimiz adına yararlı gördüğüm meseleleri anlatmada nasıl karşılaşırım diye endişelerim vardı. İşin doğrusu çok efendice karşıladı. Yani dinlemesini bilen birisi olarak gördüm. Önce kendine göre bunda sezdiği maslahatlar olabilir. Bunlar beni alakadar etmez. Benim için önemli olan dinlenmekti. O da saygıyla dinledi.

''Kadın fitnesi'' vaazlarınızda önemli bir yer tutuyor. Çiller'le görüşmeye giderken endişe ettiğiniz konulardan biri de bu değil miydi?

-Aylarca o meseleyi de düşündüm. Yirmi arkadaşla istişare ettim. Siyasiler arasında dostlarım saydığım insanlarla da istişare ettim. Fakat hiç kimse bu mevzuda bana görüşmemeye dair bir şey söylemedi. Aksine herkes ''Çok yararlı olur'' dedi. Bunda çok büyük fitne de olsa ben istişarenin hakkını yerine getirdim.

Çiller'le tokalaştınız mı?

-Zannediyorum, kendisine bu mevzuda hassasiyetim olduğunu söylemişim. Öyle bir şeye hiç teşebbüs etmedi, ayrıca takdir hissi uyardı bende.

Batının Gözüyle Kadın ve İnsan Hakları

- Batılı İslam'da insan hakları yok diyor. Örnek olarak da kadının durumu gösteriliyor. Örneğin bir şahitlik olayında....

- Belki geriye döneceğiz. İnsan hakları derken biraz evvel arz etmeye çalıştığım gibi insan yeryüzünde Allah'ın halife ünvanıyla sadece İslam dininde esas, eski ifadesiyle serfiraz kılınmıştır. Bir sultan haline getirilmiştir. Allahın halifesidir. Eşyaya müdahale imkanı verilmiştir. Kendini koruması, nesillerini koruması, yaşama-çalışma hürriyeti, teşebbüs hürriyeti gibi hürriyetlerle serfiraz kılınmıştır. Bu mevzuyla alakalı müslümanlığın karşısına herhangi bir şeyle çıkmak mümkün değildir. Bu mevzuyla alakalı olumsuz bir şey göstermek mümkün değildir. Şu olumsuz yanını göstersinler diyebiliriz.

