Peygamber Mesleği: İrşad ve Tebliğ

Peygamber Mesleği: İrşad ve Tebliğ

Öldükten sonra dirilme! Yeni bir ba’s ü ba’de’l-mevt! Cenâb-ı Hak lutfeylesin! اَلْإِنْشَاءُ مِنْ جَدِيدٍ فِي خِدْمَتِنَا وَحَرَكَاتِنَا وَجَمَاعَتِنَا وَتَشْكِيلَاتِنَا diyoruz. Belli bir dönemde Cenâb-ı Hakk başlattığı o şeyi yeniden lütfeylesin! Ne var ki bu mevzu ciddi bir gayret ve bir cehd istiyor.

Kur’ân-ı Kerîm: (Necm Suresi, 53/39-40) وَأَنْ لَيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى – وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَى buyuruyor.          

“Hiçbir kimse başkasının günah yükünü çekemez. İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez.” Bu açıdan; hemşirelerimizle, hanım kardeşlerimizle, erkek kardeşlerimizle irşad ve tebliğ adına yapabileceğimiz her şeyi yapmamız lazım. Bütün bunlar şart-ı âdî! Lutfedecek Cenâb-ı Hak’tır (c.c)!

Haddi zatında, günde bin defa bu mevzuda istekte bulunsak dahi, onu bile az görmeli! “Sana hakkıyla kulluk yapamadık!” demeliyiz. Meleklerin önünde bir kulluğa muvaffak olsak dahi; Rabbimizin büyüklüğü, O’nun bize olan ihsanları karşısında erkeğiyle kadınıyla, gerekli olan kulluğu yapamadığımızı itirafla; aczimizi, za’fımızı, fakrımızı, yetersizliğimizi ve tutarsızlığımızı her defasında vurgulamalıyız.

Kendimizi ne kadar küçük görür ve sorgularsak; kendimizle ne kadar iç muhasebeye girer ve ne kadar kendimizle yüzleşirsek; o nispette Cenâb-ı Hakk’ın nezdinde kıymet ifade eden bir hâl alırız. İnsan kendini büyük gördükçe, nezd-i ulûhiyette ve mele-i â’lânın sakinleri nezdinde kendini küçültmüş olur.

Belki Cenâb-ı Hak bir gün bütün dünyanın yüzünün apak hale gelmesini sizinle gerçekleştirebilir. Şu anki inkıtaya bakmayın! Bir kısım kendini bilmez kimseler kötülük yaptılar ve o tertemiz kaynağa kezzap döktüler. Ama bu -Allah’ın lütfuyla- bir daha olmayacak demek değildir! Bütün Enbiya-i izâmın hayat sergüzeştîlerine bakınca, sünnetullâhın böyle cereyan ettiği görülür. Allah’ın izni ve inayetiyle birinin vazifesi nihayete erince bir diğeri gelmiş ve almış onu daha ileriye götürmüş!

Soru: Bir sohbetinizde irşad ve tebliğin; konjonktürün hesaba katılarak ve yaşadığımız çağa uygun hale getirilerek îfâ edilmesi gerektiğini ifade buyuruyorsunuz. Günümüz şartları nazar-ı dikkate alındığında, irşâd ve tebliğ yaparken nelere dikkat etmemizi tavsiye edersiniz?

İrşad ve tebliğ; doğru yolu gösterme ve o doğru yolu gösterme mevzuunda kullanacağımız argümanları insanlara sunma demektir. Ve aynı zamanda bunların ikisi de peygamber mesleğidir. Ondan sonra da müceddidlerin ve hakiki mürşidlerin!

Evet, irşad ve tebliğ öteden beri Cenâb-ı Hakk’ın, en sevdiği ibâdını tavzif buyurduğu şeydir. Kur’an-ı Kerîm’de: “Siz ümmetlerin en hayırlısısınız! Ma’rufu emrediyor, aynı zamanda da münkerden insanları alıkoymaya çalışıyorusunuz! (Âl-i İmrân, 3/110)Bütün gayretiniz o! İnsanı hakikî manada insan olmaya yönlendiriyorsunuz! Manevi yapısını âdeta ahirete göre bir dantela gibi örgülemeye çalışıyorsunuz!” buyuruluyor.

Yemek yeme bile bir usule bağlıysa şayet, irşad ve tebliğ gibi hayatımızın gayesi diyebileceğimiz bir meselede; kat’iyyen bir usul ile hareket edilmesi lazımdır.       

