Kendi Değerlerini Kendisi Üreten Hareket

Gülen hareketi, daha önce geçmiş herhangi bir hareketin ya da kriz ortamının yükselen herhangi bir değeri üzerinde ortaya çıkmadı. Hareket bütün geleneğini, görünme, teşkilat, yayılma ve tebliğ misyonunu, toplumsal ve ahlâkî değerlerini, eğitim ve hazırlık kurumlarını kendisi üretmiştir. Bu seviyeye gelmesinde ne siyasî ve ideolojik ne de sosyo-kültürel ve İslamî kendinden önce herhangi bir mirasın desteği olmadı. Hareket hızını bütünüyle, hareketin genel teşvikçisi (M. F. Gülen)'nin karizmatik şahsiyeti, ilmi, ateşli hitabet kudreti ve sosyal aktivitesi ile destekleyen kitlenin güçlü sosyal-manevî etkisinden alır. Hareketin yapısal ve dini-manevî dinamikleri üzerinde herhangi bir hareketin siyasî/sosyal bir tesiri olmadı. Bediüzzaman'ın Nur hareketinin katkısı, organik ve doğrudan değil, tamamen eserinin manevî ve ruhî tesiriyledir.

Şüphesiz hareketin iç dinamikleri üzerinde Risale-i Nur'ların manevî ve fikrî besleyiciliği inkar edilemez. Risale-i Nur külliyatı, hareketi, fikrî ve itikadî dağılmadan korumaktadır. Ayrıca Risaleler son asırlarda İslamî akîde, iman ve sünnî çizgide yazılmış ve kitleler üzerinde en güçlü manevî-sosyal etkiye sahip eserlerdir. Uzun asırlar içinde belki kitle halinde ve onlarca, yüzlerce, binlerce defa tekrar tekrar okunarak güçlü manevî ve ruhî etkisiyle okunabilen tek eserdir. Bu yönüyle manevî tesiri oldukça bedihî ve âşikârdır. Külliyat, belki çağdaş bilimsel eserlerdeki sistematiğe sahip değildir. Ancak ele aldığı mevzuları işleyiş tarzı, insanî ve toplumsal yaşamı doğrudan etkileyen değerler biçimi üzerine köklü çözümler getirdiğinden, kitlelere daha çabuk ve daha içten tesir edebilmektedir. Onlarda yalnızca itikadî ve dinî heyecan uyarmakla kalmaz, aralarında güçlü cemaat bağlılığı ve kardeşliği de uyarır. Bu güçlü cemaat ve kardeşlik bağı onları, fikrî ve itikadî teşvişten ve haricî tesirlerden muhafaza eder. İşte Risale-i Nur külliyatının Gülen hareketi üzerindeki katkısı bu yönüyledir. Yani organik bir bağdan ziyade ruhî, manevî ve şahs-ı manevî cihetiyledir. Evet Risale-i Nur, farklı kesimler tarafından okunmakta ve takîb edilmekte ise de, hepsini bir şahs-ı manevî birliği içinde tutmaktadır. Ancak bu, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi zihnî ve kalbî bir beraberlik ve tesirdir. Yoksa Gülen hareketinin sosyal ve harekî (eylemsel) dinamikleri M. F. Gülen Hocaefendi'nin güçlü manevî kişiliği, ilmi ve karizması ile sosyal ve kitlesel etki alanı üzerinde şekillenmiştir. ‘Hareket kendi orijinli' derken kastettiğimiz budur. Filhakika hareketin dinî aktivitesi ve misyonu zaten İslamî nasslardan, tarihsel geleneklerden ve Müslümanların geçmiş tecrübe ve birikimlerinden beslenmektedir. Ama bu tecrübe ve birikimler, bir kenarda hazır, öğütülmüş ve uygulanmaya hazır durmamaktadır şüphesiz. Farklı tarihsel deneyimleri, tecrübe, birikim ve nassların ifade ettiği değerleri oralardan bulup çıkarmak, çağdaş birikim ve deneyimlerle yüzleştirmek ve onlara yeni bir yüz, yeni bir yorum ve aktivite kazandırmak geniş bir bilimsel karîha, yorum yeteneği ve çağdaş pratiklere vukûfiyet gerektirmektedir. Hiçbir kitap, tarihsel miras ve geçmiş beşerî ve toplumsal deneyim tek başına insana bunu vermez. İşte M. F. Gülen'in şahsî birikim, deneyim ve karîhasının önemi burada ortaya çıkmaktadır. O, geçmişle geleceği, dinî ve sosyal pratiklerle yoğurarak çağdaş insana ve Müslüman'a önemli ve örgütlü bir dünya görüşü sunabilmiştir. Hiçbir zaman mevcut duruma ve salt belirsiz geleceğe, geçmiş mirası göz ardı ederek bakmamıştır. Aşağıda onun asr-ı saadet döneminin idealleştirilmesiyle ilgili tavrını yorumlamaya çalışacağız. Aslında bu ideal onun İslamî bağlılığının ve dinî aktivitesinin derinliğinin bir tezahürüdür. Mesele onun açısından yalnızca geleneğin yorumlanması gibi dar entelektüel cehd ve gayretten ibaret değildir. İnanılan değerlerin topyekün dinî bir vecd ve yüksek bir şuur düzeyinde yaşanmasıdır aynı zamanda. Bu yüzden o, çağdaş ama yaşayan bir zâhidtir. Güçlü manevî etkisinin ardında aslında bu vardır.

