Bazı taşlar arasında eşsiz bir yakut

Fethullah Gülen: Bamteli: Bazı taşlar arasında eşsiz bir yakut

Çay Faslından Hakikat Damlaları: Eziyetlere Rağmen Halkın İçinde

  • Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Allah’ı kullarına sevdirin ki Allah da sizi sevsin!.” (00:33)
  • İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İnsanların arasına karışan, onların eza ve cefalarına katlanan mü’min, halktan uzak duran ve onların eziyetlerinden emin olmaya çalışan mü’minden daha faziletli, mükafatça daha üstündür.” (00:58)
  • Allah ahlakıyla ahlaklanmak lazımdır. Cenâb-ı Hak, zulüm, şirk ve küfür ehlini bile birden bire yerin dibine batırmıyor. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

    وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِم مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِن دَآبَّةٍ وَلَكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إلَى أَجَلٍ مُسَمًّى فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ
    Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ise ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler. (Nahl, 16/61)

    (03:00)
  • Karşılık beklemeden vermek ve kendisinden bekleneni ortaya koymayanlara dahi ihsan etmek ilâhî ahlaktır. Bir menkıbede anlatıldığı üzere; Hazreti İbrahim (aleyhisselam) yanına gelenlere inanıp inanmadıklarını sorup inananlara ziyafet sofraları hazırlayınca ve inanmayanları da ikramsız geri yollayınca, Cenâb-ı Hak, Hazreti Halil’e hitaben “Ey İbrahim, onlar senelerden beri Beni inkar ediyor ve Zât’ıma yakışmayan değişik isnadlarda bulunuyorlar. Fakat, Ben her şeye rağmen onların rızıklarını kesmedim!” diyerek bu hakikati hatırlatmıştır. (04:36)
  • İnsanlığın İftihar Tablosu, kendisini himaye eden amcası ve çok sevdiği zevcesi Hazreti Hatice Validemiz’i kaybettiği “hüzün senesi”nde, “Habib-i Zîşanım, tasalanma! Ebu Talib’i ve Hatice’yi aldım ama Ben varım.” manasına gelen ilahî bir davet almış; hem bedeni hem de ruhuyla Cenâb-ı Hakk’ın mi’râcına mazhar olmuştu. “Kâb-ı Kavseyni ev Ednâ - İki yay aralığı kadar ya da daha yakın” tabiriyle Kur’an’da anlatıldığı üzere, imkân-vücub arası bir noktaya ulaşmıştı. (07:15)
  • Şefkat Peygamberi (aleyhissalâtü vesselam) Efendimiz, melekût âlemini seyerân eylemiş, daha sonra urûcunu, nüzulle taçlandırmış ve ümmetini Cenâb-ı Hakk’a götürmek için geri gelmiştir. Büyük velilerden Abdülkuddüs Hazretleri demiştir ki: “Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Mi’râç’ta gökler ötesi âlemlere gitti, Sidretü’l-Müntehâya ulaştı, Cenâb-ı Allah’la konuştu. Fakat, Cennet’in câzibedâr güzellikleri O’nun başını döndüremedi, bakışlarını bulandıramadı. Döndü, ümmetinin arasına geri geldi. Allah’a yemin ederim, eğer ben oralara gitseydim, o mertebelere ulaşsaydım, geriye dönmezdim!..” Bunu değerlendiren bir büyük zât ise, “işte nebi ile veli arasındaki fark” diyerek önemli bir hakikate işaret etmiştir. (09:17)
  • Sizin başkalarından beklediğinizi âlemin de sizden beklediğini katiyen hatırdan çıkarmamalısınız. Eğer âlemin size yaklaşmasını istiyorsanız, yaklaşın, beklediklerini ortaya koyun. (10:17)

Soru: Hazreti Üstad, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) siyerde beyan edilen hallerinin ve sıfatlarının, o bâlâ kâmete uygun gelmediğini; O’nun kemâlâtının, siyer ve tarihe geçen beşerî ahval ve etvâra sığışmadığını; beşeriyetine ait hususlar bahis mevzuu edilirken mutlaka mertebe-i risâletteki nuranî şahsiyet-i mâneviyesine de bakmak lâzım geldiğini ifade ediyor. Bu açıdan, Peygamber Efendimiz’in beşerî yanları değerlendirilirken nelere dikkat edilmelidir ki yanlışlıklara düşülmesin? (14:01)

  • Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında yanlışlığa düşünce, insan Allahâ karşı da bir kaymaya maruz kalabilir, hafizanallah. Çünkü, rehber O’dur. O’na yakın olan Allah’a da yakın olur; farkına vararak ya da varmayarak O’ndan uzaklaşan Allah’tan da uzaklaşmış olur. (14:48)
  • Siyer ve megazi kitaplarında herkes kendi zaviyesinden görüp duyduğu şeyleri anlatmıştır. Bütün o denilenler bir araya getirilerek mahrutî (bütüncül) bir nazarla değerlendirmede bulunmak lazımdır. (15:48)
  • Ruh-u Muhammedî (aleyhissalevâtü vetteslîmât) maddeden mücerret nuranî bir cevher ve sâfî bir ziya olup Hâlik-ı Zîşan’ı idrak eden “akl-ı küll”dür ki, bir mânâda ilk defa mevcut âlemler itibarıyla “Zât-ı Baht”ın hayat-ı sermediyesi o mir’atta minvechin tafsile ulaşmıştır. Büyük zatlar, önemle hakikat-i Ahmediye ve hakikat-i Muhammediye üzerinde dururlar. O, yeryüzüne gelmeden önce “Hakikat-i Ahmediye”nin sahibiydi. Dolayısıyla Hazreti İsa, O’nu Ahmed ismiyle müjdelemiştir. Dünyadaki misyonu itibarıyla da O “Hakikat-i Muhammediye”yi temsil etmiştir. Nebiler Serveri bu temsil sonunda Hakikat-i Ahmediye’ye bilfiil ulaşarak veya Hakikat-i Ahmediye’yi bilfiil gerçekleştirerek, yine “Hazreti Ahmed” unvanıyla işaret buyrulan varlığın ruhu olma âlemine dönmüştür. Evet, O’nunla duyulup bilindi, bilinebildiği kadar esrâr-ı lâhût, O’nunla fasl u inkişafına şahit olundu esrâr-ı rububiyetin. O, hem bir çekirdek ve nüve mahiyetindeki ilk taayyünüyle, hem de bir tuba-i Cennet gibi müntehadaki inkişaf ve inbisatıyla –Bediüzzaman ifadesiyle– bu kâinat kitabının kâtibinin kaleminde mürekkep olma taayyünü, semeredar bir şecere-i mübarekeye dönüşme temayüzü ve başları döndüren muhteşem bağ ve bahçelere esas teşkil etme gibi hususiyetleriyle varlık şiirinin temel mazmunu, vücud dantelâsının merkez nakşı, nübüvvet ve risalet nazmının da umum o silsilenin ruh ve mânâsını aksettiren kafiyesidir. O’nda vahy-i semavî, göklerin ve yerlerin en câmi sesi; Miraç sürprizi, berilerin ötesinde, ötelerin berisinde, O’nun muhteşem konum ve mazhariyetlerine lâhût bahçesinin el değmemiş bir hediyesi ve kimseye müyesser olmamış bir Cevâd ü Kerîm armağanıdır. İşte, O’na bu yönleriyle bir bütün olarak bakılmalıdır ki büyüklüğü ile alakalı bir fikir edinilebilsin ve yanlış değerlendirmelere gidilmesin. (18:00)
  • Aynı zamanda O,

    لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلأَفْلاَكَ
    Sebeb-i hilkat-i âlem sayılan, icmalde vücudî, tafsilde ilmî mahiyet-i mâneviyen olmasaydı kevn ü mekânları yaratmazdım.