Kadın hakları meselesine gelince aslında İslamda kadın-erkek bir vahidin iki yüzü gibidir. Eksik yan mı diyelim yoksa birbirlerini tamamlama adına birinde negatif olan bazı şeyler öbüründe pozitif şeklinde kendisini gösterir. Bu açıdan da kadın-erkek cüzi ferdine çünkü onlar bir araya gelerek bir vahidi teşkil ederler. Bunlara çarkın dişlileri şeklinde bakmak daha uygun olur. Negatif tabirini önce kullandım. Sonra ondan içtinab ediyorum. Birinde bir eksiklik düşünme mülahazasını hatırlatabilir. Ama çarkların dişleri, sistemin dönebilmesi için birinde diş olacak, şöyle bir yiv veya bir civata gibi bir somun gibi ve böylece bir vahit meydana gelecek. Dolayısıyla bunlar anlaşarak iş bölümü yaparak birbirlerine destek olarak çok mükemmel işleyen bir sistem meydana getirecekler. Evvela temelde dimağlarımızda kadının farklı yaratılışını bir eksiklik şeklinde algılamadan daha ziyade aile yapısı mükemmeliyetini meydana getirmek için erkeğin öyle yaratılması, kadının da öyle yaratılmasına esasına vermek lazım. Bu işin biraz tabiatının biraz fıtriliğinin bir buududur. Bu birinci şık. Bir kere bunun kabul edilmesi lazım. Tabiatta bunlar belli ölçüde farklı yaratılmışlardır. Yapabilecekleri iş açısından, ve aynı zamanda altında bulundukları bazı sorumluluklar açısından hatta maruz kaldıkları bazı şeyler açısından farklılıkları vardır. Tasrihi yakışıksız buluyorum. Tabiatının icabı iş bölümünde ona bazı şeyle düşecek öbürüne de bazı şeyler düşecek. Kadın normal çalışabilir. Kadının çalışmayacağına dair İslamda herhangi bir şey gösterilemez. Ancak bir yerde ona takatinin üstünde vazife tahmili mevzuunda Allah Resulü karşı çıkmıştır. Mesela bir yerde buyurur ki geçmiş dönemde bir zat bir öküzle beraber bir ineği koşmuştu. O inek ona hal diliyle veya mucize olabilir dedi ki ben bu iş için yaratılmadım. Silahı omuzuna verme, cephelerde bir kadını o yanları itibariyla zayıf sayılabilecek bir kadını en ağır şeylerde koşturma ona karşı bir haksızlık olur. Bir yönüyle mizacı itibariyle sert, dış işlere karşı açık ama evde şefakat isteyen, mülayemet isteyen bazen çok defa dışarıya çıkma gibi biraz sabır tahammül isteyen çıldırtan bazı şeyler karşısında şefakat kahramanı olmak isteyen bazı hususlar vardır ki bence erkeği getirip o işlere sarf etme ona karşı zülum olur. Tabiatı icabı evde çok mükemmel bir mürşide bir muallime olarak bir taraftan çocuklarını yetiştirirken diğer taraftan beyinin bir kısım aldığı sitresleri onları dökmesine yardımcı olacak, fikir taatisinde bulunacak onun evindeki işlerini görecek ama dışarıda da çalışacak. İster memur olarak çalışacak, ister başka şekilde çalışacak ama takatini aşan işlerin altında ezilmeyecek gibi bir iş bölümüyle büyük ölçüde ona evinin içindeki işler düşmüşse insanlık bir gün düşünür siz böyle demişsiniz ama yanlıştır. Gelin kadını biz işlerin en ağırıyla sorumlu tutalım. Erkeği de hafifleriyle sorumlu tutalım, bu işi değiştirelim derler ve öyle yaparlar. Vazgeçerler, geriye dönerler. Tabi bütün bunlar oturup bu meseleyi müzakere edince, münakaşa yapınca sorgulayınca varid olabilir. Bir yönüyle zannediyorum iki kadının şahadette bir erkek yerine konması da biraz bundandır.

Vazife ve sorumluluk itibariyle çok defa evde bulunan çok defa hayati içtima iyedeki hadiselere şahit olma imkanını bulamayan, hepsi için olmasa bile, mesela çok asker kadın olabilir, memur kadın olabilir, tarlada çalışan kadın olabilir fakat genellikle insan tabiatı bu işe yatkınsa o çoğunluk nazarı itibara alınarak kanunlar öyle vaaz edilir. Modern hukukta da böyledir. Büyük çoğunluk işin objektif olması onun öyle olmasını gerektirir. Büyük çoğunluğu itibariyle kadınlar dışta cereyan eden hadiselerin hepsine tam muttali olmadıklarından bu açıdan iyi görmemiş, iyi tecessüs etmemiş olabilirler. Bu onların konum itibariyle bir zaafı olabilir. Evde bulunma, çocuğuyla meşgul olma gibi birşey. Öbürünü görmemiş olabilir. Bundan dolayı ekseriyet için varid olan bir şey tamim etme olabilir. Aksi olsa ne olurdu? Azınlık itibariyle çarşıda pazarda erkek gibi çalışan, çalışmasında da mahzur yok. Onları nazarı itibara alarak burada deseydik ki hayatı içtimaiyyenin içinde erkek kadar bulunmayan bir kadının şehadeti de tıpkı bir erkek gibi geçerlidir filan deseydik bu defa hukuki hükümleri azınlığa bina etmiş olacaktık. Hukuk felsefesi açısından acaba o mu tasvip edilir beriki mi? Çoğunluğunun mülahazası mı tasvip edilir bu mu tasvip edilir? Bunların hepsinin münakaşası yapılabilir.