Mesela; insanların hazmedebileceği şeyleri, insanlara “hazmedilebilirlik” keyfiyeti ile sunmalıyız. Bu açıdan da birine bir şey okuyacağımız zaman, evvelâ o zatı doğru okumamız lazım. “Diyeceğimiz şeylere acaba nereye kadar tahammülü var? Acaba bu diyeceğimiz şeye katlanabilir mi? Tepki verir mi? Onu iyice çıldırtır mıyım?” şeklinde sürekli bir iç muhasebe ile hareket etmeliyiz. Bu açıdan da insanları doğru okumak, günün şartlarını hesaba katmak lazımdır! Günümüzde çok yaygın, birer realite olarak kabul edilmiş, tabiî gibi kabul edilmiş şeyler var. Bunları birdenbire görmezlikten gelmek doğru değil. Bunların hepsini görerek, Allah’ın izni ve inâyetiyle ona göre anlatmak lazım! Bu birincisi!

İkincisi ise seviye mevzuudur. Avam halka bir şey dersiniz, kaynakları söylersiniz ve yeterli gelir ona. Fakat bir insan okumuşsa, bir lise, üniversite bitirmişse mutlaka onun bildiğini bilmek lazımdır. Diyeceğimiz şeylerde bir kısım falsolar yaparsak şayet, hakkımızda yanlış bir kanaate sahip olabilirler. Dolayısıyla bizi dinlemez ve itibar da etmez. Bunların hepsini de değişik zamanlarda gördük. Yani meseleyi biraz temelden, esastan bilmek lazımdır.

Bu açıdan da yaptığınız bu kamplar, arkadaşlarımızın mükemmel hale gelmeleri ve bir yönüyle donanımları ile hazır birer mürşid olmaları adına çok önemli. Meselenin ehemmiyetini icmâlî manada böyle ifade edebiliriz.

Detaya gelince; malum, bildiğiniz gibi bizim bir halkamız var. Belki otuz tane tefsiri beraber okuduk, şu anda da yirmi beşe yakın hadis kaynağını birlikte okuyoruz. Fakat diyorum ki; keşke bu kadar dersi birlikte okuduğumuz arkadaşlarımızın kimisi ilahiyatı bitirdikten sonra fiziğe, kimisi kimyaya, kimisi astronomiye, kimisi astrofiziğe gitseler! O alanları da görseler ve bilseler. O zaman bütüncül, mahrûtî bir ufka ulaşmış olurlar. Başkaları da bu hakiki mürşidlerin eliyle Allah’ın izni inayetiyle arzu ettikleri şeyleri bulur ve elde ederler. Ne var ki bu birdenbire oluverecek bir şey değildir. Bizler çok boş bırakılmış bir nesiliz! Bunlar hiç dert edinilmemiş. Dolayısıyla bizler; hakikaten itilmiş, atılmış olarak kalmışız! Şimdilerde müspet istikamette çok ciddi, inandırıcı kıpırdanışlar var. Bu hemşirelerimizin o istikametteki gayretleri de inşaallah öyle bir sonuca varır.

Yakın tarihimiz itibariyle bir çözülme, bir dağılma, değerlerimize karşı yabancılaşma söz konusu oldu. Hususiyle Osmanlı Devleti Raşid Halifelerden sonra din-i mübin-i İslam’ı en iyi anlayan devlettir. Muhyiddin İbni Arabî hazretlerinin bu mevzuda Osmanlı devletini göklere çıkardığı “Şecere-i Nû’mâniye” isimli bir kitabı dahi var. Ama son üç asır için aynı şeyleri söylemeyiz! Kötüydüler diyemeyiz, zira bu günah olur. Fakat bir Süleyman Şah gibi, Osman Gazi gibi, Orhan Gazi gibi, Murad Hüdâvendigâr gibi, bir İkinci Murad gibi, bir Fatih cennetmekân gibi, Yavuz gibi değillerdi!

Yavuz cennetmekân sekiz sene attan inmiyor ve koskoca bir dünyaya adeta nizam veriyor. Hususiyle İslam dünyası birliğe beraberliğe ulaşıyor. Yine aynı kıymette bir iş için açılım yaptığı dönemde de vefat ediyor. İşte, ba’s ü ba’de’l-mevt hadisesine kendimizi adar ve o iş için koşarsak, biz de hep canlı kalırız. Fakat bir yerde Hazreti Pir’in de ifade buyurduğu gibi; canlandırmayı bırakırsak, -hafizanallah- hiç farkına varmadan bir mezar-ı müteharrik bedbaht haline geliriz.

Ama acizane yukarıda da arz ettiğim gibi, birine bir şey okuyacağımız zaman, evvela o kişiyi doğru okumak lazım. Aksi takdirde bir şey okuyorum zannederek canına okumuş oluruz.