    fehvasınca varlığın ille-i gâiyesi mesabesindedir. Bu hakikate binaen, Üstad Necip Fazıl yazdığı kitaba “O Ki O Yüzden Varız” adını vermişti. (19:26)
  • Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’i kendi manevî şahsiyetiyle tanıyıp idrak edebilmek herkese müyesser değildir. Herkes kendi derinliği ölçüsünde O’nu tanıyabilir. Bununla beraber, bazı Hak dostları, O’nun huzurundan bir anlık ayrılığı ölüm gibi görmüşler, huzurunda bulunmayı hava, havadaki oksijen gibi kabul etmişlerdir. Günümüzde de Peygamber Efendimiz’i görenler çoktur; daha bugün sizin arkadaşlarınızdan birisi gelip bir müşahedesini anlattı. (20:22)
  • Hazreti Üstad diyor ki: “İ’lem eyyühe’l-aziz! Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir bir şecere tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farz edilirse, o nur O’nun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur O’nun aklı olur. Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse, nur-u Muhammedî onun andelîbi olur.” (Mesnevi-i Nuriye – Habbe Risalesi) (22:12)
  • Teşbihte hata olmasın, Allah Rasûlü’nü, neş’et ettiği ortam itibarıyla değerlendirme, sadece tavus kuşunun yumurtasına bakıp kendisini görmeme gibi bir yanlışlıktır. Hazreti Pir bu hususu şöyle ifade eder: “Rasul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın beşeriyeti, o çekirdeğe, o yumurtaya benzer. Ve vazife-i risaletle parlayan mahiyeti ise, şecere-i tûbâ gibi ve Cennetin tayr-ı hümayunu gibidir. Hem daima tekemmüldedir. Onun için, çarşı içinde bir bedevî ile nizâ eden o zâtı düşündüğü vakit, Refref’e binip, Cebrâil’i arkada bırakıp, Kâb-ı Kavseyne koşup giden zât-ı nuranîsine hayal gözünü kaldırıp bakmak lâzım gelir. Yoksa ya hürmetsizlik edecek veya nefs-i emmâresi inanmayacak.” (On Dokuzuncu Mektup, Dördüncü Nükteli İşaret, Altıncı Esas) (23:30)
  • Hak dostları “Allahım, kalbimi Sana mülâkî olma ve maiyyetine erme iştiyakıyla doldur!” derken Gönüller Sultanı Efendimiz’in maiyyetine erme talebini de ilave edegelmişlerdir. (25:00)
  • Allah Rasûlü’nün manevî derinliği aslında siyer kitaplarında da nümayandır. Ne var ki, oryantalistler ve onların tesirinde kalan kimseler, Server-i Kâinat’ı sıradan bir insan gibi anlatmaktadırlar. (26:43)
  • İnsanlığın İftihar Tablosu (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslimât), Ferîd-i Kevn ü Zaman'dır; O’nun başkalarıyla kıyaslanamayacak bir büyüklüğü vardır. Hak dostu, “Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) bir beşerdir, fakat diğer insanlar gibi değildir. O, (bazı) taşlar arasında bir yakuttur.” diyerek bu hakikati ifade etmektedir. (28:02)
  • İmam Busîrî, Kaside-i Bürde’de şöyle der:

    مُحَمَّدٌ سَيِّدُ الْكَوْنَيْنِ وَالثَّقَلَيْنِ وَالْفَريِقَيْنِ مِنْ عَرَبٍ وَمِنْ عَجَمِ
    Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi sellem) dünyanın ve âhiretin, göze görünür ve görünmez ins u cin bütün yaratıkların, Acemi ve Arabıyla topyekûn insan topluluklarının efendisidir.

    (29:46)
  • Yine İmam Busîrî der ki:

    لَو نَاسَبَتْ قَدْرَهُ اٰيَاتُهُ عِظَماً اَحْيَا اسْمُهُ حِينَ يُدْعَى دَارِسَ الرِّمَمِ
    Mucizeleri O’nun kadr u kıymetine denk büyüklükte cereyan etseydi, mübarek ismi anılınca çürümüş kemikler bile cana gelirdi.

    (30:22)
  • İmam Busîrî, Kaside-i Bürde’nin sonunda da der ki:

    يَا نَفْسُ لاَ تَقْنَطِي مِنْ زَلَّةٍ عَظُمَتْ إِنَّ اْلكَبَائِرَ فِي الْغُفْرَانِ كَاللَّمَمِ
    Ey nefis, tökezleyip sürçmelerin, kayıp düşmelerin öldürücü günahlar kadar büyük bir hal almış olsa da sakın ümitsizliğe kapılma. Çünkü, o koca koca günahlar, Cenâb-ı Hakk’ın gufrân denizinde köpük parçalarından ibaret kalır.

    (Öyleyse, ye’se düşme; O’na yönel ve mağfiret dile!) (32:07)

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

Bamteli