Bir diğer yandan; Allah kadını değişik şeylerle donatmıştır. Bir şefkat kahramanı desek mübalağa yapmış olmayız. Öyle olmasa mesela biz hepimiz çocukları severiz, çocukları yetiştirmeyi de severiz ama bir, iki, üç... nihayet kaldırır bir tarafa çalarız. Ben arkadaşlarımdan biliyorum. Çocuk yanımda ağlayınca 'onu götürüp hanımın yanına koyup kendim istirahatıma çekiliyorum' derler. Ama anneler öyle yapmazlar. Demek ki bir ekstra yanları var. Bir tavuk yumurtalar, civcivler üzerinde öyle yapamaz ama o mesele horozun umurunda değildir. Başkaları da öyledir. Şefkatla donanmış bir kadın. Şimdi bu şefkat o aile fertlerinin iyi yetişmesi için annenin silahıdır, malzemesidir. Öyle olursa çocuk mükemmel yetişir. Şimdi bu şefkat başka yerlerde de şimdi bir yönüyle belki negatif yanları olabilir. Öyle bir şahadette aleyhte olabileceği bir yerde o şefkat öne çıkabilir. Kadın orada objektif olmayabilir. Bir yerde kendisi için yararlı bir duygu, bir düşünce, bir his onun çok faydalı.. onu rantabl kullandığı zaman iyi bir muallime, iyi bir mürşide olabilirken fakat şahadet meselesinde şefkat öne çıkar. Halbuki orada hakkaniyet önemlidir, ihkak-ı hak etme önemlidir. Onun için şefkatini orada bir yönüyle bir zaaf nazarıyla bakılmıştır. Aslında zaaf değil de bir vahidi tamamlayan bir yandır o. Fakat orada mücerret, nispi olarak onu ele almadığınız zaman ona bir zaaf nazarıyla bakılabilir. Onun için Kur'an-ı Kerim de, o ayette meseleye böyle yaklaşmış, onu öyle ele almıştır. Yani sürekli evinden, işinden alıp mahkemelere götürmek.. sürekli hakimlerin karşısına dikmek.. bence kadın hakları adına, feminizm adıma bile bu mesele münakaşası yapılırken üzerinde durulmaya değer. Zannediyorum Avrupalılar, Batılılar İslam'a böyle garazla bakarken bu mevzuda çıkış noktalarını da çok iyi tespit edememişler. Objektif bakamıyorlar meselelere, denilebilir. Tabii üzerinde çok durulabilecek bir husus.

Kadınlarla El Sıkma Meselesi

Türkiye'de kadınlarla el sıkışmayan bazı kaymakamların merkeze çekilmesi söz konusu?

-Devlet kendi memuru olan bir insanın el sıkmamasını ciddi bir eksiklik sayıyorsa, bu mevzuda tamimler gönderir, kim olursa olsun bu mevzuda nezaket istiyorum der. Böyle dememişlerse, insanları, kanaati vicdanlarıyla başbaşa bırakmışlarsa ona saygılı olmamız icap eder. Bu da demokrasinin gereğidir. Memurunu uyarmış ise, gereğini yerine getirmediği için merkeze çeker.

Bir diğer mesele, bu memurlarla ilgi adli kovuşturma yapılmış mı? Yoksa istihbarat raporlarına dayanarak mı harekete geçilmiş. Hakkında istihbarat raporlarıyla dosya olmayan kimse yoktur Türkiye'de. Bunlar delil sayılacaksa Türkiye'de herkes suçludur. Hukuk sitemlerinde bir prensip vardır. İddia eden ispat edemezse müfteri sayılır.

Sizin de tokalaşmaya dönük hassasiyetiniz var? Dini bir yasak mı bu?

-Bu tür meselelerin doğrudan kaynağı olabilir. Dini birisi tarafından yorumu da olabilir. Bu o şahsa ait bir şeydir. Ve İslamda usulden değildir. Hiç kimse inat da etmiyor bu konuda. Değişik yerlerde benim kravat takmamamdan bahsediliyor. Ben kravat takmadım değil. Gençliğimde bulduğumda taktım.

Ben fakir bir aile çocuğuyum. Bir elbiseyi ben bir sene giydim. Bunları kimseyi acındırmak için söylemiyorum. Ev kirası veremediğim dönemde, askerlik öncesi imamlık yaptığım caminin penceresinde 2.5 yıl yattım. Üç öğün yemeğe imkanım yetmediğinden bir öğün yiyordum. İmam maaşım 200 liraydı ve yetmiyordu. Para bulduğumda kravat aldım, eskidiyse alma imkanı bulamadım. Hala yün çoraplarımı örerim. ABD'ye gidebilmek için hediye edilen antika eşyalarımı sattım. Bir sonraki biletimi THY gönderdi. Yokluk içinde yaşadığımdan bulamadığım bir şey olmuş kravat.