Gülen hareketinin geçmiş bir selefi olmayışı, onu diğer çağdaş İslamî hareketlerden ayırır. Mesela bugün doğuda ve batıda üzerinde pek çok makale, araştırma ve analiz yazısı yayınlanan, siyasî ve sosyolojik yoruma konu olan hareketler vardır ve bunlar genellikle geçmiş birkaç tecrübenin devamı olarak ortaya çıkmışlardır. Dinî ya da siyasal bir ideolojinin uzantısı, takipçisi ve devamı olmak, hareketler tarihinin normal tezahürlerindendir. Bunun eleştirilecek bir yönü de olmaz çok defa. Ancak bazı durumlarda, geçmiş ve sönüp gitmiş ideolojilerin takipçisi olmak toplumsal ve siyasal pratikler açısından sorun çıkarır. Bugün tüm dünyada bu tarz gelişmeler yer yer ortaya çıkmaktadır. Özellikle İslam dünyasında ortaya çıkmış dinî/siyasî hareketler, bazı analizlerde çağdaş yeni köktenciliğin(!) tarihsel ve ideolojik kökenleri olarak algılanmaktadır. Bu algılama biçimi, yeni dinî hareketleri, geçmiş tecrübelere karşı daha hassas ve müteyakkız kılmaktadır. Geçmiş dinî hareketlerin, yeni dinî radikalizmin(!) temeli olduğu biçimindeki yaklaşımlar elbette bütünüyle doğrulanamaz. O hareketler çok defa, kendi tarihsel ve toplumsal bağlamından (konjonktürel gelişmeler ortamından) koparılarak ele alınır. Çağdaş Batılı siyasal ve sosyolojik paradigmalar genellikle bu tarihsel bağlamı ve konjonktürel gelişmelerin hareket üzerindeki tesirlerini göz ardı ederek onları masaya yatırır. Genelde İslamî ilkelerin hareketler üzerindeki nüfuz düzeyine pek bakmaz. Dolayısıyla her dinî hareket, neredeyse Batılı siyasal paradigmaların hücumuna maruz kalır. Bu da hareketlerin, farklı tecrübelerini birbirleriyle yüzleştirmesine mani olur.

Mesela Gülen hareketi özellikle Türkiye'de belli bazı muhitlerde kasıtlı olarak, ihvan hareketine benzetilerek ele alınır ya da İran siyasal Şiasının tesirinde ve desteğinde gösterilir. Oysaki gerçekte bu iddiaları ne bilimsel bir temele, ne de Gülen hareketinin temel dinamiklerinden herhangi birisine dayanır. Üstelik Gülen hareketinin farklılığı bütün kamuoyunda bu derece âşikar iken, bu kesimler, resmi devlet ideolojisini ve elitini yanlış yönde etkilemek için temelsiz bir sürü iddia ortaya atmaktadırlar. Bu yüzden Gülen hareketinin bunlardan farklılığı birkaç satır da olsa ifade edilmelidir.