Bugün kravat takarsam birilerine şirin görünmem mülahazası olur. İşte ona takıyye derler. Tavrımı öyle bir İran mülahazası olarak görüyorlarsa, dünyada İranlılarla yıldızı barışmayan bir insan var, o da benimdir.

Kadın Mekruh mu?

Kadın konusu size yöneltilen eleştirilerin en çok yoğunlaştığı alanlardan biri oldu. Kadınla konuşulmaması gerektiği, hatta kadının mekruh ve şeytanın ta kendisi olduğu görüşünü taşıdığınız iddiası var.

Bu iddiayı ortaya atanlar, beni herhalde ortaçağ skolastik Hıristiyan din adamı zannediyorlar. Feleğin çarklarının nasıl ters döndüğüne bu iddiadan daha açık delil olamaz. Kadını fiziğinden ibaret bir obje, bir meta olarak görenler kadını yüceltmiş oluyor, buna karşılık, Cenneti kadının ayakları altına serenler, kadını şeytan görmüş oluyor. En uzun üç sûresinden birine 'kadınlar' ismini veren Kur'an, Hz. Meryem gibi, Hz. Asiye gibi kadınları, kendilerinden uzun uzun bahsederek yüceltirken, insanlığın en büyüğü Peygamber Efendimizin mübarek soyu da bir kız çocuğundan (Hz. Fatıma) devam edip gelmiştir. Hz. Ayşe'nin İslâm'daki yeri ise hemen herkesin malûmudur.

Kadının vazifesinin sadece çocuk doğurmak ve efendisine hizmet etmek olduğunu nerede, ne zaman söylemiş veya yazmışım? Aksine, 'kadının kamu görevlisi olarak çalışmasının mahzuru olmadığını, hakimlik bile yapabileceğini' söylediğim mülâkatlarım en büyük tirajlı gazetelerde yayınlandı. Aksine ileri sürdükleri iddialarını ispatlamayanlar, kadının da, kadın haklarının da en büyük düşmanıdırlar. Kadın hakkında yıllarca önce verdiğim vaazlar ve yazdığım yazılar ortadadır. Yazdıklarımdan sadece birkaç cümle, bir Müslüman olarak kadına ne derece üstün bir mevki tanıdığımı göstermeye kâfidir.

Kadın, iğfal edilip çirkeflere düşürülmeyecek kadar muallâ bir cevherdir. Geleceğin ilme, irfana, hakikate uyanmış tali'li nesillerinin, onu gözbebekleri gibi aziz tutacakları ümidimizi henüz yitirmedik.'

'Erkek çocuğa 'mahdum', kız çocuğuna ise 'kerîme' derlerdi ki, gözbebeği ile aynı manaya gelen bu kelime, çok kıymetli, kıymetli olduğu kadar lüzumlu, lüzumlu olduğu kadar da en nazik bir uzvu bütün önemiyle ifade etmektedir.

Bizim kadınımız, millî şeref ve necâbetimizin (temizlik, saflık) en sağlam temel taşıdır. Upuzun ve şanlı geçmişimizin inşasında onun hissesi, hiç de düşmanla yaka-paça olan mücahidlerin hissesinden geri değildir.

Kalbini iman nurları, kafasını da ilim ve içtimaî terbiye ile aydınlatmış bir kadın, evini yeniden her gün inşâ ediyor gibi ona yeni yeni güzellik buudlarını ekler.

Dinde Kadın Erkek Eşitliği

— Orta Asya, kültürümüzün ana ırmağının aktığı yer. Yesevi döneminde İslam anlayışında kadın erkek bir arada ibadet eden Türklerin, 13. yüzyıla kadar Kur'an'ı da Türkçe okuduğunu hatırlarsak bugün neden kadını erkeği ayırıyorlar, haremlik-selamlık yapmaya çalışıyorlar? Dinde ve tasavvufta kadın erkek bir değil mi?

— Ahmet Yesevi bir insan, meseleyi kendince geniş bir perspektif içinde yorumlamış olabilir. Meclislerinde zikir esnasında kadınla erkeğin birlikte olduğu tarih kitaplarında geçiyor. Allah Resulü dönemine bakılacak olursa, mescitte erkekler ve kadınlar birlikte namaz kılıyorlar. O zaman, şimdi bizim camilerimizde olduğu gibi mahfil veya maksure şeklinde bölmeler de yok. Muteber hadis kitaplarında geçtiğine göre, Medine'de Müslümanlar genellikle fakirdi. Ayrıca iç elbiseleri yoktu. Secdeye vardıklarında hoş olmayan manzaralar göze çarpabiliyordu. Bunu önlemek için Efendimiz (sav), kadınlara, hemen erkeklerin arkasında namaz kıldıkları için, "Erkekler secdeden başlarını kaldırmadan siz kaldırmayın" buyurmuşlardır. Bir konsantrasyon yeri olan mescitte, açık saçık manzaralara meydan vermemek için böyle buyurmuştur. Bazı meseleler gibi, zamanla bu meselede de değişik anlama ve yorumlar olmuş. Kadınlar, mesela Türkiye'de teravih namazları dışında -ki farz değil sünnettir- camiye gelmez veya alınmaz olmuş. Bunun yanısıra camilerimizdeki mahfil ve maksureler de sorgulanabilir. Yesevi hazretlerinin, Anadolu'ya gönderdiği dervişler asıl manânın, derinliğin ve ruhun temsilcisi olmuşlar. Osmanlı'nın kuruluşunda bu ruh çok önemlidir, Mevlana, Hacı Bektaş Veli gibi pirler hep bu ruhun uzantılarıdır. Anadolu bu ruh, bu manâ ile şekillenmiştir.

Antikçağda kadınlar hâkim olduğundan tanrıçalar vardı, sonra erkek egemenliğinde tanrılar çıktı. Erkek erkeğe bir sistem kuruldu. Maalesef denge kurulamadı. Karşı taraf hakkını alacağına -ki, hak almayı, adaleti ve dengeyi tesis etme manâsında kullanıyorum- tepki doğdu. Esasen, kadın-erkek arasında mutlak manâda üstünlük değil, işbölümü söz konusudur. Dinimize göre, kadın çocuğunu bile emzirmek zorunda değildir. Yesevi'ler, Mevlana'lar, Yunus'lar bu meseleyi çok güzel yorumlamışlardır. Ebu Hanife de güzel yorumlamıştır, ona göre kadın hâkimlik de yapabilir. Ayrılıkları, bir etki tepki kısır döngüsünde biz icat etmişiz.

Çok Kadınla Evlilik

- Sizinle konuşmak istediğim bir konu daha var: çok kadınla evlilik meselesi. Benim ilgimi şu çekti. İslamcı denilen kesim çok kadınla evliliğin Kur'an'ın keyfiyetinde olduğunu, o yüzden de kabul edilmemesinin söz konusu olamayacağını öne sürüyor. Tabii ki bunun ahlaki bir şey olduğunu söylediler. Ya da savunma durumunda da şöyle savundular. 'Canım işte siz ötekiler, yani laik kesimdekiler de birden çok kadınla ilişki kuruyor' dediler. Yani burada çok garibime giden şey, adam İslamiyet adına, laik kesimde eleştirdiği aynı kriteri kendisi için kullanıyor. Ortak ahlaki değerlerimiz mi yok?

—Siz de yer yer ifade buyurdunuz. Bize ait bazı hususlar şimdiye kadar çokları tarafından ele alındı ve tartışma konusu yapıldı. Allah, insanı kerim olarak yaratmıştır. İnsan daima iyi ve güzel olanı araştırır. Ama her zaman iyi ve güzeli bulamayabilir. Bazen Hakk'ı ararken batılla karşılaşabilir. Doğruyu ararken, bazen doğru olmayan, güzel olmayan bir şey eline geçebilir, başına gelebilir. Bence arama, ararken yanlışlara düşme biraz ilmin de yoludur. Gerçeğin de yoludur. Bunu yadırgamamak lazım. Belki durgunluğu yadırgamak lazım, duyarsızlığı yadırgamak lazım, aramamayı yadırgamak lazım, araştırmamayı yadırgamak lazım. Tehlikeli olan, insanı ve insani kabiliyetlerin inkişafını öldüren durgunluktur, duyarsızlıktır.