Batılı paradigmalara göre çağdaş dinî radikalizmin(!) temeli, Mısır'daki İhvân-ı Müslimîn ve Pakistan'daki Cemaat-i İslamî'dir. İran devrimi bile bunların radikalist bir uzantısıdır. Bu yargı, neredeyse Batılı analizlerde üzerinde ittifak edilen bir yer edinmiştir. Bütün İslam dünyasındaki dinî hareketler bir şekilde, bu hareketler ile tarihsel bağlantılar ve benzerliklerden yola çıkılarak analiz edilir. Bu, Batılı beynin çalışma biçiminin bir tezahürüdür aslında. Zira Batı'da siyasal düşünce tarihi, farklı mezhep, ekol ve hareketlerin farklı bileşenlerinin takibinden ya da çatışmalarından oluşmuştur. Bu yüzden Batılı sosyal bilim muhayyilesi çağdaş hareketlere de böyle yaklaşır. Onları ya birbirinin devamı, ya da birbirleriyle çatışan farklı tecrübeler olarak algılar. Ama bir şekilde hepsi, birbirinden etkilenmiş kabul edilir. Bu iki hareketin –İhvan ve Cemaat-i İslami-· İslam dünyasındaki son dönem dini/siyasi uyanış hareketlerine doğrudan ya da dolaylı bir ilham kaynağı olduğu hususu kısmen kabul edilebilir bir şey olmakla birlikte, Batılı analizlerin dayandığı metodolojik argümanlar temelden sorgulanmadıkça, bu tesirlerin doğru bir düzeyini ortaya koymaya imkân yoktur. Çünkü bu analizlerin ne teorik çerçevesi ne de toplumsal ve siyasi çözümleme biçimi, herhangi bir İslami toplumdaki sosyal bir değişimi doğru tahlil edebilecek argümanik bir temele sahiptir. Bu argümanlar ne oradaki bir sosyal değişimi ne de İslam'ın, Müslüman toplumların· toplumsal örgütlenme biçimleri üzerindeki kapsamlı tesirini çözümlemeye yetmez. Bu yüzden Batıda İhvan ve Cemaat-i İslami üzerine yapılan yorum ve analizleri ihtiyatla ele almak lazımdır.

Zikredilen hareketlerin İslam dünyasında bazı hareketlerin ortaya çıkmasında ya da fikir ve teşkilatlanma biçimleri üzerinde tesirleri elbette olmuş olabilir. Ama bu hareketlerin özellikle Türkiye'de İslami cemaatler üzerinde ciddi bir tesirinden asla sözedilemez. Bu yargıyı ifade ederken amacım bu hareketlerin kimliğine ya da meşrûiyetine yönelik herhangi bir hüküm vermek değildir. Niyetim yalnızca, ne tarihsel olarak ne de toplumsal ve konjonktürel olarak böyle bir tesirden bahsetmenin verili hiçbir temelinden söz edilemeyeceği gerçeğini vurgulamaktır. Ancak bu gerçeğe rağmen pek çok analiz İslami hareketler üzerinde rasgele dolaşmakta ve sanki tüm hareketler aynı temelden, aynı sosyo-kültürel ve siyasal konjonktürden yola çıkmış gibi bir yorum yapmaktan çekinmemektedir. Bu da çağdaş hareketler sosyolojisinin ne denli zaaf ve ilkesizlikle malul olduğunun açık bir göstergesidir.

M. F. Gülen hareketi yukarıda da ifade ettiğimiz gibi geçmiş herhangi bir hareketin ya da ideolojinin devamı ve takipçisi olarak tezahür etmemiştir. Kitlesel temeli de, herhangi bir ekonomik ya da etnik sınıfı temsil etmiyor. Ne dinî olarak ne de sosyal olarak yaslandığı kitle ezilmiş ve dışlanmış kitledir. Yani radikal hareketlerden bu yönüyle ayrılır. Dolayısıyla bu yüzden de radikallikle nitelenemez. Diğer taraftan klasik sosyal hareketlerin kitlesel temeli genelde küçük şehir ve kırsal kesimlerde yaşayan sosyal ve ekonomik sınırdaki kesimlerdi. Bu hareketler uzun süre bu etnik-ekonomik kümeyi istihdam ettiler. Bu kümeler bilenmiş mahrumiyet hisleriyle her zaman dikey hareketliliğe hazır azınlık kümelerdir. Her türlü ideolojik donanıma hazırdılar. Siyasal ve ideolojik herhangi bir muhalefet biçimi onlara, sosyal bir benlik ve siyasal bir kimlik kazandırmaktadır. Radikalizm bu yüzden bu tür kitleler için bütün bir kimlik edinimi de olmuştur. Halbuki Gülen hareketinin dayandığı kitle, ne siyasal, ne de sosyo-ekonomik olarak dışlanmış bir kitledir. Kırsal ya da kentli gibi sosyo-kültürel bir sınıfa da yaslanmıyor. Hem kırsal, hem de kentli oldukça farklı kesimler tarafından destek görmektedir. Kitlesel taban hem kırsal hem de kentli orta, alt-orta ve zengin kesimlerden oluşmaktadır. Hareketin ana aktörleri hemen bütünüyle büyük şehirlerde ve gözde üniversitelerde öğrenim görmüş eğitimli ve aydın fertlerden oluşmaktadır. Bu farklı kümeler hiçbir şekilde ülkenin merkezî, sosyal ve siyasal değerlerinden tecrîd edilmişlik psikolojisi ile hareket etmemektedirler. Ne yönetici elite karşı, ne de Batılı değerlerin taşıyıcısı sosyo-ekonomik çevrelere karşı herhangi bir hınç taşımaktadırlar. Bu yüzden "karşı bir ideoloji oluşturma" gibi klasik hareketlerde görülen radikal kopuş tavırları sergilemezler. Hareket tavrı bütünüyle müsbete ve olumluya kilitli ve kanalize edilmiştir. Her alanda karşı bir alternatif geliştirmeden ziyade, uzlaşmacı ve karşılıklı etkilemeye açık müsbet çözüm önerileri üretmeyi benimser. Hareketin kazandırdığı kimlik, merkezî toplumun sosyal ve dinî kimliğinden bağımsız değildir. Aksine merkezî kimliği ve değerleri pekiştirici bir yöne sahiptir. Bu yönü zaman zaman radikal sağ tarafından eleştirilere bile maruz kalmıştır.