İnsanoğlu son asırlarda belli değerlerden uzaklaştı ve günümüzde doğruyu arıyor. Bunu yaparken, ne yazık ki, taraf oluyor, cepheleşmeler meydana çıkıyor. Keşke bu olmasa, biz ve onlar denmese; doğru hep bizde, yanlış hep onlarda anlayışına girilmese. Toplumun yapısındaki parçalanmayı kendi içimizde kapasak, iz bile bırakmasak. Bazı şeyleri ifadede, eskilerin ifadesiyle ben de 'diyk-i elfaz', yani 'kelime bulamama' zorluğu çekiyorum. Her iki taraf da zannediyorum, uzun zaman değerler kaybını giderme gayreti içinde. Herkes bir yere varmak istiyor. Bu bir yerde kendini bulacağına inanıyor. Tabii farklı noktalardan hareket edildiğinden dolayı farklı noktalara varılıyor. Bu da hâlâ bir kısım kutuplaşmaların devamına sebep oluyor, onu netice olarak veriyor.

—Yani ahlaki kriterler açısından bir bölünmüşlük var. Bu da biraz garip değil mi?

—Ortak ahlaki ve düşünce esasları tam kavranamadığından veya herkes için bunlar farklı olduğundan bölünmüşlük oluyor. Müştereklerimiz şu anda henüz tam kavranmış değil. Herkes meseleye bir yanından bakıyor, kendi doğruları ile bakıyor, öbür taraf da kendi doğruları ile bakıyor. Mutlaka her iki tarafta da doğrular var. Belli bir dönemde, bazıları herhalde kendilerini savunmak için dört kadınla evlenmenin cevazı üzerinde ısrarla durdular.

Ben burada bir espriyi arz etmek istiyorum: Bir defa, imam nikâhı kıyılarak, birden fazla kadınla evlenmenin Sünnet olduğuna dair Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde herhangi bir kayıt yoktur. Nisa Suresi'nde, hususi şartlar altında ancak cevazdan, ruhsattan bahsedilir ve bir kadınla evlilik adeta zaruret derecesinde teşvik edilir. Dolayısıyla kimse, dört kadınla evlenmeyi bir Sünnet'i yerine getirme şeklinde düşünemez; adeta dini bir emri yerine getirme iddiasında bulunamaz. Allah Resulü'nün evlilikleri bir çiledir ve ona hastır. Allah Resulü'nün birden fazla evliliği 55 yaşından sonra başlıyor. Çok yıpranmış bir insanın bu dönemden sonra öyle bir arzusunun bulunduğunu söylemek tarihi gerçeklere terstir. Bir şefkat abidesidir o, Allah ona hususi bir ruhsat vermiştir, bir şefkattir onunki. Hz. Ömer'in kızının kocası ölmüş. Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir'e 'Kızımı al, ortada kalmasın' teklifinde bulunmuş. Hz. Ebu Bekir özür beyan etmiş. Aynı şeyi Hz. Osman da yapmış. Efendimiz (sav) ise, onu hane-i saadetlerine kabulle, burada izahı mümkün olmayan, yeri de olmayan pek çok maslahatı yerine getirmiş. Bu evlilikler, Efendimizin (sav) sırtında kambur gibi bir şeydir. Onca insanı incitmeden, üzmeden, adaletle, tam bir istikametle idare etmek, diyorum ki, peygamberliğine delil olarak yeterdi. Ama diğerlerine gelince; bir tane kadınla evlenmek esastır, zaruretler birden fazla evliliği gerektiriyorsa, kadınlar arasında adalet esastır. Kur'an, 'Aralarında adaletle muamele yapamamaktan korkarsanız, bir tane yeter. Adalet için bu daha uygundur.' diyor. Dolayısıyla, birden fazla evlilik Sünnet değildir, ibadet hiç değildir. Kimse zaaflarına dini bir kisve giydirip, sonra bunu bir sevap gibi sunmamalıdır. Bu dinin istismarıdır. Meselenin bir yanı bu.

Meselenin diğer yanı şudur: Dinde ruhsatlar vardır, azimetler vardır. Azimetler işin ağır yanını tercih etmelidir. Buna kimse zorlanamasa da, mesela biri kalkar içten bir coşma ile Rabbine karşı gönlündeki bir alaka ile, secdede bir kere daha O'nunla secdede bulunmayı isteyebilir ve bunu bir yönüyle yapabilir. Allah'ın o esnada ihsan edeceği şeyler açısından da bunu arzulayabilir. Ama, bir başkasının bir damla ibadetini, bir kelime-i tevhidini bir geceki yüz rekâtlık namazına tercih de eder. Esas şudur: Başkalarının avukatı olmak, kendimizin savcısı olmak. İnsanın kendisini sorgulaması. İşte, azimetle amel etmek demek, böyle bir sorgulama, işin ağırını yaşama, ferden zoru seçme, zora talip olma demektir.

Ruhsatlara gelince: Onlar, genişlik adına, rahatlık adına, Allah'ın tanıdığı kolaylıklardır. Bu mevzuda ayetler vardır, hadisler vardır. Sofilikte, tasavvufta, İslam'ın ruhi hayatını tercih edenlerde azimetle amel etmek esastır. Dinde poligamiyi tecviz edenler bunu bir ruhsat olarak görmüşler. Gerçekten bir zaruret hali olur. Savaş halleri olur. Pek çok kadın ortada kalır. Bunların hissiyatı vardır; meşru dairedeki zevklerin meşru çizgide tatmini için harama giden yolları tıkamak gerekir. Ayrıca, bilhassa kadınların dul ve bakıma muhtaç kaldığı dönemleri de nazara almak lâzım. Din, sadece bu asra değil, bütün asırlara hitap eder. Her asır, ondan kendine layık olanı ve gerekeni alır. Allah'a yaklaşma ve iyi Müslüman olma iddiasındaki bir insan ruhsatlardan çok azimetleri tercih eder. Bunu tasavvuf mektebinin önde gelen simalarından Şarani, 'Dervişler azimetle amel etmeliler.' diyor. Bir taraftan tasavvuf denecek, fikir denecek, öbür taraftan da gerçekten gerekli mi, ruhsatı kullanma şartları var mı, neyin tercih edileceği samimi olarak ve Allah rızası istikametinde etüt edildi mi, bütün bunlar nazara alınmadan, ruhsatlar son noktasına kadar kullanılacak ve bir de bunlar İslam'a ve kişinin Müslümanlığına ölçü olacak. Bu, olsa olsa, kabahate, kusura, beşeri zaaflara dini urba giydirmektir.

Kaldı ki, bazı meselelerde zamanın hükmü vardır. İnanmış bir insan, hayat arkadaşına farklı bir nazarla bakıyorsa, rica ederim, böyle birinin Müslümanlık için böyle bir şey yapıyorum demeye hakkı olamaz. İhtiyaçların giderilmesi bir 'def-i hacet' mesabesindedir.

Hayatın gayesi değildir. Müslüman saffet, samimiyet ve idealin temsilcisidir, Allah rızasından başka bir şey düşünmez. Bu bakımdan, kadınla erkek arasındaki münasebette ana dayanak şefkattir, hayat arkadaşlığıdır, yalnız dünya ile değil, ebedi ahiret hayatını da nazara alan bir yol arkadaşlığıdır. İnsanlığın neslinin devamıdır. Diğeri, buna dünyada verilmiş sadece bir ücrettir. Evlilik, fiziğe değil, öncelikle akla ve ruha dayanır. Sonra, zaman bazı şeyleri öne çıkarır, bazılarını geriye atar. Önem kazanan bazı emirler gereği, bazı emirler terk edilir. Savaşta oruç tutulmaz, seferde namaz kısaltılır.

Çok evlenme Müslümanlığa bir leke oluyorsa ve İslam'dan uzaklaştırmaya sebep oluyorsa, bir Müslüman'ın buna yol açmaya hakkı olamaz.