Ülke içinde elbette cemaatin dinî ve sosyal kimliğini farklı yönlere çekerek yorumlayanlar olmuştur ve olmaktadır. Ama bunların hadd-i zatında kendi sosyal-kültürel ve ideolojik kimlikleri, toplumun genel kabul görmüş değerleri ve toplumsal inançlarıyla ayrışmış ve farklılaşmış durumdadır. Özellikle cemaatin dinî kimliğini hazmedemediği için, onu siyasal ve hatta emperyal emeller taşımakla suçlamaktadır. Oysaki cemaatin çeyrek asırlık geçmişi bu gayretlerini yalanlamaktadır. Bir kere cemaatin hiçbir siyasî kimliği ve ideolojisi yoktur ve olmamıştır. Aksine cemaat pek çok kez bazı dinî çevreler tarafından siyaset dışı kalmakla suçlanmıştır. Cemaatin siyasal herhangi bir ideal taşımadığı o kadar âşikâr bir şeydir ki, bu güne kadar hiçbir siyasal hareket kendini cemaatle özdeşleştirebilmiş değildir. Siyasal elitle ve yönetici kesimle ilişkileri tamamıyla pratik yararlarla sınırlı kalmıştır. Evvela eğitim gibi oldukça köklü bir alanda yoğunlaşmış olduğundan elbette zaman zaman yönetimle pratik ilişkileri olmuştur. Bu ilişkileri siyasal herhangi bir beklentiye dönüştürmeden tamamen eğitim müesseselerin gelişmesini sağlayacak biçimde gerçekleştirmiştir. Aksi zaten düşünülemez bile. Bu yüzden bu pratik ilişki, asla hareketin siyasal amaçlar taşıdığı anlamına gelmez. Böyle bir ideal ve amaç olsaydı bunun en tabii mücadele alanı doğrudan siyaset arenası ve siyasal parti biçiminde tezahür ederdi. Burada bu mevzua girişimizin nedeni, Gülen hareketinin siyasal anlamda herhangi bir kitle tabanına yaslanmadığını ve dolayısıyla İslam dünyasındaki İslamcı ve siyasal hareketlerden farklı olduğunu vurgulamak içindi. Ve yine bu anlamda siyasal bir radikalizm ile asla bağdaştırılamaz.

Ayrıca M. F. Gülen Hocaefendi, hiçbir zaman siyasal bir eylemi ve partileşme girişimini benimsemedi. Bu tür girişimler kısa vadeli maceralarla sonuçlanır çok defa. O, inanmış bir toplumda, toplumun sosyal ve kültürel hayatına uzun vadeli katkıların yanında ebedî hayatını ilgilendiren ve onu gerçek anlamda mü'min kılacak idealler üzerinde yoğunlaşır. 60 küsur yıllık hayatı ve yaklaşık 50 yıllık aktivitesi bunun en bariz göstergesidir. Toplumun siyasal çıkarlarını koruma, geliştirme ve temsil etme siyasilerin işidir. Duyarlı bir mü'min ve sade bir vatandaş olarak o, daha sivil ve toplumsal alanlara yönelir. Bu alanlar ise ciddi fedakârlığı ve herhangi bir karşılık beklemeden uzun yıllar vermeyi, topluma ve geleceğine adanmış ruhları· gerektirmektedir. Siyasal çıkarlar ne adına olursa olsun, sonuçta belli beklentileri olan girişimlerdir. Halbuki bir Müslüman, cân u gönülden inanmış bir mü'min, toplumdan herhangi bir karşılık beklememelidir. Bu yüzden Gülen hareketi doğrudan ya da dolaylı siyasal amaçlarla iştigal etmeyi geçici olarak dahi benimsemez.

Hareketin İran benzeri bir İslam devrimi peşinde olduğu bazı kesimler tarafından kasıtlı olarak dile getirilir. Bu iddialarını destekleyecek herhangi bir kanıt bulmaları mümkün değildir. Bulabilselerdi şimdiye kadar kıyamet koparırlardı. Buna rağmen iddia ve iftiralarının amacı, ülkenin kaderine hükmeden bazı güçleri tahrik etmek ve hareketin kamuoyu nezdindeki itibarını zedelemektir. Oysa kendileri de çok iyi biliyorlar ki Gülen hareketi siyasî herhangi bir proje ve devlet peşinde değildir. Söz, eylem ve hareketlerinde bu güne kadar siyasetten hassasiyetle uzak durmayı en temel prensip edinmiş bir kimsenin, hangi saikle siyasal İslam ya da din devleti gibi siyasal bir hedef peşinde olsun ki! Kaldı ki İran Şii örneğinin, bu kadar yıl geçmesine rağmen Sünni dünyada herhangi bir meşruiyeti söz konusu dahi olmamıştır. Farklı dinî doktriner, sosyolojik ve tarihsel temellere sahip bir devrim öyküsünün ayniyle ya da benzeriyle Sünnî dünyada, özellikle Türkiye gibi İran'la tarihte pek çok kez sorun yaşamış bir toplumda tekrarlanabileceğini ileri sürmek ne tarihsel, ne de sosyolojik açıdan mümkün değildir. Ayrıca burada Şia'nın doktriner ve siyasi yapısı ile Sünni doktriner ve toplumsal yapısı arasındaki farklılıklara·değinmeyi gereksiz görüyorum. Bu farklı itikadi ve doktriner·esasların her iki toplumu da hem pratik dini yaşamda hem de toplumsal ve siyasal örgütlenme biçimlerinde de farklılaştıracağını vurgulamakla yetinelim.

Evet, Sünnî dünyada İran devriminin radikal etkileri hiç olmadı değil. Ama bu etki hem kısa soluklu ve hem de marjinal birtakım grupların söylemlerine geçici bir heyecan vermekten öteye geçmedi. Kitlesel olarak ise hiç bir zaman ciddi bir taban bulamadı.

Gülen hareketine yönelik boş bir iddia da, dışarıdan destek aldığıyla ilgili gülünç söylentilerdir. Buna değinmeye bile değmezken, sırf hareketteki bir hassasiyeti kayda geçirme ve analize konu etmek için mülahazaya alıyorum. Zira hareketi kamuoyu nezdinde güvenilir ve muteber kılan en temel hususiyetlerden birisidir bu alan. O da şudur; hareket her açıdan kendi toplumsal ve kültürel değerlerini kendisi ürettiği gibi, maddi kaynaklarını da yine kendisi üretmektedir. Hareketin maddi ve manevi yükü tamamıyla inançlı, saf ve fedâkar Türk evladı ve Müslümanlarının inanılmaz hizmet aşkları ve fedâkarlıklarına dayanmaktadır. M. F. Gülen hiçbir alanda, dış desteği kabul etmemiş, etmeyi de bu fedâkar ve cömert millete bir hakaret saymıştır.[1] Sanıyorum bu tavır bile, hareketin kendi öz kaynaklarına yönelik maksatlı soruları bertaraf etmeye yetmektedir.


[1] 11 Bkz.: M. F. Gülen, Örnekleri Kendinden Bir Hareket, s. 16 (takdim); Kendi Dünyamıza Doğru, s. 55; Prizma, 3/51, 220; www. herkul. org, Kırık Testi, 14.Mart.2005; Fasıldan Fasıla, 4/158-160; Mehmet Gündem, M. F. Gülen'le 11 Gün, s. 193-195; Nevval Sevindi, M. F. Gülen'le, New York Sohbeti, s. 15.